Bir dostum şöyle bir soru sordu: İçki de haram domuz da. Acaba neden içkiye gösterilmeyen tepki domuza gösteriliyor? Arada ne fark var? Eğer köfteye (iddialara göre) domuz değil de şarap katılıyor olsaydı aynı tepki olur muydu? Domuzda olup da şarapta olmayan ne var ki seküler, dindar herkes tepki gösteriyor? Hıristiyanlığa gösterilen tepkinin dinsizliğe gösterilmemesi ile bir benzerlik var mı?
Aslında güzel bir soru. Sahiden domuzun günahı nedir? Dini açıdan bakılırsa yani haram olmak noktasında, içki ile domuz arasında pek bir fark yok. Bu yüzden meseleye sadece din nazarıyla bakılırsa bu sorunun cevabını bulamayız. Fakat ikisi arasında şöyle bir fark var: Şarap haram iken domuz aynı zamanda necis sayılıyor. Domuzun “necis”liği “haram”lığından daha ağır basıyor. Domuzun günahı haram olmak değil necis olmak. Dini ihlal etmek o kadar sorun görülmeyebilir ama necaset (yani tabu cinsinden olan necislik) daha bir kültürel derinlik ve somatik hassasiyet üretiyor. Müslümanlık (veya ona bina edilen milli kimlik) bir nevi domuz yemezlik ile (yani iğrenmeye dayalı bir sakınma ile) tanımlandığı için bu sınırın ihlali daha radikal bir tepkiye yolaçıyor. Böyle şeyler birey bazında bulantıya, toplum bazında ise infial duygusuna yolaçar.
Özetle domuzun günahı necisliğidir. Ve her ne kadar necislik dini bir çerçevede anlamını kazanmış görünse de domuzun statüsünü belirleyen şey dini aşan antropolojik bir şeydir. Bu, manevi (kültürel ve kimliksel) ve maddi (bedensel) bir statüdür. Domuz hem haram hem necistir.
Normalde dini açıdan Allah’ın güzel (veya çirkin) bir ayeti olan bu hayvanın etinin yenmesi yasak sayılmıştır. Domuza ayrıca düşmanlık veya bulantı duymanın dinde bir temeli yok. Fakat her kültürde çoğu kez dini sınırlarla da belirlenen bazı yasak unsurlar grup aidiyetinin temini için geliştirilen kutsallık ile ilave bir derinliğe kavuşturularak tabu haline ge(tiri)lir. Bu da meselenin bireysel bir iğrentiyi aşan kolektif bir nitelik kazanmasına imkan tanır.
1990’ları yaşayanlar hatırlayacaktır: Gerçekten de bir zamanlar Türkiye’de faaliyet göstermeye çalışan misyonerlere en büyük tepki dindarlardan değil Genelkurmay’dan gelirdi. Tıpkı doğruluğuna bakılmaksızın helal ete domuz katıldığı haberlerine tepkinin dindar-laik ayrımı olmaksızın evrensel bir mahiyet arzetmesini andırır şekilde, Hıristiyanlığa karşı tepki de dindarlardan ziyade dinde çok da hassas olmayan kesimden gelirdi. Dinsizlik propagandası dine bir tehdit iken, Hıristiyanlık propagandası milli kimliğe bir tehdit olarak algılandığı için. Ateizm tehdidi Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görev alanına girerken, misyonerlik tehdidi Genelkurmay Başkanlığının görev alanı olarak görülürdü. Halbuki (eğer ille olacaksa) dinen bunun tersinin olması gerekirdi.
Necis olan şeyler genelde aynı zamanda haram olur ama haram olan herşey necis sayılmayabilir. Hatta haram olmasa bile necis sayılan şeyler vardır (belki salyangoz örneğinde olduğu gibi). Bir toplumun kültürel fıkhı, dini fıkhından daha derinde bir yerde durur. Bazan özdeşleşseler de yekdiğerlerine indirgenemezler.
Türkiyeli bir Ermeni’nin taharet hassassiyetinin dinen Müslüman olmamasına rağmen kültürel olarak Müslüman olmasıyla ya da daha doğrusu ait olduğu vatanının kültürel fıkhı ile bir ilgisi var. Hıristiyan bir Avrupalı ile dinen örtüştüğünde bile kültürel olarak örtüşmeyen bir taharet anlayışına sahip olabiliyor.
Demek ki domuzun günahı haramlığından çok necisliğinde yatıyor.