Gazze trajedisi karşısındaİnsanlığın vicdan yükünü neredeyse tek başınaomuzlama cesaretini ve ferasetini gösterenTürkiye’nin yeni ‘Yeryüzü’ diplomasisininmimarlarından ve virtüöz icracılarındankardeşim Prof. Ahmet Davutoğlu’na…
IGazzeli Yusuf, oğlum, ben yaşlı Filistin şairlerinden biri.şiirlerimi Türkçe yazıyor olmama bakma,yeryüzünün bütün öteki şairleri gibi,( düzeltiyorum ) yeryüzünün bütünyufka yürekli şairleri gibi ben deFilistinliyim on günden berive buram buram Filistin toprağıkokmaya başladı birden, nasılsa,benim de kırk yıllık türkülerim,kasidelerim.kan, barut ve gözyaşı değil, hayır,kin, öfke ve intikam hissi de değil, yanlış anlama,tepeden tırnağa Yakup, tepeden tırnağa Yusuf,tepeden tırnağa Musa, İsave Muhammet’le dolup taşıyor,Filistin toprağı gibi, on günden beribenim de duygularım, düşüncelerim.nesnesiyle örtüşen bilgiye, hakikat,nesnesiyle örtüşen duyguya da sezgidiyorlar ya, filozoflar, Yusuf, oğlum,bu tanım doğruysa eğer, sezgilerim diyor ki bana,hiçbir bilgi, hiçbir haber,rüzgârın bu son on gündür şairlereve hamile analara taşıdığışu gökçe esin kadar hakikat olamazlar:evet, her gün onlarca defa katlediyorFilistin’de peygamber katilleri,her gün onlarca defa Musa’yı,onlarca defa İsa’yı, onlarca defaMuhammed’i katlediyorlar,ve yakıyorlar İbrahim’i, fosforlu bombalarla,ama yine aynı Filistin’de her günve her yerinde yeryüzünün,doğuyor, on günden berionlardan yüzlercesi, onlardan binlercesi…IIGazzeli Yusuf, oğlum, keder de aynı dili konuşuyordünyanın her yerinde,umut da aynı dili konuşuyor,tıpkı nefretin ölümün dilini,sevginin hayatın dilini konuşması gibi,tarihin her döneminde…ben, yeryüzünün yaşlı şairlerinden biri,taşların, otların, kuşların diliniçözmüş sanırdım kendimi,ne büyük aldanış!Oysa Gazzeli çocuklar üstüneinsanların kendi diliylekonuşmaya başlamaya göreyim,hemen titriyor, boğuklaşıyor sesim.ve orada bombalanan okulların, hastanelerin,yerle bir edilen vicdanınyıkıntıları arasından yükselenkatıksız, falsosuzve hayat gibi de haklısesini, insan yüreğininçıkarmakta nasıl da zorlanıyorum!çıkarsam da, bir ucu insana, öteki tanrıya varanbu inceler incesi, kırılgan sesi,karanlıkta, iğneye iplik geçirir gibi,getirmekte zorlanıyorum dilimin ucuna,getirsem de, tutturamıyorum rengini, tınısını,yama gibi kalıyor,Gazze’nin yarasına sarılmak istenenbütün öteki göstermelik paçavralar gibi…ve daha önemlisi, duyurmakta zorlanıyorumyeryüzünün öteki çocuklarına onu,duyuramıyorum, çünkü onlardan kimi, bakıyorum,kulaklarına kulaklık geçirmiş,bilmem hangi rakçınınözgürlüğü, demokrasiyi övensavaş aleyhtarı şarkılarını dinliyor.dinlesin, bırak dinlesin, diyeceksin,güzel değil mi, iyi değil mi?kimi dağlarda koyun, keçi otarıyor,bırak otarsın, bu da güzel, bu da iyi!kimi sinemada, kimi luna parkta, kimi okulda,kimi dileniyor sokakta,kimi mendil, kimi simit satıyor,kimi ilahi söylüyor bir tapınakta,pek azı bilgisayar başında,pek pek azı da bilgi-hüner peşinde v.b.bunların hepsi güzel, hepsi güzel ve iyi,oyunun, oyun olması için de gerekli.ama, onlar bu güzel ve olağan işleri yaparken,Gazze’de, sizin orada, bunların hiç birinihiç birini yapmanıza izin vermeyençocuk katillerini, anne katillerinive seni düşündükçe, oğlum,seni ve kardeşlerini,ben yeryüzünün hüzün şairi,sormak geliyor içimden:biz, bütün bir insanlık,cin taifesi, melek taifesi,şeytan ve Yüce Tanrı,hangi oyunu oynuyoruz bu tiyatroda,hangi oyunu, onlarca yıldır,hangi oyunu, böyle kan revan içinde?bu kadar bebek ölüsüyle,bu kadar çocuk ölüsüyle,bu kadar anne ölüsüyle,bu kadar seyirciyleve bu kadar sessizlikle…gökleri dolduran bu sessizlikle,cenneti, cehennemi, ârafı,yerin altını, yerin üstünükana boyayan bu sessizliklehangi oyunu oynuyoruz,hangi oyunu, tekrar tekrar,hangi oyunu, bu cehennemde?IIIben Küçük Asya’nın yaşlı şairi, Yusuf, oğlum,duyuramıyorum dedim ya,dünyanın öteki çocuklarına sesimi,onlara bizim mahalledekiler de dahil.duyuramıyorum bizimkilere de,dağ gibi rüyalar, çığ gibi fikirler altındahep iki büklüm ve soluk soluğa,sözün yokuşuna, sözün doruğunatırmanmayı seven şiirlerimi.ne zaman şairce bir saflıkla,‘büyük insanlık ülküsü’ diye açsam ağzımı,sözlerimi alıp götürüyor rüzgâr,ta Ademle Havva’nın,tanklardan, panzerlerden, insan safarilerinden uzak,çapuldan, misyoner endişesinden uzak,özgürce sevişip koklaştığıve cennetin, gökte değil,yeryüzünde dolaştığıo bahtiyar günlerde, dölleyerekbilgi ağacının terennümleriyle sesimi,günümüzden yüzlerce, belki binlerce yıl ötelere savuruyor;insanlığın kanla süslü kabile yadigârlarından kurtulup,şu düşmez kalkmaz devleti,yıkılmaz kaleleri, aşılmaz kurumları,şanlı orduları ve süslü bayraklarıkaf dağının öteki tarafında,masalların zamanında bırakıp, nihaî erginliğe,yeryüzü toplumuna, yeryüzü insanınakavuştuğu günlere…yüzlerce, belki binlerce yıl, diyorum ya,gözünü korkutmasın, bu, senin;bin yıl dediğimiz, ebediyetin yanındabir gün bile değil.yüz yıl dediğimizse, bir günün belkisadece kuşluk vakti.ve yüz yıl ebediyete göre neyse,yaşlı ebediyet de,insanın çamuruna üflenentanrısal zamana göre öyle.ve yıllar bana öğretti, öğrenmen gerekiyor senin de,büyük düşünceler, büyük planları hilkatin,çığ gibi yıkılmamak için başına insanlığın,doruğundan aşağı, dağı tekrar tekrar dolaşanfazla çiğnenmemiş patikalardaninerler yamaçlara…IVçok acı çektin, Gazzeli Yusuf, oğlum, çok acı çektinve bu kadar acı için çok küçük bu ‘Filistin’.dünyayı iste, bütün bir yeryüzünü,duvarsız, tel örgüsüz, mayınsızve silahsız yeryüzünü, hepimiz için,çok acı çektin, önce sen çığır bu türküyü!göğsüne yaslayıp kulağını geleceğin,önce sen duyur, bu yüceler yücesi ülküyü,bu en büyük vuruntusunu aklın ve kalbinve bir amentüye dönüştür onu:“yeryüzü, yeryüzü!” de,hudutsuz yeryüzü!silahsız yeryüzü!güdümsüz yeryüzü!” de“bütün insanlık için!”çok acı çektin, yapabilirsin bunu,çok acı çektirdik sana, dönüştürebilirsindokunduğun her şeyi, her şeyi som altına,hakkında konuştuğun ya da sustuğunher fikri, her tezi gökçe bir manifestoya.çok acı çektin, dönüştürebilirsin,ip atlarken, sapan atarken ya da uyurken beşiğinde,kaldırımda ya da yıkıntıların altındacan veren kardeşlerinin dudaklarında donantrajik kıpırtıyı büyük insanlık oratoryosuna.dönüştürebilirsin yoksulların yakarışlarınıtanrının bütün evlerindedudaklarda ve yüreklerde kopan,sonra dalga dalga büyüyen, yayılanve tankları, panzerleri önüne katıp götüren,roketleri, obüsleri, havan toplarını,insanın beyninden, kalbindenve dilinden başka bütün silahlarıve silah tüccarlarını, silah çetelerini,devletleri, kaleleri, kodesleri ve tecritleri,kralları, emirleri, müebbet başkanlarıönüne katıp savuran gül fırtınasına.dönüştürebilirsin bütün acıları,bütün duaları, bütün çığlıkları,uyuyanların üstünü örten bir gül tufanına,açları doyuran, küsleri barıştıran,evsizlere ev, yarsızlara yar olanyerle göğü insanın yüreğinde buluşturanbir gül zamanına, gül umranına,gül toplumuna, gül insanına…Vçok acı çektin, yapabilirsin bunu,çok acı çektirdik sana,kimse hak etmedi senden fazlave hepimizin adınakonuşmayı Tanrıyla da, tağutla* da!konuş ve razı olma daha azına,yeryüzünü iste, yeryüzünün bütün çocukları adına.konuş ve razı olma, Gazzeli Yusuf, oğlum,kapısına ‘Filistin Devleti’ yazılıyeni bir toplama kampına!bu ‘Devlet’ sözcüğü, ‘Bayrak’ merakı,haritada gördüğün, bütün okanla sulanmış kemik tarlalarıgözünü kamaştırmasın sakın,yolundan alıkoymasın seni!o mezarlık parsellerindeki otlar, dikenler,sınırın iki tarafından, toprağa ekilen,gencecik Yusufların,Jozeflerin teniyle besleniyor,bunu unutma!ve her iki taraftan ölenlerin, toprağın altındakucak kucağa uyuduğu o sınırlardaönlemek için kucaklaşmasını dirilerin,dünyanın bütün açlarını on yıl doyuracak,dünyadaki acıyı yarı yarıya azaltacak,sevgiyi üç katına, merhameti beş katına çıkaracak,karakolların yarısını tiyatroya, yarısını kütüphaneye,hapishanelerin yarısını sinemaya, yarısını iş ocağınaçevirmeye yetecek kaynaklar harcanıyor her yılkahrolası silahlara ve onları kullanan ruhsatlı katillere.____________________
* Tağut: Kur’anî bir terim. Azgınlığı, hukuk dışı olanı kuralve sistem olarak dayatan güç.
VIsilah kimin elinde olursa olsun, sonuçtaölümü alıp satanların gücünü artırıyor.yararı yok, bir daha, bir daha denemenin,büyük aklın, arkasında bıraktığı yolları,hurdalığa attığı küçük akılları, küçük davaları,çürük hamleleri, paslı enstrümanları!“en etkili savunma, sözgelimi,“saldırmak!”, der, sorsanız,bir kiralık katile, bir silah tüccarınave ekler, “yok etmecesine, mümkünse!”.ne kadar tutarlı gözüküyor, değil mi,ve ne kadar zekice!oysa, bırakın ölüm ustalarını, ölüm tüccarlarını,bu soruyu insana sormadan önce, Yusuf, oğlum,kuşlara, ağaçlara, rüzgârlara,balıklara, yosunlara, sulara,dağlara, taşlara, ceylanlara,fillere ve çimenlere,böceklere ve karıncalarasormamız gerekmez mi,dünyanın öteki sahiplerine yani,doğanın kendisine,hayatın kendisinesormamız gerekmez mi?konuğun yakıp yıkmasıve kana boyaması konuk olduğu evi,ne yerin hukukuna, ne göğün töresine,ne insan onuruna, ne Tanrı buyruğunasığmayacağına göre, Yusuf, oğlum,öldürme sanatında yarışı,bu ilkel tarih yazma tarzınıtarihe gömmek, hızla,ve insanın zihnini ve çevresini( nükleer azgınlıktan başlayarak )kıyıcı silahlardan,kıyıcı örgütlerden,kıyıcı kurumlardan,kıyıcı kuramlardan,arındırmak olmaz mı,en insanca ve uygarca savunma?ve bu karşı-yarışazorlamak değil midir,dostu da, düşmanı da,en insancave uygarca politika?hakikat gibi çıplak, cesurve samimi olmak yani,hem barışma niyetinde,hem barış çabasında!insan bu durumda da ölebilir, kuşkusuz;ölmek ya da yaşamak…bugün ölmek yahut elli yıl sonra,elbette aynı şey değil,fark var aralarında;ama iki ölüm de aynı hızla unutulabilir,bir şey katmıyorlarsa eğer,bütünün güzelliğine,ölümün güzelliğine,hayatın güzelliğine,insanın güzelliğine.VIIrazı olma sınır çekilmesine düşlerimize!ne düşlerimize, ne düşüncelerimize!hepimizin adına sana verilmiş bir fırsat, bu,razı olma, içerden kuşatılmasına da,dışardan kuşatılmasına dainsan ruhununve kapatılmasına bir mezar gibibaşka ruhlara, başka hayatlara,başka oyunlara, başka sahnelere,büyük düşlere, büyük düşüncelere,büyük öykülere,büyük serüvenlere!‘kurtarıcı’larından çok çekti insan soyu,razı olma kimsenin çıkıp kurtarmasına seni,razı olma, ‘kurtarılmış’ kuzuya çevirmelerine ruhunuve kurtarılmış kuzular ağılına yurdunu,razı olma, tekrar tekrar ödetmelerine sanabedelini, evinde ve döşeğinde ölmeninrazı olma temellük etmelerine seni‘kurtarıcı ve adamları’nın,‘başkan ve adamları’nın,giderek, küçük boy sezarların,küçük boy tanrılarınve onların küçük küçük adamlarının!VIIIdoğduğun toprağı seversin, bunu anlarım.ölünceye kadar emzirip senisonunda bağrına basan toprağıelbette sevmen gerekir,bu sorulur mu,en az ananı sevdiğin kadar,bazen daha tutkulu, bunu anlarım,ve ananın ismetini, toprağın namusunu,insanın onurunu korumak içinölmen gerekebilir, duraksamadan,bu sorulur mu?ana sevgisi, toprak tutkusuya da ulus övüncüya da bayrak saygısı… tamam, tamam da,her şey karârınca, Yusuf, oğlum,her şey karârınca güzelve her şey yerinde yüce.işi gösteriye, sonra tapınca,sonra tapınç söylemiyle sürü gütmeyevardırmak isteyen varsa,ben yokum, efendiler, ben yokum bunda!kutsallaştırarak örteriz çünkü,ve mitleştirerek,boşa harcadığımız değerleri.vatanın bütün bir yeryüzü olsun senin,Gazzeli Yusuf, oğlum, bayrağın gökyüzü,milletinse, ta Adem’den başlayarakatan İbrahim gibi,yolda onurluca yürümesini bilenAdemle Havanın tüm çocukları.IXöyleyse dönüp bakma,denizi yarıp geçtikten,ateşi yarıp geçtikten sonra,kutsal kalıplarla dökülmüşaltın buzağılara,ipek, keten ya da pamuklu ikonlarave bezden küheylanlara!bunca kurban verdikten sonra,yalnızca Filistin’i değil,dediğim gibi, yeryüzünü iste,sınırlarla bölünmemiş dünyayı,yerin ve göğün tamamını,bütün çocuklar için,bütün yoksullar için!yaşlılar tekrarı sever,yaşlılık, esasen, tekrar demektirinsanın, bildiğini, bilmediğini,en çok da öğrenip gerçekleştiremediğini…ben de dönüp dönüp tekrar ediyorum sana:Gazzeli Yusuf, oğlum,sınırların, duvarların olmadığı,akıldan, gönülden ve dilden başka silahın,gülden başka mermininkullanılmadığı,yalnızca insanın insanı sömürmediği değil,insanın insanı yönetmediği dünyayı,tağut’un değil yani,‘Tanrının arzı’nı, iste!“insanın insanı yönetmediği”, diyorum,bu çok önemli!insanın insanla görüştüğü, danıştığı, seviştiği,işi de, aşı da, aşkı da,çiçeklerin gün ışığını, suların ay ışığınıpaylaştığı gibi paylaştığı,ama birbirini yönetmediği dünyayı iste!peygamberlerin yaptığını yap,alçak sesle konuşve güç istemediğini söyle!güç isteme ki, gücün değeri düşsün,alıcı bulamasınborsada da, işportada da.peygamberlerin yaptığını yap,öleceksen uğruna özgürlüğün,ne kral, ne melik, ne kayser, ne satrap…tanrıdan başka mirasçıbırakma arkanda!çok acı çektin, çok acı çektirdik sanahepimizin sınavı, bu;ama sen başlat, insanın önündekibu en büyük yolculuğu!ve yoluna dağ çıkarsa,dağı aşmak için, saldırma dağa,dağın çevresini dolaş,çiçek toplaya toplaya!Xdüş, diyecekler, peşinen bilmen iyi olur,hayal diyecekler,ütopya, diyecekler, bütün bunlara.herkesi dinle sonuna kadar,ama dinlediğinle kalma,devam et düş kurmaya!seni önce alay konusu,sonra köyün delisi,sonra günah keçisiyapacaklar, aldırma,devam et düş kurmaya!düşlerini gece uykuda görenlergündüzün unuturlar onları;düşlerini gündüzün kuranlara gelince,korkulur onlardan*;kendini değiştirebilenler böyleleridir çünkü,dünyayı değiştirebilenler böyleleridir.insanlık, düşlerin iyisini önüne,kötüsünü arkasına alarak yol alıyordüşlerin en büyüğüne,en gerçeğine,en renklisine.büyük yeryüzü şiirinebüyük ve yüksek düşünceler,büyük ve özgün imgeler, ahenklertasarlayan bir çırak, bir kalfa**çıkarmak için üflemedi mikara balçığa,kendi ruhundan, Büyük Sanatçı?yoktan yaratmanın Yüce Ustasıkara balçığa üfleyiverdive o ilk gri, müteal hücrebaşladı düş görmeye.iyi düşler göre göre büyüdü,büyüdü, büyüdüve bölündü,ve bölüne bölüne,kendisi de, düşleri decennete sığmayacak kadar çoğaldı,çoğaldı ve akıllandı,daha büyük, daha ince,daha karmaşıkdüşler içininerken yeryüzüne.____________________
* T.E. Lawrence’in benzer bir sözüne dayanak.** ‘halife’ sözcüğünün Türkçeye geçiş biçimi.
XIşu topluca ağlamalar,dövünmeler, Yusuf, oğlum,intikam yeminleri,‘düşman’ın resmini, büstünü,postunu yakmalar meydanlarda,ya da bayrağını…acını paylaşmak isteyenler,bunları yapmasınlar, diyemem.çünkü Gazzede çocuklarınölmemesini istemek içinkoşulsuz haklı olmanın yetmemesihem kışkırtıcı, hem onur kırıcı,insanlık adına.bu, taşınması zor,dokunması yakıcı gerçekellerini yakıyor olmalı,onu ilk ağızda akıllarıyla değil,elleriyle tutmaya kalkışanların.közü tutar tutmaz da, hemenbırakmaları gerekiyor, doğal olarak;ve onunla bir şeyleri yakmalarısonra tepinmeleri, üzerinde…döküp saçmaları gerekiyor, bazen de,içlerinde tutmasını bilselerbelki bir fikre, bir çareyedönüştürebilecekleriateşli duyguları, ateşli sözcükleri…yapmasınlar diyemem, acı çok büyük,kıyım dayanılır gibi değil.ama bunlar, haklılığın gücünden çok,senin ve dostlarının çaresizliğinidüşündürebilir suçlulara.Ve Gazze bombalarla dövülürkenkameralarla, monitörlerle,yanan Gazze’nin ışığındagece piknik yapamaya gelenİsralli sivillerin seyir zevkini artırır bir de.ve sessiz kalmalarını haklılaştırır,vicdanlarına serpecek su arayandaha uzaklardaki seyircilerin.belki daha yakındakilerin de,Yakub’un öteki oğullarının yani,Mısırlı, Ürdünlü, Hicazlı‘üvey’ kardeşlerinin senin…zafer, ‘düşman’ın resmini bulunca, resmini,postunu bulunca, postunu,kendisini bulunca da kendisiniyakmak değildir, sanırım, Gazzeli Yusuf, oğlum,zamanın kapısını açmaktır, zafer,zamanın kapısını açmak,özgürlüğün ve erdemin önünde,herkes için ama, ayrım yapmadan,düşmanların için de,ve mümkünse onlarla birlikte…düşmanına ölümü değil, hayatı götür;böylece, kaybeden düşmanın değil,düşmanlık olsun;kazanan da dostluk olsun,ölüleri dirilten dostluk,ne sen, ne bir başkası…XIIbu keder ve umut taşıyan rüzgâr,zeytin ağacının, incir ağacının,hurma ağacının içinden geçip,
sana getirsin sesimi!
bu keder ve umut taşıyan rüzgârGazzeli çocukların ve annelerinkorkusuz, tasasız gezindiğihas bahçelerin içinden geçip,
sana getirsin sesimi!
bu rüzgâr, bu rüzgâr, zamanın ruhu,Musa’nın, İsa’nın, Muhammed’in soluğuAbu Salma’nın, Mahmut Derviş’inRoni’nin, Kafka’nın, Edward Sait’in,yeryüzüne ve gökyüzüne dağılmışFilistinli çocukların içinden geçip,
sana getirsin sesimi!
bu rüzgâr Sabra ve Şatilla’da katledilenYakup’un, Yusuf’un ve Bünyamin’in,Auschwitz’te yakılan Jacop’un, Jozef’in,Ve Benjamen’in içinden geçip,
sana getirsin sesimi!
bu rüzgâr, yalnız Filistinlilerle kalmasın,Serebzenitza’da, uygarlığın gözü önündebinlercesi toprağa gömülen Bosnalı yusufların,Amerika’da kökleri kazınan Kızılderililerin,Küçük Asya’da, yollarda kaybolan Ermenileriniçlerinden geçip, küllerini, tozlarınıkatillerin, azmettiricilerin,suçu ve delillerini örtüp karartanlarınyüzlerine, gözlerine savurup
sana getirsin sesimi!
kitapları karıştırdım, zamanın sayfalarını,yerin ve göğün arşivlerini,ölümün parmak izlerini, tozlu raflarda…bulmak için yerini ve denginiGazze’de işlenen toplu cinayetlerin.diyemem, rastlamadım, bu kadar vahşisine.sicili çok kabarık çünkü, insanoğlunun,atası Kabil’den beri, kırdığı kırkı geçmiş,defalarca kırıp geçirmiş,kardeşini, komşusunu ya da suç ortağını.ona kendi zayıflığını, haksızlığınıya da alçaklığını hatırlatan herkesi…daha dün, Irak’ta, katledilen bir milyon Yusuf’uunutmadım, unutur muyum hiç!daha önce Cezair’de katledilen bir buçuk milyonu da,Balkanlar’da, Vietnam’da, Çeçenistan’da,Hiroşima’da olanları unutmadım,unutur muyum hiç, unutulur mu hiç!siyahî Yusufları, renklerin en yusufunu,Malcolm X’in, Martin Luther King’in,Obama’nın atalarını unutur muyum,( ben unutsam bile, hatırlatır bana hemen,Gazze’deki akranlarıyla birliktedaha özgür bir dünya kurmak için,geçen ay ikinci yılına girentorunum Mehmet Eren,ya da ona vekâleten, annesi ya da babasıhatırlatırlar,onun, Mountain View’dekisiyah tenli arkadaşlarını,çekik gözlü arkadaşlarını,buğday tenli arkadaşlarını.)hepsinin içinden geçsin öyleyse,hepsinin içinden, bu deli rüzgâr,Başkan Obama’nın içindengeçmeden gelmesin, özellikle,onun kalbinin çevresindekırk kez dönüp dolaşsın,aklına geçsin sonrave aklını başına getirsin, Amerika’nın.aklı başına gelince de,üzerinden postunu çıkarıp, MGM aslanının,süt dökmüş kedi gibi üç kere acı acı,ve alçak sesle kükresin Amerika,bütün bu olup bitenler için, insanlık adına‘özür diliyormuş’ gibisine…ve rüzgâr, bu filmden silerek çıksıngözlerini gecenin mendiliyle,Gazze’nin sokaklarından geçsin,Felluce’nin, Darfur’un, Kabil’inyıkıntıları arasından,toplu mezarların üstünden,
sana getirsin sesimi
kefeni, tabutu, mezarı olmayan kalender ölülerin,benim vatanımdı, senin bayrağındı, ayırmayan,aldırmayan akıllı delilerin,ebedî gezginlerin, sürgünlerin,büyük avarelerin içinden geçip
sana getirsin sesimi!
küflenmiş kitapların, küflenmiş kafalarınmüzelerin, mumyaların ve mezarlarınmillerce uzağından geçip,
sana getirsin sesimi!
mahallede bir yangın, bir facia çıkıncabazen şairler de fırlarlar yapijamayla sokağa,işte bu yaşlı, kaçık şairin yüreğini deterlik ve pijamaylaGazze sokaklarını gezdirip getirenbu şiir sever rüzgâr,bu, aklı başında gözükmeye çalışan,ama gözyaşlarını tutamayan esinti,elini kolunu sallayarak herkesingirip çıkabileceği bu orta halli,‘esnaf işi’ şiirin içinden geçip,
sana getirsin sesimi,Gazzeli Yusuf, oğlum!
EKLER1Gazze’de, dünyanın bu en güzel isimli şehrindesabah erken iş başı yaparken ölüm,burada İstanbul’da,dünyanın bu en yufka yüreklive sulu göz şehrinde,çarmıhta çivi yarası gibi açılıyorher gün sabahın gözü.ve insanlığın körelen vicdanı gibikabuk üstüne kabuk bağlıyorher gün akşamın yarası.2ölümün, tanklarla, roketlerle,silahlı birliklerle talim yaptığı yerde,asıl hayattır, provasını yapan,daha geniş bir yol,daha uzak bir ufuk açmak içinhaklıların önünde.3tutmak için ağılda, kurt korkusu içindealt alta, üst üste bir aradakuzularını, Sion tanrısı,başka vahşet kalmayınca yapacak,korkarım, gün gelecektutup kendi kuzularınıbirer birer boğazlayıp yemeyebaşlayacak, ağıl kapısının önünde.ve onları, adına İzrael deneno ‘toplama’ kampında,o ağılda tutuvermek uğruna,bu gidişle, gün gelecek, kendi gübreleriniyedirtecek onlara.o kuzucuklara acı, Gazzeli Yusuf, oğlum,bilinen, bilinmeyenbütün acıma biçimlerini dene, öğrenve bütün kuzuların Gerçek Sahibi içino kuzucuklara acı!Yakup oğlu Yusuf’un,günahkâr kardeşlerine acıyıp dakanat germesi gibi,öykülerin en eskisi, en güzeliol Kıssa-yı Yusuf’ta…4kağıtları karalım ve dünyayıyeniden paylaşalım, demiyorum,Gazzeli Yusuf oğlum,doğru koymalıyız davayı.bu kul işi, çömez işi risalenin- benzetmek gibi olmasın da hani -‘Fatiha’sı şu:herkes, cennetten çalıp çırptığını,yahut emanet aldığını, diyelim,çıkarıp masaya koysun,varlığın kolu, kanadı kimdeyse,ağzı, burnu, gözü, kaşı,aklı, ruhu, yüreği,ve özellikle de ciğerlerikimdeyse,çıkarıp yerine koysun…ve hep birlikte, kardeşçeyeniden oturalım,varlığın,cömert ev sahibininnimetler taşıyıp duracağı sofraya,büyük insanlık şöleni için!16 Ocak 2008