Dün Meclis’te gören gözler için çok acayip şeyler yaşandı.
MHP lideri Bahçeli, teröristbaşı diyerekten de olsa Öcalan’a seslendi:
“Türkiye’ye getirilirken ‘her türlü hizmete hazırım’ diyen terörist başı buyursun terörün bittiğini, örgütünün tasfiye edileceğini tek taraflı ilan etsin. Ama devletin terörle masaya oturmasını hiç kimse, hiçbir şart altında beklemesin, aklından dahi geçirmesin. Kana değil kardeşliğe susadıklarını göstersinler.”
Sonra DEM’e uzattığı elin bir kere daha arkasında durdu:
“Uzattığım el, hesapsız bir eldir. Uzattığım el, samimi ve iyi niyetli bir eldir. Uzattığım el, Türkiye’de birleşelim, Türk milletinde kenetlenelim tebliğidir. Günlerdir uzattığım elden farklı sonuçlar çıkarıp uyduruk yorumlar yapanlar elbette yanılgının ve yanlışın pençesine düşmüştür. Elimi vatan, millet ve devlet için uzattığımı, dışarıda sert rüzgarlar eserken içimizde barışsever ve hoşgörülü bir havanın olmasını gönülden istediğimi herkesin bilmesinde yarar olacaktır. Biz elimizi bir süreç için değil, kardeşlik ve kaderdaşlık için uzatırız.”
Ardından Bahçeli’yle Meclis’te tokalaşan DEM Parti eşbaşkanı Tuncer Bakırhan kürsüye çıktı. Günlerdir amaç anayasa değişikliği, iktidar samimi değil, dertleri başka diye uzatılan elin değerini düşürmeye çalışanlara doğrudan konunun muhatabı olarak tepki gösterdi:
“Kürtler iktidarla anlaştı’ diyenler oluşabilecek diyalog zeminleri önüne bariyer koyarak bu ülkenin çözümsüz kalmasını istiyorlar.”
Hatta doğrudan CHP’ye de çağrı yaptı:
“CHP, çözüm karşıtı bir yere savrulmadan Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin temel meselelerinin demokratik bir şekilde çözülmesi için çözümün yanında yer almalıdır.”
Hemen sonra bu kez Meclis’te kürsüye, çağrı yapılan CHP’nin genel başkanı Özgür Özel çıktı ve bu çağrıya olumlu cevap verdi:
“CHP haftaya Diyarbakır’da, Batman’da, Şırnak’ta, Mardin’de, Hakkari’de, Van’da olacak. Eller birbirine kavuşsun, analarımızın gözyaşı dursun diye. Kürt kendini Türk’ten daha az eşit hissetmesin diye.”
Sonra az önce İYİ Parti liderinin yaptığı ihbarcılığı yapmayıp Bahçeli’ye destek verdi:
“Yıllarca kapatılsın dediği DEM’in elini sıktı. ‘Uzattığım el hesapsız, kitapsız’ demiş. Ben de diyorum ki, Devlet Bey en doğrusunu yapıyorsun.”
Sonra bir destek de Babacan’dan geldi:
“Kimden gelirse gelsin, bu türden her çabayı kıymetli görüyor; uzatılan hiçbir elin havada kalmamasını değerli buluyorum. Diyalog ikliminin atılacak somut adımlarla büyümesini temenni ediyorum.”
Ve günün finalini de Meclis Başkanvekili Sırrı Süreyya Önder yaptı.
Bir önceki Çözüm Süreci’nin hem en önemli aktörlerinden biri hem de mağduru olmuş bir isim Sırrı Süreyya Önder.
Çözüm Süreci havasında söylediği sözler için hapis yattı, hasta oldu.
Güvensizlik için en çok onun sebebi vardı.
Ama Meclis başkanlık kürsüsünden şöyle dedi:
“Barışa gönül indiren, köklü tarihi meselemizi ilk defa bir konuşma eksinine çekmeye çalışan Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın Devlet Bahçeli’ye ve barış meselesinde gönül indiren herkese şahsi olarak bu konuda bedel ödemiş bir kardeşiniz olarak şahsım adına teşekkür ediyorum.”
Muhtemelen bu sözleri yüzünden konunun tarafı dahi olmayan, iktidarın değişmesi dışında herhangi bir konuyla ilgilenmeyenler tarafından ihanetle, iktidarla anlaşmakla suçlanacak.
Tıpkı 2013’de yaptıkları gibi.
Ama anlaşılan bu kez Kürt siyaseti bu mahalle baskısından daha az etkileniyor.
Nitekim ilginç bir adım da DEM Partisi’nden geldi. DEM Parti eşbaşkanları Edirne’de Demirtaş’ı ziyarete karar verdiler.
Gören gözler için önemli bir gün yaşandı.
Dün de Cumhurbaşkanı annesinin dilini konuştuğu için baskı görenlerden bahsetmişti uzun uzun yıllardan sonra.
Sorunun doğrudan muhatabı olan DEM Parti, Sırrı Süreyya Önder atılan adımdan memnun, şans veriyor, kredi açıyor, teşekkür ediyor.
Ama meseleyle doğrudan ilgili olmayan üçüncü şahıslar, DEM Parti’nin bu açılımın karşılığında Erdoğan’ın adaylığına Meclis’te evet deme ihtimalinden, muhalefet blokundan çıkabilecek olmasından rahatsız.
Günlerdir süper bir analizmiş gibi her yerde iktidarın tek derdinin anayasa değişikliği olduğunu, geri kalan herşeyin makyaj, palavra olduğunu anlatıyorlar. Kürtleri bu oyuna düşmemeleri için uyarıyorlar.
Dejavu hissine kapılıyor insan.
Çözüm sürecinde de bir grup gayrimemnun Erdoğan’ın tek derdinin başkanlık olduğunu söyleyerek, bütün süreci baştan anlamsız, faydasız, işe yaramaz ilan etmiş, Türkiye tarihindeki en radikal açılım sürecini bir kere bile takdir etmeyip, küçük detayları sürecin bitirilmesi için büyütmüştü.
Acaba tam olarak bu meseleyi nasıl aktörlerin çözmesini bekliyorlar?
Nobel Barış ödüllü insan hakları aktivistleri mi gelip ülkenin sorunlarını babasının hayrına çözecek?
Tarihimizde pragmatik nedenlerle yapılmayan kaç ilerici hamle var?
Islahat Fermanı, yabancıların baskısı üzerine çıkarılmıştı. Yoksa Tazminat Paşalarının süper çok kültürlü insan hakları şampiyonları oldukları için değil.
Cumhuriyet’i Atatürk, Meclis’teki hükümet krizini çözmek, tek adam olarak ülkeyi yönetmek için ilan etti, içinde demokrasi fırtınaları koptuğu için değil.
İnönü, 1946’da çok partili hayata, demokrasinin kara kaşı kara gözü için değil, savaşın kazanan cephesinde yer alabilmek için geçti.
Kenan Evren 1983’de iktidarı ülkenin ekonomisini böyle sürdürülemeyeceğini, Batı ittifakında askeri bir yönetimle kalınamayacağını anladığı için bıraktı.
AK Parti, AB reformlarını Avrupa sevdalısı olduğu için değil, askerlerin siyasetteki gölgesini kaldırmak için yaptı.
Ve muhtemelen çözüm sürecinin amaçlarından biri de Kürtlerin oyunu almak, başkanlık sistemine geçmekti.
Ama hepsi amacı, niyeti ne olursa olsun, sonuçları itibarıyla hayırlı oldu.
Ameller niyetlere göre olmadı, atılan adımlar her zaman adım atanın istediği sonuçları vermedi. Ama o adımlar bir devri açıp, diğerini kapattı.
Böyle düşünmek o kadar zor değil.
Sadece birazcık kafamızı kaldırmak, bencilikten biraz uzaklaşmak, Sırrı Süreyya Önder’in teşekküründen biraz ders çıkarmak yeterli…