“Benim aşladığım ağaçta elma var’’ dedi babam. Ameliyat sonrası taburcu olduktan sonra, köydeki evimizin kapısında laflıyoruz babamla. Ev kalabalık, hiç olmadığı kadar hem de. Yıllar sonra babamın sağlık sorunları nedeniyle dokuz kardeş biraraya geldik. Nadir anlardan biri dokuz kardeşin aynı anda bir yerde olması. Enişteler, yeğenler derken evde bir nümayiş havası. Kalabalık aileye uygun olarak, dedemin ahşap iki kapılı evinin yerine yapılan yedi odalı evin bile dar geldiği nadir anlardan biri…Normal zamanda anneyle babanın yalnız başına kaldıkları evin her odasından sesler geliyor. Çocukların attığı ani çığlıklar büyüklerin seslerini bastırıyor çoğunlukla. Üç yaşındaki Elif Su kendisinden iki yaş büyük ablasıyla Melek Yaren’le kapışıyor oyuncaklarını kaptırmamak için. Bu kapışmada abla bir yandan koruma rolüne girdiği için genelde kaybeden oluyor. Bir diğer kardeşimin üç buçuk yaşındaki kızı Emine baskın çıkıyor iki kardeşin kavgasında ve oyuncaklar ona geçiyor. Kavgaya yedi yaşındaki diğer kız kardeşimin kızı Serra katılıyor. Serra güzelliği kadar yaramaz ve muzur olmasıyla ünlü. Annesi Rahime’ye çekmiş belli. Annesi de çocukken çok yaramazdı. Serra çocukları örgütlüyor anında ve kalabalık evde bir curcuna kopuyor.“Bütün bunlar senin başının altından mutuçi…” diyerek kızıyorum Serra’ya ya da kızar gibi yapıyorum. Bu söz bana bumerang gibi dönüyor anında, “Sen de Mutuçi babasın” diye cevap veriyor bana. Ve bu sözü duyan çocuklar “Mutuçi baba…” diye seslenmeye başlıyor bana. Dayılıktan “Mutuçi babalığa” terfi ediyorum böylece.Benim derdim ise yeni ameliyat olan babamla ilgili. Kronik astımın yanı sıra, böbrek yetmezliği de ortaya çıkan babam aynı zamanda tansiyon hastası. Bu gürültünün ona zarar vereceğini düşünüyorum nedense. Oysa babam uzun süredir olmadığı kadar mutlu. Torunlarından birini alıp diğerini bırakıyor. Bazen üçünü, dördünü kucaklıyor aynı anda. Birkaç gün önde hastanede “yaşam enerjisini yitirmiş” diye düşünüp üzüldüğüm babam gitmiş başka bir insan gelmiş sanki. Tutmasalar bahçeye inip çalışacak…Mart ayının son günü Apiça’ya yağan yarım metre kar ve sonrasında yapan don, meyvelerdeki bütün çiçekleri döktü. Geçen sene meyvelerdeki bolluğun yerini bu sene tam bir kıtlık almış. Karayemişlerde, armutlarda ilaç için tek bir meyve yok. Kokulu üzümlerde biraz var olsa da daha zamanı gelmedi. Meyvelerin bir sene az, bir sene çok vermesine tanıktım ama böylesini ilk kez gözlemliyordum. “Köye kıtlık geldi” diye konuşunca, babamın verdiği “Bu sene meyveler zamansız yağan kar yüzünden öyle oldu sadece benim aşladığım elma da biraz var” dedi. Babamın verdiği cevap beni yıllar öncesine götürdü aniden. Bir Mart ayında babam İstanbul’a gelmişti. İşlerini hallettikten sonra köye dönmek isteyince “Baba biraz daha kal. Bak çocukların burada Gölcük’e gidersin. Bu karda kışta ne yapacaksın köyde” deyince, “Ben da kalmak isterim ama bu sene çok kar yağdı. Evin altındaki elma ağacını kar kırdı. O elma ağacından bir aş alıp, küçük bir elma fidesine aşı yaptım. Havalar soğuk gidiyor, gidip onu kontrol etmem lazım…” deyip gitmişti. İşte bu sene evin bahçesinde meyve veren tek ağaç o elma ağacıydı.İftar zamanı iki masa kuruluyor. Çocuklar içinse başka bir masa daha. “Çok kalabalıksınız, teker teker gelseniz olmaz mı” diye takılıyorum kardeşlerime. “Sen niye böylesin, biz toplu dolaşmayı seviyoruz” diye cevap veriyor Sevilay. “Şaka da olsa böyle sözler söyleme abi’’ diyor Ümmü Gülsüm. Benden sonraki kardeşim Ümmü şeker hastası ve yıllardır insülin kullanıyor. Biraz da içe dönük olduğu için diğer kardeşlerim üzerine titriyor. “Bak üzdün ablamı. Sen zaten hep ayrık otusun, gelmezsin gitmezsin. Aramazsın, sormazsın. Zaten birkaç gün sonra gideceğiz, sen de rahat edersin” diyerek panter pençelerini çıkarıyor Rahime…“Giderken arkanızdan su dökeceğim ama hayali. Malum köyde kuraklık var su dökmek israf. Ben avuçlarımla su döker gibi yaparım, siz su olarak kabul edin canum kardaşlarum…” diye cevap verince panter Rahime’ye bir kahkaha yükseliyor masadan. Çatal bıçak seslerinin kardeş sesine karıştığı neşeli bir iftar yapıyoruz hep birlikte…Sahurdan sonra ev halkı uykuya çekilirken balkona çıkıyorum sessizliğin sesini dinlemek için. Gecenin sessizliğini eniştem Aydın’ın içerdeki odadan gelen horultusu bölüyor. Hava aydınlanmak üzere. Karşı dağların heybeti yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bir anda elma ağacına takılıyor gözüm. Hava aydınlandıkça belirginleşiyor dallarındaki elmalar. Kardeşimin bana söylediği “Sen zaten ayrık otusun” lafı düşüyor aklıma. Gerçekten öyle miydim? Kalabalık bir ailede var olmanın keyfini sürmektense hep bir başına mı kalmıştım? Cevaplayamayacağım bir sürü soru geliyor aklıma. Ve elmalar iyice belirginleşiyor bu soruların arasında. Çok seviyorum oysa onları. Bir yerlere giderken, bir işi yaparken toplu halde davranmaları sürekli dayanışma içinde olmaları hoşuma gidiyor, gizli gizli övünüyordum onlarla. Yine de vardı bende bir ayrık otu olma hali… Bu yazıyı da kalabalıklardan ürken, kendi yalnızlığında yaşayan ayrık otlarına ithaf ediyorum.Sevdiklerinize sevginizi gösterdiğiniz kalabalık ve gürültülü bayramlar yaşama dileğimle. İyi bayramlar. Ha, bu arada elma ağacındaki elmalar az da olsa kendi zamanında olgunlaşmaya devam ediyor.
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik