Dün sabah saatlerinde doların ani düşüşüyle birlikte kendimi “alım fırsatııııı” diye bağırarak döviz bürosuna koştururken buldum. Oraya vardığımda dövize endeksli mevduat hesabı gelişmesini öğrendim ve aniden ters yöne dönerek “para kazanma fırsatııııı” diye bağırıp bankaya doğru koşturdum. Ne var ki tam da o sırada içinde Arap yolcuların bulunduğu bir taksi bana çarparak yaklaşık yirmi metre uzağa fırlattı. İyi tarafından bakarsak çok uzun aradan sonra ilk defa bir taksi tarafından bir yerden bir yere götürülmüştüm, olumsuz tarafı ise bilincimi kaybetmem oldu.
Gözlerimi açtığımda kendilerini sorgu melekleri olarak tanıtan iki kişiyle karşılaştım. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kendini bu şekilde tanıtanlara karşı bir uyarı SMS’i olup olmadığını kontrol ettikten sonra vefat etmiş olduğuma kanaat getirdim.
(Sürprizi bozmak istemem ama, meğersem vefat etmemişim, yazının sonunda anlatacağım.)
Sorgu meleklerinden siyah kıyafetli olanı amel defterim olduğunu düşündüğüm kalın bir cildi açtı. Beyaz kıyafetli meleğin elinde de yarım A4 büyüklüğünde bir kağıt vardı.
Siyahlı konuşmaya başlayınca elimle durdurdum.
“Hocam,” dedim, “durun bi alışayım, ne bu acele, her gün vefat etmiyoruz sonuçta, bi müsaade edin.”
Etmediler. Siyahlı olanı bir suçluymuşum gibi peş peşe yaptıklarımı sıraladı.
“Tayfun Bey,” dedi, “öncelikle bol miktarda yalan söylemişsiniz.”
“Hayatımda hiç yalan söylemedim,” dedim. “Tevil ettim. Tevildir o.”
“İnsanlara adaletsiz davranmışsınız.”
“Hangi insanlara? Bizimkilere mi onlara mı?”
“İftira atmışsınız.”
“O şöyle. Şimdi biliyorsunuz, harp hiledir. E biz de harpte olduğumuz için…”
“Vergiden kaçmışsınız?”
“Kaçmadım, kaçındım.”
“Hırsızlık da yapmışsınız. Epey rüşvet aldığınız görünüyor burada.”
“Hayır, rüşvet hırsızlık değildir ki. Ben Hayrettin Bey’in yalancısıyım.”
“İhaleye fesat karıştırmışsınız?”
“Fesat değil, sermayenin el değiştirmesi diyelim.”
“Doğru söyleyeni kovmuşsunuz.”
“Fitne çıkmasın diye.”
“Akrabalarınızı hak etmedikleri halde işe sokmuşsunuz?”
“E akrabaya yardım etmek emredilmiyor muydu? Onda da Mehmet Bey’in yalancısıyım.”
“Son bir şey daha var,” dedi. “Faiz yemişsiniz.”
“Yok artık,” dedim. “Yanlış bilgi. Dövize endeksli mevduat o. Faizi düşürdük ya, oradan telafi ettik.”
“E faiz işte.”
“İçinde faiz geçiyor mu? Geçmiyor. Dövize endeksli mevduat diyorum.”
Etkilenmemiş görünüyorlardı. Müdahale etmem gerektiğini düşündüm.
“Ya kusura bakmayın da karamsar bir tablo çiziyorsunuz, gören de hiç iyi yaptığım bir şey yok zanneder. Beyazlı beyefendi hiç konuşmadı, siz de bir şeyler söyleyin, elinizdeki kağıtta ne yazıyor bizimle paylaşsanıza,” dedim.
Beyazlı kafasını öne salladı. “Hemen kontrolünü sağlıyorum,” deyip elindeki kağıda baktı. Bir süre inceledikten sonra kağıdı ters çevirip hiçbir şey yazılmadığını gösterdi.
“Sistemsel bir arıza olmalı,” dedim.
“Böyle bir şey mümkün değil” dedi.
“Ne demek mümkün değil,” diye çıkıştım. “Beyefendi, yaptığım iyi şeyler kaydedilmemiş.”
“Ne mesela?” diye sordu iğneleyici bir tonda.
Biraz düşündüm. Sonra işaret parmağımı sevinçle havaya kaldırdım. “Domuz eti!” diye bağırdım.
Birbirlerine baktılar.
“Ben bütün hayatım boyunca domuz eti yemedim,” dedim, “yazmamışsınız işte oraya! Hiç yemedim diyorum. İnanamıyorsunuz değil mi? Ama gerçek bu. Ağzıma sürmedim. Domuz etini koklamadım bile, yanından bile geçmedim. Domuz gördüğümde ya canım çekerse diye yolumu değiştirdim. Amerikan filmlerinde pastırmasını sosisini falan kızartıyorlar hep, bir gün bile ben de bahçede yapayım şundan demedim. Bunu nasıl görmezden gelirsiniz? Bir şey demeyecek misiniz?”
“Tebrik ederiz,” dedi.
“Bu kadar mı!” diye bağırdım. “En güvendiğim şeyi nasıl yazmazsınız! Ben şu an çalıştığı yerden soru gelmeyen öğrenci gibi hissediyorum kendimi. Kusura bakmayın ama ben burada bir art niyet seziyorum.”
“Bu tip duygular bizde mevcut değil” dedi soğuk bir tavırla.
“Tamam ben dünyanın en kötü insanıyım,” dedim. Siyahlı bunu not etti. Yaptığım göndermeyi anlamamışlardı. “İroni bu,” dedim bezgin bir halde. “İroni.”
Sorgucular gitti, sonrasında iki kişinin gelip kolumdan tutup beni kaldırdığını gördüm. Tipleri Araplara benziyordu.
“Bu işleri burada size mi yaptırıyorlar?” diye sordum.
Şaşkın baktılar. Kendi aralarında Arapça bir şeyler konuştular. Sonrasında bana çarpan taksicinin gelmesiyle tekrardan hayata döndüğümü fark ettim.
“Birader çat diye önüme çıktın! Zor durdum,” diye beni azarladı.
“Başka türlü durmazdınız ki zaten,” dedim. Ölümden dönmüş bir insanın yapabileceği en iyi iğnelemeyi yapmama rağmen tepki vermedi. O iki Arap yolcusunu alıp uzun mesafe yoluna giderken ben de dövize endeksli mevduat hesabı başvurusu yapmak için bankanın yolunu tuttum.