Evin ruhu

 

Suriye’nin harap olmuş şehirlerine bakıyorum fotoğraflardan. Harap evlerine, evsiz kalıp da yola düşen insanlarına. Bir yere ait olamayışın, dönüp dolaşıp ruhu sükûna erdirecek bir güvenlik alanına giremeyişin ıstırabı nasıl da büyük. Evinden edilen yurdundan edilmiştir. 

Ev bizi hayatın fırtınalarından korur. Güvenlik sağlar bize, sıcaklık verir, aşinalığıyla sarıp sarmalar. Ayaklarımızı sağlam basabileceğimiz bir zemin, yalpalayan ruhlarımıza bir çapa, akışkan hayatın hızından dinleneceğimiz bir yastık sunar. Dış dünyada ne kadar omuzlarımız düşse de evin hakimiyizdir. 

Yorgunluğumuzu ve düş kırıklıklarımızı orada onarır, geçmişle bugün arasında orada bir bağ kurarız. Evin ruhu biraz da bu güven ve aidiyet hissindedir. Ben şahsen en çok kitap kokan evleri sever, kitapsız evleri çok can sıkıcı ve tekdüze bulurum. Düş kurmanın, hayallere dalıp gitmenin, bir kitabın koynunda uyuyakalmanın imkanlarını bize vaat etmeyen bir ev boştur. Ev geri çekilmenin, inzivanın, ses ve imgelerden ricat ederek ruha dikkat kesilmenin de yeridir. Dünyaya kapıları kapattığınız anda ruhun kapılarını açma ihtimali her an eşiktedir.

Modern dünya sadece aileyi ve ilişkileri dönüştürmüyor. Huzur içinde düş kurmamızı sağlayan, düşlerimizi koruyan evimizi de dönüştürüyor. Modern birey gibi, evler de doğallıktan uzaklaşıyor. Modern insan, yüksek duvarlarla çevrili siteler içinde  güvenlik ve konfor ararken, yitip giden komşuluk ve mahalle ilişkilerinin yerine koyacak şey bulmakta hayli zorlanıyor. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan bireylerin durumu daha karmaşık görünüyor.

Ev benliğimizin sır perdesinin üzerinden kalktığı, gizli benliğimizin serbestçe ortalıkta dolandığı, kendimiz olmakta zorlanmadığımız yerdir. Kucağında huzur bulduğumuz bir anne veya sevgili imgesi olarak ev, bize kuşatıcı bir içsellik, kendimizi savunmaya ihtiyaç duymayacağımız koruyucu bir ortam vaat eder. Günümüz insanının sığınacak bir mahallesi de kalmadığından olsa gerek, evine yüklediği anlam gitgide artıyor. Teşhir salonu olarak modern ev. Modern evler adeta evdeki tüm bireylerin ihtiyaçlarını ayrı ayrı karşılayacak eğlence merkezleri gibi tasarlanıyor. Bireycilik, ev içindeki hayata da etki ediyor ve  neredeyse her oda ayrı bir interaktif yaşam alanı gibi düşünülüyor. Eğlence ve iletişim kompleksi olarak ev, besleyen ve uyandıran yer değil dikkat dağıtan ve uyuşturan yer olmaya başlıyor. Böylece ev bir sığınaktan bizi toplumsal hayattan yalıtan bir hapishaneye dönüşüyor, ev ve sokak arasındaki gözenekler tıkanıyor. Mahalle hayatı insanlar ve yerler arasında geçişkenliğe izin veriyordu : Komşu çocukları birbirinin evine destursuz sokulabilir, karnınızı ötedeki evde teklifsizce doyurabilirdiniz. Şimdi ekran karşısında geçirilen uzun yalnızlıklar hayatla bağlarımızı koparıyor. Ev elektronik uğultunun mekânı oldukça insan seslerini duymak kadar sessizlik de zorlaşıyor. Oysa sessizlik mekanı genişletir ve zamanı yavaşlatır. 

Mahremiyetin hızla soğuyan sularında, evler artık yumuşacık mahremiyet adaları değildir.  ‘Buralar, aşkın ve dostluğun paylaşılan teneffüs avlusu statüsünden bölgesel çarpışma alanlarına, birlik şantiyesinden tahkim edilmiş sığınaklar toplamına dönüşmüştür’ diye yazar Z. Bauman. Ev artık çok amaçlı bir eğlence merkezidir ve ev fertleri, ruhları birbirine dokunmadan, hatta bazen birbirlerini uzun süre görmeden bile yaşayabilirler.

Ev aynı zamanlarda düşlerimiz için bir çatı, hayallerimiz için  bir barınaktır. Gaston Bachelard, Mekanın Poetikası adlı kitabında evin insanın düşünceleri, anıları ve düşleri için en büyük bütünleştirici güçlerden biri olduğunu gösterir.  “Ev bizim bu dünyadaki köşemiz ve ilk evrenimizdir. Gerçek anlamda bir kozmozdur. Hem beden hem de ruhtur ev”  der, “Ev, bizi insani olana taşır. İnsani değerleri sadece deneyimler ve düşünceler teyid etmez. İnsana nüfuz eden değerler düşlemeye aittir. Ev, süreklilik yönünde verdiği öğütleri çoğaltır. Ev insanı sadece  gökten inen fırtınalara karşı korumaz, yaşamdaki  fırtınalara karşı da korur. Ev bir gevşeme ve içsellik mekanı olarak, içselliği yoğunlaştırması ve koruması gereken bir mekan olarak kabul edilir edilmez hemen insani olana taşınır”. Ev ile bilinçdışı arasında ilişki kuran  Bachelard’a göre ev sayesinde anılarımız yerleşecek bir yer bulur. Hele de ev biraz karmaşıksa, mahzeni ve tavan arası, köşe bucağı ve koridorları varsa anılarımız niteliği gittikçe belirginleşen sığınaklar edinir. Ömrümüz boyunca kurduğumuz düşlerde dönüp dönüp buralara geliriz. Mekan, peteklerinin binlerce gözünde, zamanı sıkıştırılmış olarak tutar. Mekan buna yarar. Bilinçdışı orada geçirir gününü. Anılar hareketsizdir. Mekana yerleştikleri ölçüde sağlamlaşırlar. Bilinçdışı kendi mutluluk mekanına yerleşir. 

Çocukluğumuzu geçirdiğimiz eve seneler sonra yeniden gitsek bile ”ilk merdiven” reflekslerine yeniden kavuşuruz, kapı eşiğine takılmayız ya da  gıcırdayan tahtaya  yine basmayız. Işığı nereden açacağımızı düşünmeyiz. Yıllar sonra o eve tekrar döndüğümüzde o ilk hareketlerin içimizde canlı kaldığını görmek bizi şaşırtır. Alışkanlık denemez buna, o unutulmaz evi hiç unutmayan bedenimizin tutkulu bağıdır ancak. 

 

Mahremiyet odaklarının kaybolduğu, yalnızlığın ve sessizliğin hor görüldüğü, çocukların tüm boş zamanlarının ev dışı sosyal/eğitsel etkinliklerle doldurulduğu günümüzde, çocukların evde sıkılması ve hayal kurması uzak bir düş artık. Ev artık sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de  bir düşleme alanı olmaktan uzaklaşıyor. Telefonlarını ellerinden bırakamayan yetişkinler oturdukları koltuklarda düş kurmuyor. Çocuklar masanın altında oyunlara dalarak uzak alemlere kanatlanmıyor. Bilinçdışımız  keyifle yerleşeceği bir yer bulamıyor artık.

Her büyük hayal, bir ruh halini açığa vurur. Ev içselliği dile getirir. Ev bir ruh halidir. Bir çocuktan ev çizmesini istemek, mutluluğunu barındırmak istediği en derin düşünü ortaya koymasını istemek demektir. 

Çocuk mutluysa size, kapalı ve korunmalı bir ev, sağlam ve derinlere kök salmış bir ev çizecektir. Ev mutlu olduğunda, çocukların resimlerinde, dumanlar da çatıda hafifçe oynaşır durur. Çocuk mutsuzsa, ev çizenin kaygılarından izler taşır. 

Harabeye dönmüş ruhlarımızı yerleştirebileceğimiz bir evimiz var mı? Belki de ruhlarımızın evsizliğidir, evlerimizi  ruhsuz kılan.

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik