Ana SayfaHaberlerGündemNeyi değiştiriyor üzüntümüz?

Neyi değiştiriyor üzüntümüz?

 

“Ve Tanrım şimdi sana yakın değilsek

Neyi değiştiriyor hüznümüz?”

                    Hüsrev Hatemi

 

Buhran zamanlarında insan cevheri miyara vurulur. Benciller, iyiler, diğerkamlar… her biri kendi fıtratınca davranır. Özgeci insanlar böylesi zamanlarda düşen birinin elini tutmak, onu yerden kaldırmak ister. Bencil, sadece kendi derdinin davasındadır, virüs salgınında gördüğümüz gibi, alabildiğince istiflemek, sadece kendini koruma altına almak için çırpınır. İyilik zor zamanlarda öne atılıp kendini göstermek sevdasındadır. İyi insanlar, ötekinin düşüşü rağmına iyi olamayacaklarının farkında olarak şaşmaz bir kuralı takip ederler: İnsanlık ailesi bir bütündür ve yürek sızladığı kadar vardır.

 

Korkunun dinamikleri

 

Korktuğumuzda ilk güdümüz başkalarını suçlamak ve sorumlu saydığımız gruplara önyargılı davranmak olacaktır. Oysa virüsün hırpaladığı bu günler, dayanışma günleri. Ortak insanlığımızı idrak ve ihya etmemiz ve dahi cümle varlığa merhamet göstermemiz gerekiyor. Korkuda kaybolmak kolaydır, panik hali kimseye yardımcı olmaz, acil durumlarda berrak düşünemeyiz. Panik içindeki insan en temel hayatta kalma dürtüsüyle düşünür, savaşsın mı sıvışsın mı? Panik bizi ilkel hayvanlar kadar yırtıcı kılabilir. Virüs salgını veya benzeri sosyal felaketlerde insan kendisini adeta korkuya kelepçeler. Oysa korkuya ve yanlış giden şeylere odaklanmak yerine; işlerini güzel yapanlara, sözgelimi fedakâr sağlık çalışanlarına odaklanırsak biz de daha iyi insan ve yurttaşlar olabiliriz. İyilik hikayelerinin bizi ahlaken yükseltmesine, bizi bir sorumluluk evreninin içine çekip almasına izin verelim. Onlara minnet ve şükranlarımızı gösterelim, ortaya koydukları gayret ve fedakarlığın farkında olduğumuzu bilsinler. Güven ve özen üzerine kurulu bir özgecilik ahlakıyla korkuyu onaralım. Bu virüs salgınıyla, ‘bildiğimiz dünyanın sonu’na gelmiş bulunuyoruz. Hayattan sökülüp koparıldık, yepyeni yaşama biçimlerine savrulduk. Sokak artık tekinsiz, mikrop korkusu yüzünden çok sık ellerimizi yıkıyor, bir takıntı hapishanesinde hayatlarımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Hayatın rutin akışının bozulması ciddi bir huzursuzluğa yol açıyor zira o rutinlerde güvenlik ve rahatlık buluyorduk. Bir gelecek hayaletinin üzerimize distopik bir filmin külrengi göğü gibi çökeceğini sanıyoruz. Kaçabilir miyiz korkudan, iyileşebilir miyiz bu kaygıdan? Onları karanlık mahzenlere tıkıştırabilir ve ıslık öttürerek devam edebilir miyiz yolumuza? Hayır, ittiğimiz şey bize daha çok geri gelir. Bir yerlere tıkıştırdığımız şey ruhumuza batmaya devam eder. Olumsuz duyguları kabul edelim, onları içimize buyur edelim ama onlara demir atmayalım. İçimizin uzayında serbestçe gezinmelerine, geliş gidişlerine izin verelim. Onlardan kaçınmak veya onları zorla geri göndermeye çalışmak, bu duyguların daha kalıcı hale gelmesine yol açar. Madem artık yeni yaşama düzeninde evimize sığacağız, evimizi bir yuva kılmaya ve yaptığımız şeyleri bir düzen ve tertiple yapmaya gayret edelim. Bağ kurmayı ihmal etmeyelim. Şimdi, sevdiklerimize sevdiğimizi söylemenin tam zamanı. Zor zamanlardan güçlenerek çıkabiliriz. Bazı şeyler elimizde, bazı şeyler değil. Elimizde olmayan şeylere dikkatimizi yoğunlaştırınca endişemiz artıyor. Gelecekte ne olacağını kontrol edemeyiz. Virüsün ne kadar zarar vereceğini, onunla yeterince iyi bir şekilde uğraşılıp uğraşılmadığını biz kontrol edemeyiz. Duygularını kontrol edemezsin, korku ve endişeyi tümden ortadan kaldıramazsın. Ancak şimdi, şu an ne yaptığını kontrol edebilirsin. Şimdi/burada ne yaptığın senin ve seni sarmalayan çevre için büyük bir fark yaratacaktır. Böylesi dönemlerde hem kendimiz hem de çevredekiler için bir iyilik seferberliği başlatmalıyız. Kime yardım edebilirim, kime özen gösterebilirim? Mesela evde kalması gereken ileri yaştaki komşularım için alışveriş yapabilir miyim? Sıkıntılı birine bir konuda teselli verebilir miyim? Sadece başkalarına değil kendime karşı  nasıl daha müşfik olabilirim? Kendimize karşı kötü olmak pahasına başkalarına karşı iyi olamayız. Uçakta nasıl oksijen maskesini önce kendimize sonra çocuklarımıza takmamız isteniyorsa, nezaket ve özeni önce kendimizden esirgememeliyiz. Kendisine karşı müşfik ve nazik olabilen birisi başkalarına da öyle davranabilir. O halde bu zor zamanlarda kendimize özen göstermeyi de ihmal etmeyelim. ‘Görevin aşkı aramak değil’ diyor Mevlâna ‘içinde ona karşı inşa ettiğin bütün engelleri keşfetmek.’ Sevgiye giden yollarda bir sürü tıkaç, bir dolu engel, bir çok düğüm var. Onları aç önce, onları çöz.  Merhamet ruhun panzehridir, onun olduğu yerde bütün zehirler etkisizleşir.

 

Belirsizlik ve kaygı

 

Kaygı belirsizlikten besleniyor, pek çok insan belirsizlikle nasıl baş edeceğini bilemez. Belirsizlik çaresizliği besler, çaresizlik duygusu da korku ve kaygıya yol açar. Dünyanın değişik köşelerinden korkutucu haberler geliyor, çarşıda pazarda maskeli yüzler görüyoruz. Bir tehdit algılıyoruz, dünya artık bildiğimiz bir yer değil.  Buna korkuyla ve kaygıyla cevap veriyoruz. İnsanlar tam olarak göremedikleri, belirsiz bir tehdide karşı kendilerini ve ailelerini korumak istiyor. Bir yönüyle uyum sağlayıcı bir tepki, doğru önlemleri alarak kendimizi ve yakın çevremizi emniyete alabiliriz. Ancak abartıldığında ve hayatı tamamen aksatır hale geldiğinde, bu alarm sistemi bize zarar vermeye başlıyor. Sürekli virüs haberleri izlemek kaygıyı besliyor ve tehdidin olduğundan çok daha büyük algılanmasına yol açıyor. Endişe bizi muhtemel tehditleri fark etmeye yöneltir. Ancak artmış endişe durumunda beynin rasyonel kısımları adeta şalter indirir. Endişeli insanlar çevrelerinde zaten olumsuz sinyalleri taradıklarından daha da endişeli hale gelebilirler. Bunun için kara haber getiren insanlardan uzak durmamız, kaygıyı tırmandıran her türlü davranıştan uzaklaşmamız gerek.  Google veya tv başında uzun zamanlar geçirerek daha çok şey bileceğimizi ve böylece hayatı daha iyi kontrol edebileceğimizi düşünmek bir yanılsamadan ibaret. Geleceği kontrol edemeyiz, o halde geleceğe değil bugüne odaklanmamız lazım.

 

İnsan zihni, göz önünde olan tehlikeyi daha acil ve büyük olarak görme eğiliminde. Hele o tehlike bir de yeni ve bilmediğimiz bir durumsa, o zaman beyinlerimiz onu çok daha abartılı bir biçimde algılıyor. Kaygı zamanlarında zihnimiz suçlayacak bir nesne arar. Burada tehdidin kaynağını gözümüzle göremediğimiz için daha somut bir düşman bulmak istiyoruz, bulamasak da onu zihnimizde icat ediyoruz. Zihnimizde pek çok kısa devre var, görmek istediğimizi görüyor, duymak istediğimizi duyuyoruz. Duygusal yoğunluk uyandıran, daha sık karşılaştığımız veya önyargılarımızı besleyen haberlere çabuk inanıyoruz. Az bilinen bir tehdidi daha fazla abartma eğiliminde oluyoruz. İnsan beyni özellikle yeni tehditlere daha fazla tepki veriyor. Sosyal medya umacı gibi sıklıkla en kötü haberleri en yoğun bir biçimde dikkatimize getiriyor. Orada fazla kalmak, çok yoğun bir tehlike altında olduğumuz yanılsaması yaratarak bizi daha fazla kaygılandırıyor. Psikolojik salgın, yanlış bilgiyle yayılır, belirsizlikte beslenir, süpheyle büyür. Duyarsız medya ile taşınır, bireysel/kitlesel panik olarak patlama yapar ve bireysel/toplumsal başa çıkma yöntemlerini alt üst eder. Yalan haber ile infial yaratmak, kötülükte virüsle yarışır. O halde doğru ve muteber kaynaklardan bilgilenmeye dikkat etmeliyiz. Kolay açıklamalarının, komplo kuramlarının sağladığı zihin tembelliğinin bizi baştan çıkarmasına izin vermemeliyiz. Sükunetle ve suhuletle hareket etmeliyiz. Panik bulaşıcıdır, virüsten daha hızlı yayılır. Güveni yıkıp geçtiği için virüsün yayılmasına fevkalade elverişli bir ortam hazırlar. İnsan, panik halinde istifçilik yaparak durumu kontrol edebileceğini sanıyor. Hayır, belirsizliği böyle azaltamayız. ‘Risk toplumu’nda artık belirsizliğe tahammül edebilmeyi öğrenmeliyiz. Her şeyi kontrol edemiyoruz, elimizden kaçıp giden bir dünya var artık. Bir ışık çakımı kadar kısa hayatlarımızı anlamla tezyin edebilir, yaşadığımız her anın, aldığımız ve verdiğimiz her nefesin hakkını verebiliriz. Ve eğer bunca musibetten sonra insanlık serüvenimize dair bir şey öğrenemediysek, tamahkârlığımızı ve harîsliğimizi dizginleyemediysek, sahi neyi değiştirecek üzüntümüz?

 

Başkaları için neyi daha iyi yapabilirim?

 

Böylesi afetler insanlara ve toplumlara hayatı yeniden düşünmeleri için bir fırsat sunar. Dünyanın hadsiz büyümeyle, güç savaşlarıyla, mülteci krizi ve  iklim değişikliğine kayıtsızlıkla gideceği yer bir uçurumun kenarı. Bizi insan kılan öze sahip çıkmalıyız, zira elimizde sevgiden ve dostluktan özge bir ilaç yok. Kalbin sesini geç olmadan işitmeliyiz. Olumsuz olana odaklanmak ve korkuyu büyütmek yerine, bugünlerde kahramanların hikayesinden ilham alalım. Kendimize, 'Ben başkaları için neyi daha iyi yapabilirim?' sorusunu soralım. Sosyal mesafeyi artıralım ama duygusal mesafeyi, kalpten kalbe giden yolu kısaltalım. Zor zamanlarda yakınlığın, dostluğun, samimiyetin gücüne ihtiyacımız var. Bugüne kadar görmediğimizi görelim, evimizde seyahatlere çıkalım. Xavier de Maistre odasında seyahate çıkmıştı, biz evimizde derin düşüncelere dalarak uzun seyahatler yapalım. Bir kitabın kanatlarına binen kişinin gidemeyeceği ülke yoktur! Bugüne kadar duymadığımızı duyalım, sevdiklerimizden hiç işitmediğimiz bir hikaye, bir anı. Belki de onu dinlemek için hiç pürüzsüz bir vaktimiz olmamıştı! Madem dışarı çıkamıyoruz, kendi can evimize girelim. İçimizde soluklanalım, kendimizi dinleyelim. Aylaklığın, yavaşlığın tadını çıkaralım. Ne güzel, hiç bir yere yetişmek telaşında değiliz.

 

Görünen o ki hayata bakışımız bu salgından sonra çok değişecek. Belki de yolda neyi kaybetmiş olduğumuzu hatırlayacağız. Üzüntümüz bir şeyleri değiştirecek.

 

 

 

 

 

 

 

 

- Advertisment -