Ana SayfaYazarlarEmek de ne karizmamız olsun yeter!

Emek de ne karizmamız olsun yeter!

 

Bir zamanlar hemen her evde lüksler vardı. Gazla çalışırdı bu lüksler. İğneyi saran bir tüle verilen gaz etrafı aydınlatırdı. Lüksü çalıştırmak maharet isterdi. İspirto tüle dökülür, kazanında bulunan gaz iğneye pompalanmaya başlanırdı. Bu pompalama işlemini fazla yaparsan iğneye giden gaz da fazla olur, hava yapardı. O zaman da lüks yanmaz, kalırdın karanlıkta. Başıma çok gelmiştir bu durum…

 

Avrupa Şampiyonası’na giden milli takımı bu lükse benzetiyorum daha çok. Memleket olarak kendi kendimize gaz verme ve hamaset yapma üstadı olduğumuzdan milli takımı da bu şekilde gönderdik Fransa’ya. Verilen gaz fazla geldi, iğneden kaçırdı ve hep birlikte karanlıkta kaldık. Yine de bardağın dolu tarafından bakmak lazım, son derece sıkıcı ve kısır gollü maçlara sahne olan şampiyonada bir ilki başararak kalemizde üç gol birden gördük. Bu şeref bize ait!

 

Milli takım kendisinden kalibre olarak çok yukarıda olan iki güçlü takımla oynadı. Normal şartlarda da Hırvatistan ve İspanya bizi yenerdi. Burada anormal olan ve insanın sinirini bozan yenilmemiz değil, milli takımın hiçbir direnç göstermemesiydi. İnsanların ağrına giden de o oldu. Turnuva öncesi ne yapacağı belli olmayan bir milli takımı dolduruşla gönderdiğimiz Fransa’da futbolun gerçeği yüzümüze tokat gibi çarptı. Oyun planını geçtik, hiçbir şey oynamayan, direnç göstermeyen, mücadele etmeyen bir milli takımla karşılaştık.

 

İspanya maçının bizim açımızdan teknik analizini yapmak anlamsız. Son dört şampiyonanın üçünde kupayı havaya kaldıran, bıktırıcı bol paslarla sonuca giden ve dünya futbolunda bu anlamda devrim yapan İspanya’ya karşı yapabileceğimiz tek şey vardı: Topu kaptığımızda rakip kaleye çok hızlı ulaşmak. Bunu yapmak için de İspanya’dan daha çok koşmak, daha çok mücadele etmek gerekiyordu. Onu yapmadık. Rakip takımın dünya futboluna armağan ettiği yıldızları bizden daha çok koşup, daha çok emek harcadı yeşil zeminde. İspanyollar futbolun gereklerini yerine getirirken, bizim oyuncular karizmalarıyla ilgiliydi daha çok. CV’sinde bir Avrupa Şampiyonluğu bir Dünya Şampiyonluğu başta olmak üzere sayısız başarıları yazan İspanya teknik direktörü Vicente del Bosque’yi Beşiktaş’ı çalıştırdığı dönemde “Yeniköy Kasabı” deyip teneke çalarak göndermiştik memleketten. Bizim kulübede ise CV’si uluslararası düzeyde pek parlak olmasa da “İmparator” vardı. Kısaca emek, bilgi, çalışma ve üretme değil, karizma her şeyden önemliydi bu topraklarda.

 

Hal böyle olunca “karizmayı çizdirmemek” sahada oynayan futbolcularımızın en önemli meselesi haline geldi. Mahallede berber çırağı olacak sevimlikte top koşturan ki bana göre şu anda dünyanın en iyi ve yetenekli orta saha oyuncusu olan İniesta, bilgi ve becerisini sahaya yansıtırken bizim oyuncular karizmatik bir şekilde dolaşıp durdular. Ne de olsa endüstriyel futbol bir şovdu. Biz o şovun emek harcama kısmını değil, karizma kısmını kendimize aldık kulübeye bakarak. Balık baştan kokardı ilk önce…

 

Cengiz suçlusun ayağa kalk!

 

Maç bitiminde oturduğum koltuğa yapışıp kaldım. Suçlu arıyordum kendimce. Yalnızdım ve yanımda suçlayacak, uğursuz diyebileceğim kimse yoktu. İmdadıma Serbestiyet yazarı sevgili Cengiz Alğan yetişti. Oğluyla karne hediyesi olarak birlikte maç izlemişler. Sinan sekiz yaşında, yakışıklı olduğu kadar çok da zeki bir çocuk. Kendisiyle tanışma şerefine eriştim. Baba futboldan bihaber olunca Sinan da yakın çevresinden öğreniyor çok sevdiği futbolu. Ve tabii babasına satıyor bildiklerini. Baba-oğul aynı koltukta birbirlerine sarılarak izlemişler maçı. Sinan maç sırasında yorumlarını yapmış futbol cahili babasına. Cengiz’in ilk kez 90 dakika maç izlemesi milli takıma uğursuz geldi ve farklı kaybettik. Suçluyu başka yerde aramayın, ben buldum ve toplumsal sorumluluk gereği ilan ediyorum. Suçlu Cengiz!

 

Vasatlığı daha da aşağı çekmek ve Arda

 

Bir deyiş vardır ya, “Türkleri aşağıya itmek için bir şey yapmayın onlar zaten birbirlerini aşağıya çeker” diye. Dün akşam bu acı gerçeğe bir kez daha tanık olduk. Her alanda olduğu gibi giderek vasatlaşan memlekette sınırlarını zorlayarak futbolumuzun en önemli markası haline gelen Arda’yı linç ederek tek suçlu ilan ettik dün gece. İspanya’nın attığı üçüncü golden sonra topu her ayağına aldığında ıslıklandı, hakaretlere uğradı Arda… Kabul, Arda iki maçta da kendisinin çok altında oynadı, hatta hiçbir şey oynamadı, bütün takım gibi. Bu takımı mucizeleri gerçekleştirerek Fransa’ya götüren de başta Arda olmak üzere sahada top koşturan futbolculardı. Sıradan futbolumuzun sıra dışı oyuncularından biri olan Arda’yı iki maça bakarak yeşil sahaya gömmek bize bir şey kazandırmaz. Sadece daha da sıradanlaştırır. Belki de istediğimiz bu, çekelim ayağından aşağı mutlu mesut sıradanlığımız içinde yaşayıp gidelim.  Bir kez daha başardık bunu, şimdi dağılabiliriz kendi kısır döngümüzdeki sıradanlığa.               

- Advertisment -