Kitap, adından da anlaşılacağı gibi, özellikle Fetullah hareketi üzerine yoğunlaşmasına rağmen, Said Nursi’den bu yana İslami hareketlerin iç dünyasını da çok yalın bir şekilde sergiliyor. Bu hareketlerin siyasi partilerle bağlantıları, devletle olan ilişkileri, kronolojik bir sıra içinde, aktörleriyle birlikte ele alınıyor. Özellikle de cemaat-devlet, cemaat-siyaset ilişkileri önemli bir yer tutuyor.
Kitaptaki ayrıntılı bilgiler sayesinde, bugün FETÖCÜLER olarak anılan hareketin, devletin bir çok kurumuna nasıl hakim olabildiklerini, siyaseti nasıl etkileyebildiklerini daha iyi anlayabiliyoruz.
Cemaatlerin üzerine oturduğu gövdeyi anlamak
Çalışlar’ın araştırması, inanç hareketlerinin üzerine oturduğu gövdeyi de anlamamıza yardımcı oluyor. Kitabın amacı bu değil hiç kuşkusuz. Ama bu gövdenin düşünce sisteminin çevreyi, günlük hayatı, siyaseti nasıl etkilediğini de görebiliyorsunuz. Bir yanda "Hizmet Hareketi", olarak kendine toplumda yer açan, hareket alanı bulan ve giderek gizli örgüte dönüşen FETÖCÜLÜK, öte yanda siyasi parti olarak örgütlenen muhafazakarlar.
Her ikisi de aynı gövdeye dayanıyor. Her ikisi de aynı gövde üzerinde yükselmeye çalışıyor. Siyasi parti olarak örgütlenen muhafazakarlar, kitleselliğe ve seçimleri kazanmaya, toplumu ikna etme zorunluluğuna dayanıyorlar. Bu nedenle dayandıkları gövdenin düşünce sisteminin etkilerine daha açıklar. Birincisi için ise kitleselleşmekten çok sızma yoluyla iktidarı ele geçirmek ana hedef olduğundan kendi hesaplarına, kendi yapısına daha bağlı.
Muhafazakar hareketlerin üzerine oturduğu gövdenin düşünce tarzını, siyaseti nasıl olumsuz etkilediği, anlamaya çalışmak önemli. Kitap, belgelerle, siyasi takvimin akışı içinde bu konuda bize çok sayıda ipuçları verirken, Şerif Mardin, 2007 yılında ortaya attığı "mahalle baskısı" kavramıyla, bu noktaya gelinmesinin nedenlerini de inceliyor.
Şerif Mardin’in başlattığı bu tartışma, bu güne kadar daha çok sol, laik, Atatürkçü kesimlerde yankı bulmuştu. Ama son bir yıldır, aynı kavramlarla olmasa bile muhafazakar kanatta da benzeri bir tartışmanın başladığını, sürdürüldüğünü görüyoruz. Bu tartışma, daha çok "alt kültürün hakimiyeti", "Müslüman, muhafazakar kesimin entellektüel alandaki gücünün zayıflığı" üzerinden yürütülüyor.
Oral Çalışlar’ın Fethullahçılığın Tarihi iyi bir kaynak kitap. Kopernik yayınlarından çıktı. Şerif Mardin’in makaleleri, Bütün Eserleri İletişim’den. Tavsiye olunur.
Fetulahçılığın Tarihi kitabından:
12 Mart'ta Faik Türün Nurcuları Kolladı
12 Mart 1971 muhtırasından sonra Demirel hükümeti istifa etti. Yeni Asya gazetesi Demirel'i düşürdüğü için 12 Mart aleyhinde şiddetli yazılar yayınlayınca darbenin Başbakanı Nihat Erim gazeteyi kapatmak istedi. Bu iş İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün'ün yetkisindeydi. Türün gazeteyi kapatmak istemedi. "Yazılı emir verin" dedi.
Nurcuların önde gelen isimleri, Bekir Berk, Mehmet Kutlular, Servet Armağan, Hasan Yalçın ve Ali Demirel Türün'ü ziyaret ettiler. Türün onları sert yazmamaları konusunda uyardı.
Bu dönemde Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan idam
edildi.(s. 48-49)
12 Eylülcüler cemaatlerle ittifak içindeydi
Darbenin(12 Eylül 1980) ilk günlerinde en büyük korkuyu İslamcı çevreler yaşadı. Onlarda “Bütün emekler boşa gitti” duygusu hakimdi. Fakat çok geçmeden durumun pek de öyle olmadığını farkettiler. Darbenin lideri Kenan Evren, neredeyse dini cemaatlerin yapmak istediklerini yapar hale gelmişti. Evren yurt gezilerinde yaptığı konuşmalarda ayetler hadisler okuyor, İslamı övüyordu.
Darbeciler, cemaatlerin desteği karşılığında okullarda dini eğitimi zorunlu hale getirdiler. Buna karşı felsefe zorunlu ders olmaktan çıkarılıp seçmeli hale getirildi.
Evren’in bu tutumu dini cemaat ve tarikatları rahatlattı. Ortam neredeyse tam aradıkları gibiydi. Zaten onların gözünde partilerin önemi yoktu, istedikleri ortamın oluşması her şeyin üstündeydi. Bir anda o zamana kadar güvenle bağlandıkları, uğruna mücadele ettikleri Demirel ve Erbakan'ın yerini bir anlamda Kenan Evren almış oldu.
82 Anayasası'na cemaat desteği
12 Eylül darbecileri de, özellikle anayasa oylamasına taban bulmak amacıyla, İslamcı çevrelere hoşgörülü davrandılar. Hatta kimi cemaatlerle de doğrudan ilişkiye geçtiler. Onlardan istedikleri anayasa oylaması referandumunda evet oyu kullanmalarıydı. Bunun karşılığında cemaatlerin faaliyetlerine, yurt ve Kur’an Kursu açmalarına izin verilecekti.
(…) darbeciler, aracılarla cemaat ve tarikat önderleriyle görüştüler. Çoğu cemaat de bu görüşmelere olumlu yanıt verdi.
(s.89-91)
Özal dönemi: cemaatler için altın çağ
Özal'ın Anavatan Partisi, tek başına iktidar olunca(1983) cemaatler ve tarikatlar bayram ettiler. Özal, sadece siyasi dört eğilimi değil, o zamana kadar pek yan yana durmayan sayısız cemaat ve tarikatı da partisinin bünyesinde birleştirdi.
(…) pek çok tarikatçı ve cemaat mensubu parti yönetiminde, milletvekilliğinde, parti örgütlerinde yer almıştı. Cemaat ve tarikatlar ilk kez galipler safında olmanın mutluluğunu yaşadılar. (…)Özal, seçim öncesi cemaat ve tarikatlara verdiği sözleri tuttu. Kendisi de Nakşibendi tarikatındandı ama bu yönünü ön plana çıkarmamıştı. (…) İnançlara saygılı laik bir liderdi.
Ama bu imajın gerisinde Özal gerçekte bir tarikatçıydı ve dini çevrelerin bugüne kadar kazanamadıkları mevkileri, makamları kazandıran, yine bugüne kadar alamadıkları mesafeleri almalarını gizliden gizliye sağlayan kişiydi.
Mesela Milli Eğitim Bakanlığı tamamen tarikatçıların ve cemaatlerin elindeydi. Dini çevrelerin yayınladığı dergiler, kitaplar MEB Talim Terbiye Kurumu tarafından okullara tavsiye ediliyor, Tebliğler Dergisi'nde bu tavsiyeler yayınlanıyordu. Fethullah Gülen'in Sızıntı dergisi, kitapları, Yeni Asya yayınlarının kitapları, Zafer dergisi ve yayınları gibi dini kitapların çoğu artık Milli Eğitim Bakanlığı'nca okullara tavsiye ediliyor, devletin kütüphanelerine alınıyordu.
(s.101-105)
*Selami Şakiroğlu: 68 ODTÜlüsü, 1979-80'de yayınlanan günlük Demokrat Gazetesi Yayın Yönetmeni, halen Paris'te yaşıyor.