Ana SayfaYazarlarEvcilik oyunu

Evcilik oyunu

 

İstanbullu yeni evli bir çift, evlendikten iki ay sonra soluğu mahkemede almış.

 

Kadın ruhsal-fiziksel uyumsuzluktan dem vururken, erkek onun evi terk ettiği, ihtiyaçlarla ilgilenmediği, kısa, şişman ve ona layık olmadığı mesajları atıyormuş.

 

Bunlar evin içinde de mesajlaşıyor olmalı. O yüzden biri ötekinin fizik uygunsuzluğunu öteki de onun kısa ve şişman olduğunu fark edememiş. Evlenmeden önce akıllar fikirler neredeymiş peki? Cepten iletişim desek, telefonda tuş kadar görüntü de var…

 

Erkeğin açtığı red, kadınınki kabul, nafaka da bağlanıyor.

 

Adana’da dini nikâhlı eşlerden kadın, erkeği uykusunda öldürmüş, gerekçesi küçük yaştaki öz kızına taciz. Mahkeme kadına verilen ömür boyu hapis cezasını az bulmuş, iki ömür boyu hapis istenecek, öyle görünüyor.

 

Evlilikler evcilik oyunu, öte yandan yazılı basın da evlilik silahşörlerinin kılıç çaldığı tuhaf yer.

 

Bir arkadaşımız vardı, sevgililer gününde tam sayfa ilan kavgası verirdi. Sonra boynundan geçirdiği kartelaya o ilanı büyütüp önlü arkalı asar, eline megafon alıp kızın işyerinin önüne gider avaz avaz aşk ilan ederdi. Doktordu üstelik, ona göre aşkın en medikal ve hakiki söylenişi böylesiydi…

 

Bir zamanlar Frank müstear adıyla böyle bir ilan-ı aşk okumuştum çeyrek sayfaya yayılmış: ‘Dünyanın en güzel kadını…’ diye başlayan bir doğum günü kutlamasıydı. Biz de geçmiştik gırgırımızı tabii. Bas bas paraları Leyla’ya, pardon gasteye, tam sayfa olmasın abi, çeyrek sayfa yeter, ötekilere de yer kalsın diye ilan servisindekiler bastırınca o kadarcığa razı olan yerli Müsü Frank’a sormadan edemediydik, ‘Nerden dünyanın en güzel kadını oluyor o’ diye?

 

Banker, ihracatçı, büyük müteahhit olmayasınız Müsü siz? Yoksa ödenecek yüklü çekiniz mi var da, kayınbaba üstünden çözüm ararken eşiniz dünyanın en güzel kadını gibi mi göründü?

 

Yoksa hovardalığınızın özrünü mü dilemektesiniz?

 

Adana ‘dolaylarında’ bir vak’am vardı, kocayla papaz olmuş, adam buna ‘nikahını ver kız’, demiş. Bu da sormuş, ‘niyekine Hüsam?’ diye. Hüsam demişkine, ‘göynüm başkasına kaydı, onunla evlenicem’. Kadın demiş ki, ‘ben bu çocukları babamın evinden mi getirdim, çeyiz sandığında, a gözü körolası?’ / ’Onlar sende kalabilir, biz yenisini yapcaz zaten’ demiş Hüsam, bu da indirmiş küreği adamın başına. Yok, bir şey olmamış mikroba, ama demek biliniyorlarmış zaten, başka dosyaları da varmış, hepsini birleştirmişler, adamı içeri tıkmışlar. Bizimki her görüş gününde gidiyor, temiz çamaşır, sigara götürüyor, çıkarken de ellerini yumruk yapıp vuruşturup, ‘nikâhımı vermiycem işte!’ diyordu, her seferinde…

 

O zaman şiddet icad olmamış olamaz da, koca mapusta olunca, şiddet hükümsüz elbet.

 

Çıkınca ne oldu demeyin, onu bilmiyorum ama Kızılay yardımı çadırının bir gece elinde sigarayla uyuyunca yandığını biliyorum. Nikâhını vermedi ama çadırını verdi…

 

Kıymet’i hiç sormayın, kocası üç nikâh taşını yere atıp da nikâhı sonlandırdığında, yerden toplayıp cebine koymuş, o da kendince ne kocayı vermişti ne nikâhı.

 

Ama sonra kocası ona kıydı, yeni kadınla düğün kurmuş giderken, hem de Kıymet’in evine, yoluna durdu, taşları cebinden çıkartıp gösterdi: ‘Senin karın benim’ dedi, kendince taş diliyle… O da işte, bir omuz silkişiyle, ‘ama bu da karım’ demeye getirdi, sonra elini kuşağına attı işte, şey etti…

 

Biri de vardı, alayına öğretti ama yanı başındakine öğretemedi, küfelik içmemeyi, babalık, kocalık etmeyi… O da bir gün zilzurna geldiğinde, çekti adamı kapının dışına, çocuklar duymasın diye bahçede girişti, kocasına, yer misin yemez misin… Adam yerde mi gökte mi farkında olaydı, dayak yediğini fark ederdi belki… Sonra ayırdı evini, yemeğini götürdü, kirlisini yıkadı, çocuklar babayı yokladı, kendi defterden sildi. Ama yükün çoğunu gene kadın sırtladı elbet. Bir güzel dövdü ya, oh canıma değsin…

 

Aşkın ve evcilik oyunlarının nicesine tanıklık ettiğimiz ömrümüzde/işlerimizde o Müsü Frank ve megafonla aşkı bağıran doktor gibiler vız gelip tırıs gidiyor, ey sevgili okur.

 

Kadınlara, çocuklara, beraberliklere, insan gibi ayrılmayı yahut sevgisini saklıdan gizliden, (sevda sırınan olur makamından, hey koca Neşet usta, nur içinde yat…) söylemeyi bilmeyenlere çaresizce tanıklık etmesi zor. Yıl devriliyor, sızı eksilmiyor. Belki onlar nicesine kanat açıp, yeni hayatlar kurdu ama bu fakirin kalbinde destanlarının ilk faslıyla yazılı kaldı hepsi.

 

Kadının hayatta ve aşkta yağmalanışının acı hatırası ve zalim destanı…

 

Bunlar da memleketimden aşk ve nikâh manzaraları… Yazarız belki bir gün,  aşklar, hicranlar ve ayrılıklar destanı diye… Belki de yazmayız, bilmiyorum, onları tanımak, çare olmaya çalışmak, şimdi yazılı görsel basından izlemek, hikâyelerine ortak olmak güzeldi,  aşkları ve evcilik oyunları olması gerektiği kadar güzel olamadıysa da…

 

Cümlesinin evcilik oyunu güzel olsun. Oynarken, oyun sona erdiğinde kalplerinde hicran lekesi kalmasın. Akıllıca oynasınlar diyeceğim ama aşkla aklın yan yana düştüğü nerede görülmüş.

- Advertisment -