Ana SayfaYazarlarErdoğan’ın Gül stratejisi doğru bir tercih mi?

Erdoğan’ın Gül stratejisi doğru bir tercih mi?

 

Abdullah Gül, dört yıl önce Çankaya’dan inerken “tecrübelerimi, birikimlerimi halk yararına kullanmaya devam edeceğim” demiş; sözleri “Türkiye’nin siyasi ombudsmanı, akil adamı” olacak şeklinde yorumlanmıştı.

 

Ancak öyle olmadı. Keşke beklentileri karşılayacak şekilde hareket etseydi.

 

Çünkü o zaman Braudel’in ifadeleri ile ortak zihniyeti kabul ettirici, tercihlerde yol gösterici, hareketleri yönlendirici, toplumun düşünce evrenine yerleşen kavramları icat edici bir aracı olurdu.

 

Yaptığı üç hata Gül’ün Türkiye’nin “akil adamı” olma pozisyonuna zarar verdi.

 

(1) AK Parti ile arasına mesafe koydu. Bu da tüm Türkiye’yi kucaklamada eksiklik yarattı. Böylece AK Parti camiasına hitap eden sözünün itibarı azaldı.

 

(2) Çözümün değil problemin taraftarı oldu.

Düşüncelerini açıklarken daha çok hükümete yönelik eleştirilerle gündeme geldi. Oysa eleştirileri kadar devlet tecrübesinden de yola çıkarak çözüm önerilerinde bulunabilirdi. Özellikle FETÖ darbesi ile devlet kurumları ve organları yerle yeksan olmuşken, kamu idaresinin yeniden yapılandırılmasına ilişkin ufuk açıcı önerileri ile dava arkadaşlarına yol gösterebilirdi.

 

(3) Geri planda “özgürlükçü-çoğulcu demokrat Gül, katı otoriter Erdoğan” paradoksunun oluşmasına katkı sundu (mesela danışmanının kendi döneminin bazı mahrem konularını yansıtan bir kitap yazmasına onay vererek, Erdoğan otoriterliğe kaydığı için kendisiyle aynı karede görünmek istemiyor izlenimi yaratarak).

 

Yönetilebilir miydi?

 

Kabul etmek gerekir ki Gül’ün sergilediği hatâlar silsilesi Erdoğan açısından bir Gül sorunu yarattı. Ancak buna rağmen Erdoğan, uzun süre Gül ile arasındaki görüş ayrılıklarını yönetilebilir kılmayı, aralarındaki ayrılıkları görünür kılmamayı tercih etti. Bu tercih, doğru bir stratejiydi.

 

Ancak Erdoğan, 12 Aralık’ta Kastamonu’da yaptığı “Bay Kemal’in kayığına biniyor” eleştirisi ile bu stratejiyi terk etti. Peş peşe Gül’ü teşhir eden, Gül ile AK Parti tabanı arasındaki sempatiyi ortadan kaldırmaya yönelen bir söylem ve stratejiye yöneldi.

 

Erdoğan tutum değişikliğine “Gül’ün Erdoğan’ı seçtirmeme yaklaşımını benimsemesi” yönünde aldığı duyum mu etkili oldu, yoksa Erdoğan’a yakın durdukları ve Erdoğan’ı korudukları ileri süren medya ve sosyal paylaşım platformlarındaki aktörler mi etkili oldu, orasını bilemiyoruz.

 

Peki, bu strateji sürdürülebilir ve doğru bir strateji midir? Eğer “Gül Erdoğan’ı seçtirmeme kararı aldı” şeklinde net ve kesin bir bilgi üzerine harekete geçildiyse, evet, doğru bir stratejidir. Zira kendi tabanı üzerinde etkili olma kapasitesi olan bir siyasi aktörü “nefret objesi” haline getirmek siyasetin doğasında olan bir stratejidir.

 

Stratejinin olası yansımaları

 

Ancak net ve kesin ve net bir bilgiye dayalı değilse Gül’ün karşıya alınması yanlış bir stratejidir. Nedenlerine gelince… Bu durumda iki sebebin Gül stratejisini hatalı kıldığını düşünüyorum. Bir, Gül aday olmaz ama Erdoğan’ı eleştirmeye yönelerek, AK Parti içinde kendisini ifade eden “buralı olmakla evrensel olmayı” önemseyen kitle üzerinde etkili olma, bu kitleyi AK Parti’den koparma tutumuna yönelebilir. Küsurların dahi önemli olacağı 2019 seçimlerinde Gül’ün AK Parti’de yaratacağı şok veya deprem önemsizdir denilemez. Hele bir de muhalefet genç, karizmatik, hitabeti iyi bir yeni aday ile Erdoğan’ın karşısına çıkarsa Gül’ün sözleri daha etkili hale gelir.

 

İki, Erdoğan’ın Gül stratejisi, Gül hiç Erdoğan’a zarar vermeyi veya açıktan tutum almayı düşünmezken “yetti artık” deyip kolları sıvattırabilir de. Gül Erdoğan karşıtı muhalefetin adayı da olabilir. Ben şahsen Gül’ün böyle hareket edeceğini düşünmüyorum. Ancak Gül’ü aşırı ötekileştiren, nefret objesi haline getiren söylemin Gül’e başka bir çıkış kapısı bırakmayacağını da görmek gerekir. O zaman da Erdoğan çevresinin yeni strateji üzerindeki etkisini “Gül’ü Erdoğan karşıtı bir karar vermeye zorlama” şeklinde yorumlamak dışında bize bir seçenek kalmıyor.

 

Gül için şimdi ne kadar yakın?

 

Varsayalım ki Gül, Erdoğan’ın stratejisi sonucu bu iki seçenekten birini kabul etti. Bu durumda ne olur? Kendisini dikensiz gül bahçesinde bulamayacağı kesin. Dışarıya verdiği izlenim ve karşıtlarının oluşturacağı algı da en büyük handikapı olacak.

 

Gül, sıklıkla özgürlükçü-çoğulcu bir Türkiye vurgusu yapıyor ama Türkiye’nin en önemli meselesi olan PKK’nin şiddetteki ısrarını nasıl halledeceğine dair bir fikir sunamıyor. Gül’ün seslendirdiği gibi Kürt sorununda AB hukuk normları ile yol alınacaksa, güvenlik bürokrasisinin PKK şiddeti ile mücadelede olmazsa olmaz bir gereklilik olarak sunduğu PKK sosyal ve siyasal habitatına yönelik operasyonlar durdurulacak. Bu da PKK şiddetinin kontrol altına alınmasında çok ciddi problemlere yol açacak. Gül, yarın Türkiye’nin doğusunda “kurtarılmış bölgeler inşa edildiğinde” halka dönüp ne diyecek? Kamu güvenlik bürokrasisini mi suçlayacak?

 

Gül ısrarla küresel aktörlerle arasını iyi tutuyor ama bu aktörlerin Türkiye’ye yönelik fiili müdahalelere varacak dahilliklerine dair de bir şey söylemiyor. Bu yüzden sık sık kamuoyunun, “Batı ve Amerika ile ilişkiler neyin karşılığı düzeltilecek? Türkiye, Batı’nın ve Amerika’nın yeniden jandarması haline getirilerek mi bu kuşatma yarılacak?” sorularıyla karşılaşacak.

 

Gül’ün açıklama yapmadığı, girmemeye özen gösterdiği dikkat çekici bir konu var. Kendisi ve savunucuları FETÖ’ye nasıl bakıyor? Bilmiyoruz. Sadece bildiğimiz şu: Devlet içinde Gül’ün yeniden FETÖ’ye itibar kazandıracağı, FETÖ’yü geri getireceği yönünde çok ciddi bir kaygı var.

 

Gül kendisi açısından büyük bir handikap içeren tüm bu konulara ikna edici bir açıklama getirmedikçe, “küresel aktörlerle birleşerek dava arkadaşı Erdoğan’ı arkadan hançerleyen kişi” suçlamasına maruz kalmaktan kurtulamayacak. Gül’ü en fazla zorlayacak ve yıpratacak “itibar asidi” bu suçlama olacak.

 

Gül, aleyhine bu kadar ciddi işaretler varken, kaybedeceği bir savaşın komutanı olmak ister mi? Anladığım kadarıyla, savaşın komutanı değil ama lojistik ve moral-motivasyon cephesi komutanı olup savaşın kaderini etkileyen olmak istiyor.

 

Ancak yerel seçimlerden sonra ortaya çıkacak tabloya göre “şimdi ne kadar yakın” sorusuna “o şimdi, şimdidir” yanıtını vererek savaşın komutanı olmayı da isteyebilir.

 

- Advertisment -