Yaşadıklarımızın öyle çok veçhesi var ki insan başlama noktasını bulmakta zorlanıyor. En iyisi kendi yaşadıklarından yola çıkmak. Kendine ifade vermek. Bir akraba ziyareti için gittiğimiz Mudanya’dan yatsıyı kılıp yola çıkmıştık ki, bir arkadaşımız arayıp ülkede darbe benzeri bir hareket olduğunu neredeysek orada kalmamızın en doğrusu olduğunu söyledi. Gece vakti etraf sessizdi, ağaçların bitkilerin hışırtısından başka ses duyulmuyordu. Hafıza bizzat yaşadığımız 12 Eylül, 12 Mart, 28 Şubat ve postmodern olanlar dahil nice darbelerin katran gibi ağır havasını bulup çıkarıverdi.
Doğru şehrimiz İstanbul’a dönmeye karar verdik. Osmangazi Köprüsü’nden neredeyse birkaç araç geçiyordu o saatte, hüzün içinde görünüyordu köprü, halet-i ruhiyemize uygun biçimde. Bir yandan radyodan haber almaya çalışıyorduk bir yandan dostlarımızdan.
Gebze ve Darıca’yı geçtikten sonra olağanüstülük kendini gösterdi. Dörtlülerini yakmış ve üzerimize doğru ters yönde gelen uzun bir araç konvoyuyla karşı karşıyaydık ve ölümüne bir yol macerası başladı. Bombaların yüreklere inen sesiyle sarsılarak Sabiha Gökçen’i geçerken sonradan öğrendik ki bunlar savaş uçaklarının alçaktan uçuş yapmasının yarattığı feci sesler. Bu darbe değil, savaş açılmış ve düşman ülkemizi bombalıyor diye düşündük. Bütün darbeleri yaşamış ama böyle bir şeyle karşılaşmamıştık. Yol kapatılmış anlaşılan. Bu sefer biz de ters yola girip karanlıkta başka araçlara çarpmamaya çalışarak kilometrelerce yol alıp korku tüneli hissiyle Sultanbeyli’ye ulaştık. İlçeye girer girmez araba bir daha ilerleyemedi. Mahşeri bir kalabalık vardı. Binlerce insan sokağa inmiş ve sloganlarla ortalığı inletmeye başlamış bile.