Daesh’le mücadelesinde müttefik ilan ettiği PYD/YPG’ye Daesh tehlikesi büyük ölçüde ortadan kalktığı halde siyasi, askeri ve finansal desteğini sürdüren ABD’ye bugün Suriye’de ne işi olduğunu soruyoruz. ABD’nin 1984 yılından bu yana gerçekleştirdiği terör eylemleriyle on binlerce insanımızın hayatını elinden almış olan PKK’nın Suriye koluna verdiği bu destek dostluk ve müttefikliğe yakışmıyor kuşkusuz. Ama bu soruyu sadece bu nedenle değil, ayrıca ABD’nin bölgede kalması uluslararası hukuka uygun olmadığı için de yöneltiyoruz.
Başlıktan da anlaşıldığı gibi, bu yazımda aynı soruyu Fransa için soruyorum. Zira Suriye’de PYD/YPG ile birlikte hareket eden sadece ABD’ye değil Fransız özel kuvvetlerine mensup subay ve askerler de var. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Davos Zirvesi vesilesiyle İsviçre Televizyonu RTS’e verdiği mülakatta, bir soru üzerine, Fransa’nın Suriye’de terörle mücadele bağlamında ABD ile sıkı bir işbirliği yaptığını söylemişti.
Fransız özel kuvvetlerine mensup askerlerin Suriye’deki mevcudu az belki ama Daesh tehdidi sona erdiği halde hâlâ oradalar ve PYD/YPG’nin safında -Türkiye’ye karşı mücadele etse de- yer alıyorlar. Bir hafta önce 40 senatörün Marianne dergisinde Zeytin Dalı harekâtının durdurulması için BM Genel Kurulu’nun harekete geçirilmesi çağrısıyla başlattığı kampanya Fransa’nın Türkiye’ye bakışının ABD’ninkinden pek de farklı olmadığını ortaya koyuyor.
Senatörlerin “Kürtler Daesh’e karşı müttefiklerimiz” çağrısı
Çağrı metninde özetle “Suriyeli Kürtler” olarak nitelenen PYD/YPG’nin, Peşmergeler ile birlikte, Fransa’nın Daesh ile savaşında “en iyi müttefikleri” olduğu belirtiliyor. Devamla, “onlardan binlercesi özgürlüğümüz ve güvenliğimiz için öldüler” deniliyor. Uluslararası koalisyonun desteğiyle Fransa’yı Daesh’ten kurtardığı belirtilen “Kürtlerin şimdi Erdoğan’ın otoriter rejiminin saldırısına uğradığı” öne sürülüyor. Türkiye uluslararası koalisyonun aktif bir üyesi değilmiş, NATO üslerini koalisyona açmamış, kısaca sanki düşman cephesinde yer alıyormuş gibi.
Aslında dezenformasyon bu kadarla sınırlı değil. “800 bin sivil Kürt ve Arabın yaşadığı” belirtilen Afrin bölgesinin Türkiye için hiçbir zaman tehdit oluşturmadığı, dolayısıyla Zeytin Dalı operasyonunun “uluslararası hukukun açık ihlali olduğu ve bölgenin barış ve istikrarını tehdit ettiği” öne sürülüyor. Çağrı metninde verilen yanlış bilgiler kadar aktarılmayanlar da var. Bu bağlamda, bölgeden Türkiye’ye atılan roketlerden, tünellerden sızan teröristlerin birçok kentimizde düzenledikleri bombalı terör eylemlerinden ve yol açtıkları sivil can kayıplarından hiç ama hiç söz edilmiyor.
Çağrı metninde hepimizi isyan ettirecek şu cümleler de yer alıyor: “Özgürlüğümüz için ölenleri savunmak, müttefiklerimiz ve silah arkadaşlarımızla dayanışma içinde olmak Fransa için, ABD ve uluslararası koalisyonun tüm üyeleri için ahlaki bir zorunluluktur.” Ardından şu çağrı yapılıyor: “Fransa’yı, Türk Ordusu’nun Afrin’e müdahalesine derhal son vermesi ve oradan çekilmesi için sesini yükseltmeye ve BM Güvenlik Konseyi’ndeki tüm etkisini kullanmaya çağırıyoruz.” (Https://www.marianne.net/debattons/tribunes/les-kurdes-sont-nos-allies-contre-daech-l-appel-de-senateurs)
Kabul etmek gerekir ki Fransız senatörlerin altına imza attığı bu metin -resmiliği tartışılır olsa da- Amerikalı generallerin tepkimize yol açan “PYD/YPG müttefikimiz” açıklamalarından pek farklı değil. O bakımdan Türkiye’nin teröre karşı bölgeye müdahalesine yönelik hasmane tutumun ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü tehdit eden girişimlerin arkasında sadece ABD’nin değil, ayrıca -askeri olmasa da en azından diplomatik düzeyde- Fransa’nın da olduğunu ortaya koyuyor. Bu bağlamda başlıkta sorduğum soru da anlam kazanıyor.
Fransız Mandacılığı hortluyor mu?
Bilindiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu topraklarının paylaşımını öngören ve Bolşevikler tarafından kamuoyuna açıklanmış olan Sykes-Picot gizli anlaşmasında (1916) Fransa’nın payına Akdeniz ve bazı Güneydoğu illerimiz dışında Hatay dâhil Suriye ve Lübnan düşmüştü. Milletler Cemiyeti 1920’de Suriye ve Lübnan’ı Fransız mandasına bırakmıştı. Bu rejim İkinci Dünya Savaşı ertesine (1946) kadar sürdü.
Suriye ve Lübnan’ın Fransız mandası altında kaldığı 26 yıl sükûnet içinde geçmedi. Fransız işgalciye karşı özellikle Lübnan’dan idari olarak ayrı tutulan Suriye’de isyanlar da oldu. Bu dönemde yaşanan gelişmeleri bir yazıya sığdırmak mümkün değil. Aslında gerekli de değil. Burada önemli olan, Fransa’nın Gaziantep, Hatay gibi kentlerimiz dâhil Osmanlı’dan aldığı Suriye ve Lübnan’ı bir dönem işgal etmiş ve yönetmiş olması.
Fransa, ABD gibi, PYD/YPG’yi müttefik ilan ederek “Kürt adı altında” kurulması tasarlanan kukla bir terör devleti üzerinden bölgeye 70 yıl sonra geri dönmek mi istiyor bunu bilmek pek mümkün değil. Ama senatörlerinin başlattığı çağrı metnine, Türkiye’ye karşı değil müttefiklik dostlukla bile bağdaşmayan bir tutumun dile getirilmesine bakılırsa, Fransa’nın sömürgeci geçmişine özlem duyduğu izlenimi ediniliyor. Büyük devlet niteliğini çoktan yitirmiş olduğu için akla ziyan kuşkusuz ama eğer derin devleti bu özlemle Türkiye’ye karşı yüzyıl önceki husumet politikasına dönmeyi yeğliyorsa, Fransa’ya Suriye’de ne işi olduğunu yüksek sesle sormak da hakkımız olsa gerek.