Ana SayfaYazarlar'Farklı okumalar' üzerine

‘Farklı okumalar’ üzerine

 

Cengiz Kapmaz’ın serbestiyet.com’da yayınlanan 15.5 2016 tarihli “farklı okuyorum” başlıklı yazısını okudum. Yazı ilk başta bende, adını tam koyamadığım bir konstrüksiyon bozukluğu duygusu bıraktı. Kavramların fazlaca kanıtsız ve keyfi kullanıldığı; soyutluğun kasti olarak seçildiği izlenimi edindim. Sanki olgularla işi olmayan; kafasında kurduğu kavramsal şemanın cazibesine kapılmış; bize değişimi bu şemaya oturtmamızı önerirken kavramlarla olguların bağının kurulmasını da bize bırakan bir kalemden çıkmış gibiydi. Ben bu bağı kurmayı başaramadım. Yazı benim için inandırıcı olmadı ama üzerinde de durmadım.

 

 Aynı günün akşamında Halil Berktay, Kanal 24’te serbestiyet programı kapanırken bu yazıya “dikkate alınabilir-üzerinde tartışılabilir” bir tez olarak atıf yapınca yazıya yeniden dönme ihtiyacı duydum. Yeniden okudum.

 

Okumayanlar için yazının temel önermesini özetleyeyim.

 

Kapmaz’a göre AKP’de yaşanan kırılma, muhafazakârlığın farklı yorumlanmasına işaret ediyor ve bu durum düzen değiştirici aktörlerde rastlanan bir özelliktir. Eski düzeni yıkarken beraber yürüyenlerin, yeni düzenin kurulması aşamasında farklılaşması doğaldır. Değişimi hızlandırmak ve derinleştirmek isteyenlerle, “muhafaza etmek için değişim” isteyenler farklı tarzlar geliştirebilirler. Erdoğan ve AKP’nin çoğunluğu, değişimi muhafazakârlığın önüne koyan “yeni muhafazakâr” çizgiyi temsil ediyorlar. Gül-Davutoğlu ise “muhafaza etmek için değişim” olarak formüle edebileceğimiz“tedbirli değişimi” öngören bir anlayışın savunuculuğunu yaptılar. “ Yeni muhafazakâr” zihniyet Türkiye’yi yeniden yapılandırmak isterken, Gül – Davutoğlu istikrarı ve kurumlaşmayı değişimin önüne koydu. Nihayetinde bu karşıtlaşmanın bir problem üretmesi kaçınılmazdı…

 

Kapmaz, bu kavramsal şemayı sunduktan sonra bize şu kritik uyarıyı yapıyor: “Bu farklılığı otoriter muhafazakârlık, liberter muhafazakârlık şeklinde kavramsallaştırırsak hata yaparız”.

 

Yazı, bugünden sonra değişim için neler yapılması gerektiğini sıralayarak sona eriyor. (1) Yeni anayasa ve yeni sistem inşası.(2) Cemaatin tasfiyesi (3) Kamunun yeniden yapılandırılması.(4) Yargı bağımsızlığı. (5) Şeffaflığın sağlanması. (6) Kürt ve Alevi sorunlarının çözülmesi.

 

                                      * * *

 

Yazı bittiğinde biz, yazarın hangi değişim hamlelerinde ne gibi ampirik gözlemler sonucu muhafazakarların “Yeni” ve “tedbirli” olarak farklılaştıkları kanaatine vardığını anlayamıyoruz. Neden farklılaşmayı tarafların “özgürlük ve demokrasi” anlayışlarıyla ilişkilendirmemize itiraz ettiği de meçhul kalıyor.

 

Fakat yazar yukarıda aktardığım yeni düzenin olmazsa olmazı olarak sıraladığı başlıkları vererek bize kendi kavramsal şemasını da sorgulama fırsatı sunmuş. Böylelikle kendisinin yapmamış olduğu soruşturma için bir bakıma bize yol açmış.

               

Onun maddelerini ölçü alarak sormaya başlayabiliriz.

 

İlk maddeden başlayalım: Değişimi önceleyen  “yeni muhafazakârlar”la, Gül Davutoğlu’nun temsil ettiğini söylediği ”tedbirli muhafazakarlar” yeni Anayasa ve yeni sistem inşasında ne gibi farklılaşmalar yaşadılar? Bu farklılaşmalar gerçekten değişime “tedbirli yaklaşan” larla bir an evvel “demokratik bir anayasa ve rejim” kurmak isteyen “radikal değişimciler” arasında mı yaşandı?

 

Hem Gül’ün hem de Davutoğlu’nun yeni sistem ve anayasa hakkındaki kapsamlı görüş ve çalışmalarını bilmiyoruz. Gül sahneden uzak. Davutoğlu ise projesini tamamlayıp kamuoyuna sunamadan uzaklaştırıldı. Ama elimizde hiçbir veri de yok değil. Davutoğlu her konuya değindiği açıklamasında “özgürlükçü ve demokratik bir anayasa ve başkanlık sistemi” üzerinde çalıştıklarını söyledi.

 

Erdoğan’ın ise sözlüğünde “demokrasi” “özgürlükçülük” kavramları bir süredir yerini “yerli ve milli” olana bıraktı. Konuya dair “Türk tipi başkanlık”, “kuvvetler uyumu” gibi kavramsal dokundurmaları oldu. Başbakanlığı döneminde hazırlanan taslakta, başkanın yasa hükmünde kararnameler düzenlemesine; yetkisinin yasama alanına taşmasına olanak veren düzenlemelerin varlığını hatırlıyoruz. Fakat daha önemlisi, şimdi bunlardan da vazgeçilebileceği; “partili Cumhurbaşkanlığı” öngören birkaç maddelik anayasa değişikliğiyle mevcut anayasa üzerinden yola devam edileceği ihtimali güç kazandı. Zira eldeki anayasa “hizada duran bir başbakan” la, fiili bir başkanlık sistemi kurmaya elverişli çok güçlü yetkiler veriyor Cumhurbaşkanı’na.

 

Bu durumda sormak gerekir: Yeni rejim ve yeni anayasa konusunda kim daha radikal değişimci, kim muhafaza etmekten yana? Yoksa demokrasi anlayışında mı bir kırılma var taraflar arasında?

 

Yazarın ikinci maddesi Cemaatin tasfiyesi. Bu konudaki uyumsuzluk nedir? Daha doğrusu var mıdır? “Radikal değişimcilerle”, “tedbirli muhafazakarlar” ın bir ayrışmasına tanık olmadık…

 

Üçüncüsü; Kamunun yeniden yapılandırılması. Bu konuda “tedbirli muhafazakârların” ne gibi itirazlarını gözledik?

 

Dördüncüsü; Yargı bağımsızlığı için “yeni muhafazakârlar” hangi düzenlemeleri yapmak istediler ve “tedbirli muhafazakârlar” buna ayak uyduramadı? Fakat bu konu tek soruyla geçiştirilecek kadar da hafif değil. Erdoğan’ın yargı tasarrufları hakkında yaptığı açıklamalar oldu. Can Dündar hakkındaki Anayasa Mahkemesi kararı üzerine söylenen sözler ve etkili olduğu medyada yürütülen kampanya çok taze. Akademiklerin bildirisini ısrarla gündemde tuttuğunu ve peşpeşe yargıyı harekete geçmeye çağırdığını, yetinmeyip ilk derece hâkiminin Anayasa Mahkemesi kararına uymak zorunda olmadığını söyleyerek tutukluluğu zorladığını biliyoruz. Öyle ki; masumiyet karinesine ve tutukluluğun ceza değil tedbir olduğuna ilişkin evrensel hukuk ilkelerini ortasından çiğneyip geçen “ ne demek ben akademisyenim; suçluysan tutuklanacaksın elbette” sözünü sarf edebildi. Çok büyük güç kullanma kapasitesindeki bir siyasinin ağzından çıkan bu sözler hafife alınacak ayrıntılar değildir. Yargının bağımsızlığı konusundaki eğilimi hakkında da önemli işaretler vermektedir. Aynı konulardaki Davutoğlu söylemini de hatırlıyoruz.

 

Şimdi burada bir farklılık olduğunu söyleyeceksek bunu “demokrasi” anlayışıyla mı açıklayacağız, yoksa “değişimi önceleyen muhafazakarlıkla”, “muhafaza etmeyi amaçlayan değişimcilik” arasındaki uyumsuzluk olarak mı?   

 

Beş ve altıncı maddelerle (şeffaflık ve Kürt ve Alevi sorunlarının çözülmesi) ilgili de aynı soruları sorabiliriz. Yazarın tasnifiyle “Gül- Davutoğlu” çizgisine bu konularda da “değişime direnen”muhafazakârlık kimliğini yükleyemeyiz. Olgular böyle değil.

 

Sorun, sıralanan hedefleri benimseyip benimsememe de kilitlenmiyor. Sorun tam da yazarın bizi uyardığının aksine değişimin “demokratik muhtevasında” yaşanıyor gibi gözüküyor.

 

Liberterlik ve otoriterlik kavramları, ayrışmayı anlamlandırmamıza yetmeyebilir. Ama “radikal değişimcilik/ tedbirli muhafazakârlık” kavramsallaştırmasından çok daha elverişli bir çerçeve sunuyor.

 

Ortaya bir kılçık atarak bitireyim.

 

Aslında sanki, yazar da, tarafların farklılaşmasını “demokratik zihniyet” üzerinden okumanın mümkün olduğunu görüyor. Bize; ”buna fazla takılmayın; sıraladığım başlıkları içeren temelli bir değişim gerçekleşecekse zaten demokratikleşme sorunu çözülür. Bu yönde yürürken seçilen radikal yöntemler demokratiklikle çelişebilir. Önemli olan hedeflerdir” demek istiyor gibi bir hali var.

 

Fakat ben çok revaçta olduğunu bildiğim bu fikre de hiç katılmıyorum.

 

O da başka yazıya kalsın…

- Advertisment -