Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIFaşizme karşı omuz omuza değil, ittire ittire mücadele: Kamala mı, Trump mı?

Faşizme karşı omuz omuza değil, ittire ittire mücadele: Kamala mı, Trump mı?

ABD seçimlerine dört gün kaldı. Anketleri yorumlamak anlamsız. Kamala Harris ve Donald Trump neredeyse her eyalette başa baş. Trump son haftayı Hispanikleri ırkçı şakalarla öfkelendiren şımarık bir zafer mitingiyle, Kamala Harris ise “Trump diktatör” temalı bir korku kampanasıyla kapadı. Evet, Trump bir demokrasi kahramanı değil. Evet, Trump dünya ve Amerikan demokrasisi için hayati bir tehdit. Fakat bugünlerin sorumlusu Trump’a oy veren seçmen değil, demokrasiyi sadece sandık kurulunca hatırlayan, halka rağmen siyaset yapmaya, faşizme karşı mücadeleyi omuz omuza vermeyip birilerini ittire ittire kazandırmaya çalışan “Demokratlar”.

New York şehrinin tam ortasında, 31 ve 33. cadde ile 7 ve 8. bulvarın arasında bulunan Madison Square Garden kapalı salonu 85 yıl önce pek alışılmadık bir etkinliğe ev sahipliği yapıyordu. Aşırı sağcı Fritz Julius Kuhn liderliğindeki 20 bin Amerikan Nazisi coşkulu bir miting düzenliyor, “gerçek Amerikancılık” sloganı altında ABD’nin Nazileri desteklemesi gerektiğini savunuyordu. 

ABD’nin kurucusu George Washington’ın posteri sahnenin arkasına asılmış, bütün salon Nazi sembolleriyle doldurulmuştu. Amerikan milliyetçiliğini temel alan sloganlar Nazileri meşrulaştırmak için özel olarak seçilmişti. Amerikan bayraklarıyla gamalı haçlar yan yanaydı.

Almanya’da korkunç bir faşist diktatörlük kuran Hitler’in sempatizanlarının ABD’nin göbeğinde toplanması bütün ülkeyi ürkütmüştü. Amerikan Nazilerinin ülkede en çok Yahudi’nin yaşadığı kent olan New York’u seçmesi de ciddi bir tehditti. Fakat bu durum insanları ürkütse de sindirmemişti. Binlerce New Yorklu salonun dışında toplanmış ve miting boyunca Nazileri protesto etmişti. Sadece salonun dışı değil, içinde de direniş vardı. İşçi sınıfının yoğun olduğu Brooklyn’de yaşayan 26 yaşındaki musluk tamircisi Amerikalı Yahudi Isadore Greenbaum, gizlice salona girmiş, Nazi liderinin konuşmasının sonuna doğru “Kahrolsun Hitler” diye bağırarak sahneye atlamıştı. Isadore Greenbaum yaka paça sürüklenip dövülerek salondan atılmış, fakat bir Yahudi’nin Nazilerin mitingini tek başına sekteye uğratması dikkatleri çekmişti. 

Isadore Greenbaum, Nazi mitinginden kovuluyor

Kısa bir süre sonra ABD’deki Nazi hareketi dağıtıldı, hareketin liderlerinden Fritz Julius Kuhn önce zimmete para geçirme suçundan hapse girdi, daha sonrasında Nazi ajanı olduğu gerekçesiyle vatandaşlıktan çıkarıldı. ABD’nin de savaşa katılmasıyla Naziler 2. Dünya Savaşı’nda hezimete uğradı, Amerikan Nazileri uzun bir süre kamusal alanda bu denli görünür olmadı. 

Fakat Madison Square Garden’ın Amerika’nın siyasi hafızasındaki yeri pek değişmedi. Nitekim tam 85 yıl sonra 5 Kasım başkanlık seçimlerine bir hafta kala Cumhuriyetçilerin başkan adayı Donald J. Trump, seçimlerde kazanma olasılığının asla olmadığı bir eyalet olan New York’taki bu büyük salonda devasa bir miting düzenleme kararı aldı.

Madison Square Garden’da 85 yıl önce olduğu gibi bugün de Amerika’yı tedirgin eden, ama en çok da Demokrat Partilileri ürküten anlar yaşandı. 

Bu sefer kürsüde Amerikan Nazileri değil, fakat rakipleri tarafından Hitler’e benzemekle ve faşist olmakla suçlanan Donald Trump ve kumpanya ekibi vardı.

Trump ve dostları kumpanyası New York’ta

Trump’ın New York’ta miting yapmasının birçok sebebi bulunuyor. Özellikle Temsilciler Meclisi’nin çoğunluğunu belirleyecek başa baş seçimlerin New York eyaletinde olması ve Trump’ın New York doğumlu olması bunlardan bazıları. Ama belki de en büyük sebep miting kalabalıklarına kafayı takan Trump’ın, Demokratların kalesi olan New York’ta görsel bir şölen düzenlemek istemesi. Bu nedenle mitingte sadece Trump değil, Trump dünyasının en önemli kanaat önderleri ve karakterleri de sahneye çıktı: Bağımsız başkan adayıyken yarıştan çekilip Trump’ı destekleyen Robert. F. Kennedy Jr., Demokrat Parti’den istifa edip Trump’ın yanına geçen Tulsi Gabbard, Trump için elindeki tüm imkanları ve şirketleri seferber eden Elon Musk, ABD’nin en etkili muhafazakar yorumcularından Tucker Carlson, “gerçek Amerikalı” şarkısıyla kürsüye çıkan Amerikan güreş fenomeni Hulk Hogan, Trump ile aralarındaki fiziki soğuklukla dikkat çeken eski First Lady Melania Trump….

Fakat konuşmacılardan en çok dikkat çekeni pek de başarılı bir kariyere sahip olmayan Amerikalı sağcı komedyen Tony Hinchcliffe’nin şakaları oldu. Komedyen önce Hispaniklerle dalga geçti, ardında ABD’ye bağlı olan ama eyalet olmadığı için seçimlerde oy kullanamayan Puerto Rico’ya “çöp adası” dedi. Puerto Rico eyaletinde yaşayanların başkanlık seçiminde oy hakkı yok, ama ABD genelinde milyonlarca Puerto Ricolu göçmen yaşıyor. Nitekim seçimin başa baş gittiği ve kazananın genel yarışı da göğüslemesinin beklendiği Pennsylvania eyaletinde 450 bin Puerto Ricolu Amerikalı var. Konuşmadan sonra Jennifer Lopez, Bad Bunny, Ricky Martin gibi birçok Puerto Ricolu sanatçılar kolları sıvadı, gerek sahaya inerek gerek sosyal medyada içerikler paylaşarak Kamala Harris için oy istedi. Kamala Harris anketleri yanıltacak şekilde kazanırsa en büyük sebebi bu miting olacak gibi duruyor. 

Diğer konuşmacılar da Trump’ın uzun bir süredir makul bir aday gibi durmak için özellike kullanmamaya çalıştığı radikal bir dili adeta rafta çıkardı. Tucker Carlson Kamala Harris’in etnik kimliğiyle dalga geçti, Trump’ın diğer destekçileri Kamala Harris’in “İsa karşıtı” olduğunu söyledi. Bütün bu anlar sosyal medya ve ana akım televizyonlarda canlı bir şekilde yayınlandı. İşin kötüsü Trump, Nazilerle sadece mekansal parallellik veya bu tür radikal konuşmalarla değil, aynı zamanda geçmiş döneme ait suçlamalarla da özdeştirildiği bir dönemde. Trump’ın eski özel kalem müdürü emekli general John Kelly tam da mitingin yapıldığı hafta, Trump’ın görevdeyken “Hitler de iyi şeyler yaptı”, “Hitler gibi sadık askerlerimin olmasını isterdim” gibi açıklamalarda bulunduğunu söyledi.

Trump’ın eski özel kalem müdürünün Hitler açıklamaları tam da Madison Square Garden’daki mitingin düzenlendiği haftaya denk geldi ve bu nedenle Demokratlar “Trump seçilirse Hitler olacak” söylemine tutundu. 

Ve seçime bir hafta kala Kamala Harris’in final mesajı kendisinin Biden’dan farkını ortaya koyan kişisel bir hikaye ya da  seçilirse ne yapacağını anlattığı yeni bir Amerika vizyonu değil, “bu seçim, son seçim” minvalinde bir Trump korkusu oldu.

Trump karşıtlığı yeter mi?

ABD daha önce hiç olmadığı kadar başa baş bir seçime gidiyor. Seçimin kaderini belirleyecek Michigan, Pennslyvania, Wisconsin, North Carolina, Georgia, Nevada ve Arizona eyaletlerinde anket ortalamalarına göre Kamala ile Trump arasındaki fark 0.2-0.5’larda seyrediyor. Bu rakamların hepsi söz konusu anketlerin hata payı içerisinde. Her ne kadar 2016 ve 2020 tecrübelerinden sonra Trump seçmeninin sessiz ve çekingen olduğu söylenip anketlerde Trump’ın oyunun düşük gösterildiği iddia edilse de bu sefer Kamala Harris’in de mevcut oyu düşük gözükebilir. Zira kürtaj yasaklarından dolayı kendi partilerine tepkili orta sınıf eğitimli beyaz kadınlar kendi sosyal çevrelerinden gizli bir şekilde Kamala Harris’e oy atabilir. Kimin seçmeninin utangaç olduğunu görmek için Salı gününü beklemek şart. 

Fakat her bir oyun önemli olduğu bu seçimde Kamala Harris ve Demokratlar için “Trump karşıtlığı” hayati bir araç. Özellikle Biden’in son anda yarıştan çekilmesiyle kısa bir sürede sahaya inip kampanya yapmak zorunda kalan Kamala, politika önerileriyle veya hayat hikayesiyle gündeme gelmeyi başaramadı. Bunun başlıca sebebi Demokrat Parti’nin İsrail-Filistin, sağlık sigortası, ekonomik çözümler gibi konular başta olmak üzere birbiriyle uzlaşmakta zorlanan geniş bir seçmen koalisyonunun olması. Kamala Harris bu konularda konuştuğu zaman kendi tabanını öfkelendirebiliyor, solcu gençlere göre “yetersiz”, daha merkez seçmene göre “radikal” durabiliyor. İkinci bir sebepse Kamala Harris’in hikayesinin tutarsızlığı. Harris siyasete beyazların pek fazla olmadığı, solun ve kimlik politikalarının güçlü olduğu, zengin ailelerinin siyasette söz sahibi olduğu California eyaletinde başladığı için geçmişte savunduğu birçok pozisyon Amerika’nın geneli için radikal kaçıyor. Bu nedenle kaya gazı çıkarımının yasaklanması gibi birçok kritik konuda konum değiştirmek zorunda kaldı, geçmişiyle çelişkili bir görünüm ortaya çıkardı. California’da siyaset yapmak işçi sınıfının güçlü olduğu Ortabatı eyaletlerinin oyunu almak için pek yeterli değil. Kamala Harris’in belki zamanı olsaydı bu açığı kapayabilir, özellikle kendi hayat hikayesini anlatabilecek, bir umut yaratabilecek bir söylem bulabilirdi. Fakat Biden’in yarıştan geç çekilmesiyle böyle bir fırsatı da olmadı. 

Şu anda bu açığı kapamak için Kamala Harris, bütün tuşlara basarak, neredeyse yaşayan bütün Demokrat Partili eski başkan ve siyasetçileri, Hollywood ünlülerini sahaya sürerek “Trump geliyor” korkusunu yayıyor ve Trump’ı gösterip seçmeni kendisine ikna etmeye çalışıyor. Günün sonunda bu Kamala Harris’i Beyaz Saray’a taşıyabilir, gerçekten de Kamala Harris’e birçok meseleden dolayı tepkili seçmenler Trump’ı engellemek adına sandığa gidebilir ve “Yetmez ama Kamala” diyebilir. Zira Trump’ın ikinci kez başkan seçilmesi gerçekten de insanları ürkütüyor. Trump siyasi rakiplerine karşı Amerikan ordusunu kullanabileceğini, kendisine sadık olmayan 60-70 bin federal kamu çalışanını toplu listelerle işten çıkaracağını, Demokrat Partilileri yargılayacağını, 6 Ocak Kongre baskınına katılanları affedebileceğini söylüyor. Birçok göçmeni toplu bir şekilde aileleriyle sınır dışı etmekten, seçildiği ilk gün sorunları çözmek adına “bir günlüğüne diktatör” olmak istediğine kadar uzanan radikal açıklamalar yapıyor. Kadınlar özellikle Trump her ne kadar reddetse federal çapta kürtaj hakkını sınırlayan düzenlemelerin geçmesinden korkuyor, birçok ihtiyaç sahibi ise Obamacare gibi sağlık alanındaki sosyal devlet uygulamalarının askıya alınmasından endişeleniyor. 

Fakat Demokratlar bu endişeyi karşılayacak kadar “demokrat” mı? İşte orası biraz şüpheli.

Trump kazanırsa suçlusu “demokratlar” mı?

Demokrat Partililerin Trump korkusunu dile getirmesi oldukça doğal. Trump’ın seçilmesi durumunda sadece ABD’de değil, bütün dünyada hissedilen bir otokrasi rüzgarı esecek. Trump’ın kendisine sadık olmadığı gerekçesiyle kamu çalışanlarını toplu bir şekilde ihraç etmesi, göçmenleri toplu bir şekilde sınır dışı etmesi, siyasi rakiplerine karşı siyasi nedenlerle dava açtırmaya çalışması, birçok kazanılmış hakkı tehlikeye düşürmesi tüm dünyaya kötü bir örnek olacak. Hatta ABD’den çok dünyayı etkileyecek. Zira ABD’de her şeye rağmen Trump’tan bağımsız hareket edebilme potansiyeline sahip bir Yüksek Mahkeme, ılımlı Cumhuriyetçilerin varlığı nedeniyle Trump’a set çekebilecek bir Senato ve iki senede bir yenilenen bir Temsilciler Meclisi, en önemlisi her bir eyaletin ayrı bir devlet olduğu bir federal sistem var. Trump’ı denetleyebilecek, yaptıklarını engelleyebilecek güçlü bir sistem mevcut. Fakat Trump’ın söylemleri ve hamleleri başka ülkelerdeki otokratlara “Bak ABD’de bile bunlar oluyor” diyebilecekleri bir meşruiyet fırsatı sunacak. Maalesef birçok ülkede bu denli etkin bir denge ve denetleme sistemi olmadığı için ABD’den belki çok daha ağır, geri dönülemez yaralar alacaklar. 

Fakat az bir farkla Trump’ın kazanmasının ve yaşanacak kötü olayların mesuliyeti Biden’in “çöp” zamanında Hillary Clinton’ın ise “acınasılar” dediği Trump seçmenlerinde olmayacak. Demokratlar 2016’dan beri tabanlarına rağmen “siyaset” yapıyor. 2016’da Bernie Sanders gibi radikal yaşlı bir sosyalist dahi başkan adaylığı önseçiminde az kalsın Hillary Clinton’ı yenecek kadar oy almış, yakın zamanda oğlunu beyin kanserinden kaybeden Joe Biden Obama’nın da baskısıyla aday olmamıştı. Nihayetinde Hillary Clinton medyanın ve elitlerin ittirmesiyle Demokrat Parti’nin adayı olmuş, çok başarısız bir kampanyayla sürpriz bir şekilde seçimleri kaybetmişti. 

2016’da Joe Biden başkan adayı olsaydı büyük ihtimalle Hillary Clinton’ın Trump karşısında kaybettiği Michigan, Wisconsin ve Pennsylvania’daki beyaz işçi sınıfının desteğini alarak başkan seçilir, Trump’ın seçilmesini ilk fırsatta engelleyebilirdi. Biden daha sonrasında 2020’de de ikinci dönem aday olup 2024 seçimleri için iki dönem kuralı gereğince aday olamayacağı için koltuğu mecburen bırakır, böylece bu sene yaşanan bir kaosa gerek olmadan son dakika bir aday bulma telaşı yerine iki sene önceden başlayan açık ve adil bir önseçim düzenlenebilirdi.

Fakat Demokratlar 2024 seçimlerinde tam aksine önseçim bittikten sonra, milyonlarca seçmen Biden lehine oy kullandıktan sonra bilinmeyen bir sebeple Biden’in ekibi tarafından adaylığın kesinleşeceği kurultaydan önce konulan bir münazara nedeniyle aday değiştirdi. Kamala Harris tek bir kişinin önseçimde oyunu almadan başkan adayı ilan edildi. 

Üstüne üstlük Demokratlar sadece halkın onayından kaçmıyor, aynı zamanda kendi destekçilerinin eleştirilerini, itirazlarını da duymazdan geliyor. Demokrat Parti seçmeninin %70’i İsrail’e silah yardımının kesilmesini savunurken Kamala Harris seçimi kaybetmek pahasına hala Filistin sınavını geçmedi, geçemedi. 

Günün sonunda sağlık sigortasından, ekonomik adaletsizliklere, Filistin’den polis reformundan kendi seçmenlerinin, halkın taleplerini duymazdan gelen; neredeyse her kritik aşamada tabandan gelen eleştirilere kulak tıkayan, demokratik süreçleri elitlerin ve medyanın iş birliği ile sulandıran Demokratlar sandık kurulduğunda birden “demokrasiyi” hatırlayıp “bu seçim, son seçim, haydi sandığa!” diyerek oy istiyor. 

Trump’ın bir demokrasi kahramanı olmadığı, Amerikan ve dünya demokrasisi için ciddi bir tehdit olduğu kesin. Fakat kesin olan bir başka şey varsa o da Demokratların bu ciddi tehlike karşısında sadece sandık kurulduğunda “demokrat” olduklarını hatırlamaması gerektiği. 

Faşizme karşı çekilen setler omuz omuza, tabandan tavana, geniş müzakere süreçleriyle inşa edilmedikçe Trump gibilerin kazanmasını durdurmak çok zor. Birilerini ittire ittire kazanılan zaferlerin Trumpizm gibi fenomenleri bitirmesi de zor. Kamala Harris böylesine renksiz, sadece karşı tarafa odaklanan bir seçimi kazansa dahi Trump gibi isimlerin ucu ucuna seçim kazanacak noktaya gelmesini engellemeyecek.

Demokratlar içlerine sinmeyen tatsız adayları ittire ittire değil, omuz omuza verdikleri bir mücadele sonucu ancak Trumpları kalıcı olarak rafa kaldırabilir. 

Aksi durumda siyaset dönüp dolaşıp kafa sayımı gibi Pennslyvania’daki Puerto Rico göçmenlerini, Michigan’daki Müslüman seçmenleri, Trump’a yönelen Amiş cemaatini konuşur, politikalardan çok karşı tarafa nefretle sandığa koşan endişeli seçmenler seçim sonucunu belirler. Günün sonunda Trump’lar kaybetse de demokrasi eninde sonunda ölür.  

- Advertisment -