Sosyolog Mücahit Bilici geçtiğimiz günlerde Serbestiyet’te kaleme aldığı bir yazıda, felsefenin doğası gereği tarihine bağlı olup olmadığını ve geçmiş felsefi fikirleri anlamanın felsefi düşünceyle ilgilenmek için gerekli olup olmadığını tartışan bir yazı kaleme aldı (Yazıya bu linkten ulaşabilirsiniz: https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/felsefe-ile-felsefe-tarihi-ayni-sey-midir-186554). Bilici, şiir gibi felsefenin de özgün bir yaratım için tarihe ihtiyaç duymadığını, büyük filozofların çoğu zaman geçmiş diyaloglardan bağımsız yeni tartışmalar başlattığını savunuyor. Felsefe öğrenmek onun tarihini incelemeyi gerektirse de, felsefe yapmak onun tarafından sınırlandırılmayı gerektirmez; özgün düşüncenin tarihsel bağlama dayanmadan ortaya çıkabileceğini ve felsefenin tarihsel anlatısının kısıtlamalarının ötesinde var olabileceğini iddia ediyor.
Sevan Nişanyan Youtube kanalındaki bir videoda Bilici’ye cevap vererek felsefenin Yunan düşünce geleneği bağlamında ortaya çıktığını ve felsefenin felsefe tarihine eşdeğer olduğunu iddia etti (Bakınız 24-31 dk arası: https://www.youtube.com/live/5Nuq6F-m0TM). Ona göre bu bağlam dışındaki bir felsefeden, mesela Hint felsefesinden söz etmek mümkün değildir. Ben hem Bilici’ye, hem de Nişanyan’a çeşitli açılardan katılmıyorum. Ancak bu yazıda daha yakın olduğum Bilici’nin analizine odaklanacağım. Fırsat bulursam ileriki günlerde Nişanyan’ın analizini de ele almaya çalışacağım.
Bilici, felsefe yapmak için felsefe tarihine ihtiyaç olmadığını, yani düşünme ve tefekkürün geçmiş felsefi fikirlere atıfta bulunmadan da gerçekleşebileceğini savunmaktadır. Bu iddia çeşitli açılardan eleştirilebilir. Bilici bu iddiasında felsefenin bir akademik ve entelektüel disiplin olduğunu görmezden geliyor. Bireyler özgün düşünceler üretebilirler elbette, ama bir disiplin olarak felsefe çok sayıda fikir ve yaklaşımı birbirine bağlar. Felsefi kavramlar genellikle önceki fikirlerin üzerine inşa edilir, onları geliştirir veya onlara karşı eleştirel tepkiler üretir. Bu sürekliliğin göz ardı edilmesi, felsefi sorgulamada derinlik ve bağlam eksikliğine yol açma potansiyeline sahiptir. İkincisi felsefi metinlerle etkileşmeden özgün fikirler ortaya çıkabilse de, bunlar genellikle düşünürün tarih tarafından şekillendirilen kültürel, dilsel ve entelektüel çevresinden etkilenir. Filozoflar farkında olmasalar bile, kendilerinden öncekiler tarafından oluşturulmuş kavram ve çerçevelerden yararlanıyor olabilirler. Üçüncüsü, büyük filozofların felsefe tarihinden tamamen bağımsız hareket ettikleri iddiası vakıaya uymaz. Etkili filozofların çoğu önceki felsefi çalışmaları iyi bilirdi ve fikirleri genellikle mevcut tartışmalara yanıt olarak ortaya çıkmıştır. Rastgele bir filozof seçin ve biyografisine bakın, bu iddiamı doğruladığını göreceksiniz. Dördüncüsü kişi ne kadar zeki olursa olsun, felsefe tarihindeki büyük zekaların kolektif zekasından zeki olması zordur. Tarihsel felsefi tartışmalar hakkında bilgi sahibi olmadan, farkında olmadan iyi işlenmiş bir tartışmaya geri dönme veya geçmiş hataları tekrarlama riski vardır, bu da düşüncenin sofistike bir şekilde gelişmesine izin vermez. Mesela ben mantıksal pozitivizm ile ilgili tartışmaları bilmesem, rahatlıkla pozitivizm benzeri fikirler üretebilir ve bunları doğru sanabilirim. Ama felsefe tarihi bilirsem bu hataya düşmem. Dahası felsefi düşünce, zaman içinde gelişen dil ve kavramlara dayanır. Tarihsel bir bağlam olmadan felsefi fikirlerin toplumla paylaşılması ya da paylaşımı mümkün kılan ortak bir dil oluşturması çok zordur. Bu başta dediğim felsefenin disiplin olduğu gerçeğini unutmanın önemli bir yan etkisidir.
Bilici görüşünü savunmak için şiirle analoji kuruyor, şiirin tarihine bağlı olmadan var olabileceği gibi felsefenin de var olabileceğini iddia ediyor. Ancak kanaatime göre bu analoji hatalıdır. Felsefe ve şiir farklı amaçlara hizmet eder. Felsefe, genellikle mevcut fikirlerle etkileşim gerektiren gerekçeli argümantasyon yoluyla gerçekliği anlamaya ve açıklamaya çalışır. Şiir, tarihinden etkilenebilse de, daha çok kişisel ifade ve estetik deneyime odaklanır. Felsefe doğası gereği şiirden çok bilime yakındır. Nitekim bilimler felsefeden ayrılmıştır. Fizik mesela tam uyumlu olmasa da yine de şiirden daha iyi bir analoji olabilir. Fizik okumamış, fizik teorileri ile ilişkiye girmeyen biri evrenle ilgili bir teori kurabilir elbette. Ama fizik tarihinin kolektif bilgi ve tecrübesine sahip olmadan sofistike bir teori geliştirmesi çok da olası değildir. Dahası şiir bile tarihsel bağlamıyla zenginleşir. Edebi akımlar ve üsluplar zaman içinde evrim geçirir ve bu evrimi anlamak şiirsel eserlerin hem yaratımını hem de yorumlanmasını geliştirebilir. Son olarak bu analoji, felsefenin eleştirel ve karşılıklı diyaloğa dayalı doğasını göz ardı etmektedir; zira geçmiş argümanlarla etkileşime girmek, teorileri iyileştirmek ve ilerletmek için elzemdir.
Kanaatimce, Bilici “felsefe tarihinin tutsağı” olmak ile felsefeyle tarihinden bağımsız olarak ilgilenmek arasında yanlış bir ikilik kuruyor gibi görünmektedir. Gerçekte, filozoflar tarihsel fikirlerle, onlar tarafından kısıtlanmadan eleştirel bir şekilde meşgul olabilirler ve genelde öyle yaparlar. Felsefe tarihi, özgün düşünceyi bilgilendiren ve geliştiren zengin bir bağlam sağlayarak yeni fikirlerin ortaya çıktığı bir temel görevi görür.
Bilici’nin neden böyle düşündüğünü anlamak zor değil aslında. Ülkemizde felsefe bölümlerinde çalışan, ancak özgün fikir ve argümanlar üretmeye çalışmak yerine filozofların görüşlerini aktaran akademisyenler var. Bilici bu haklı olarak bu akademisyenlerin felsefe yapmadığı kanaatinde. Ben de öyle düşünüyorum. Ancak ben bu akademisyenlerin hangi ölçüde felsefe tarihçiliği yaptığı noktasında da şüphe duyuyorum. Felsefe tarihi yapmak, tarih yapmak ya da görüş beyan etmek değildir. Felsefe tarihçisi, felsefi metinlerdeki argümanları bulmaya, bunları ortaya çıkarmaya ve günümüze taşımaya çalışır. Bu tarihçi ya da aktarıcı olmanın ötesinde felsefeci olmayı gerektirir. Kavramları ve argümanları kavrayıp onları değerlendirmeyi gerektirir. Böyle baktığımız zaman aslında Türkiye’deki çoğu “felsefe tarihçisi” aslında felsefe tarihçiliği yapmıyor. Bir diğer Bilici’nin eleştirisini motive etmiş olabilecek bir başka grup da “Tarihte hapsolmuş felsefeciler”dir. Bu düşünürler çağımızın problemleri ve bilgisi ile etkileşmek yerine, orta çağda yazılmış Müslüman düşünürlerin metinlerini okuyup yorumlamayı tercih ederler. Dünyayı ve problemleri bu metinler aracılığı ile anlamaya çalışırlar. Bu da özgün ve çağımıza uygun fikir ve çözümler üretmelerine engel olur. Bazen günümüz insanının anlayabileceği kavramlar bile kullanmazlar. Ancak kanaatimce bu felsefecilerin ana sorunu, ki bu grup bence felsefecidir, felsefe tarihi bilmeleri değil, eksik bilmeleridir. Felsefe tarihinin bir periyoduna hakimdirler ve günümüze getiremezler. İyi bir felsefeci sadece antik ve orta çağ felsefesini bilmekle yetinmez, elbette ki modern ve çağdaş felsefe tarihine de hâkim olmalıdır. Böyle bir felsefecinin tarihe hapsolması pek olası değildir. Bu çağdaş fiziği bilen birinin antik fizik tarihine takılmasına benzer. Tabi bu benzetme kısmen kusurlu çünkü felsefede bazı kadim sorular vardır ve elbette ki antik ya da orta çağ düşüncesinde bugün hala geçerli olan ya da savunulabilecek argüman ve fikirler vardır. Ancak o çağların argüman ve kavramlarının tüm felsefi sorunları çözdüğünü, çağdaş bilimin yeni önemli veriler sunmadığını ya da sonraki dönemlerde hiçbir şey öğrenmediğimizi düşünmek makul bir yaklaşım değildir.
Elbette Bilici önemli bir açıdan haklı, ilkece bir kişi felsefe tarihi ile ciddi bir şekilde meşgul olmadan iyi bir felsefeci olabilir. Ama bu çok olası değildir. Felsefenin iki yönü vardır. Birincisi felsefeci bir felsefe problemine olabildiğince çok alternatif cevabı tanımak ya da bulmak ister. Felsefe tarihi böyle cevaplarla dolu olduğu için kıymetlidir. Hedefimiz hakikat ise bir başka düşünürün bizim aklımıza gelen cevaplardan daha iyi bir cevap bulmuş olma olasılığını görmezden gelemeyiz. Felsefenin ikinci yönü bu cevapları çeşitli kriterlerle değerlendirip en iyisini bulmaktır. Bu noktada da felsefe tarihi yardımcı olabilir zira cevapların bazısının ciddi sorunlarını fark edememiş olabiliriz. Felsefe eleştirel etkileşim ve kolektif düşünce ile ilerler. Onu derin bir düşünce faaliyetinden farklı olarak akademik bir disiplin yapan da budur.