Ruh güzellikle neşvünema bulur. Güzel söz, güzel koku, güzel manzara, güzel hâl. Yüzebilen bakterilerin dahi güzel kokuya yöneldiği, kötü kokudan kaçtığı gösterilmiş. Hoş koku bir emniyeti, nâhoş koku ise sağlıksızlığı haber veriyor. Güzellik çeker, çirkinlik iter. Ruhun evinde hissetmesi için güzellikle beslenmesi gerekiyor, ne ki dünyayı her gün çirkinleştirmekten geri durmuyoruz. Kesilen her ağaç, yok olan her tür, dikilen her yüksek bina dünyayı çirkinleştiriyor ve ruhsal hastalığımızı azdırıyor. Siz buna ağızlardan çıkan her kötü sözün uzaya yaydığı titreşimleri de ekleyin. İçinde yaşadığımız madde uygarlığı içe bakışın bilgeliğine ve güzelliğin kutsanmasına adeta düşmanlık ediyor. Çirkinliğin tasallutu, gündelik hayattan anlamı kovuyor.
İnsan ahengi ve güzelliği aramak sadedinde, adeta bilinç dışı bir duyguyla donatılmıştır. Yaşadığımız çevre ruha adeta doğrudan nüfuz ediyor, bizi onarıyor ya da hastalandırıyor. Söz gelimi penceresi olmayan birimlerde yatan hastalar daha fazla ameliyat sonrası sorun geliştiriyor, odaları ağaç gören hastalar daha hızlı iyileşiyor. Ruh güzellikle beslenir ve haysiyet kazanır. Güzelliği takdir edemediğimizde kaba saba insanlar haline geliriz, şükretmeyi bilmeyen, hayatın özünü kavrayamayan avare ruhlar. Güzel sadece duyularımıza hitap etmez bizi ahlâki olarak da daha üst bir seviyeye davet eder. Ruhumuzun güzellik tarafından emildiği saatler daha canlıyızdır: Bir dize, bir sinema filmi, mütebessim bir çehre, latif bir söz bizi içine çeker ve dünya maceramızı aydınlatır. Güzellik sadece gözü değil kulağı da arar, bir ezgi ruhu göklere çekebilir, kelâm-ı ilahî içimizi haşyete davet eder. Modern çağda insan göklerin kapısını kapayarak kendisini yeryüzüne hapsetti. Cennete yükselme arzusundan vazgeçmek gayrı ihtiyari olarak cehenneme yuvarlanışı da beraberinde getiriyor. Sadece bu dünya için olduğumuz fikri, doymak bilmez bir tamahkârlıkla kaynakları talan etmemize ve dünyayı daha da çirkinleştirmemize yol açıyor. Dünya banalleşiyor, bönleşiyor. İçimizde güzelliğin uyandırdığı o heyecan kalmadığında, çirkinliğin yaydığı külrengi kasvet dünyayı karartıyor. İnsan bir diğer insanı yok ettiği hızla, kendi ekolojisini de tahrip ediyor. Batı dünyası kozmosu kaybettiği gün güzelliği de kaybetti. Ambalajlanmış bir güzelliği, söz gelimi lüks hayatın mükemmeliyetçiliğini bize pazarlayıp satan bir tüketim toplumunun esiri haline geldik. Bir metafizik onarım gerekiyor yurdundan kovulmuş ruhu iyileştirmek için, eril ve dişil arasında bir uzlaşma gerekiyor. Atom altı fiziği zihin ve madde arasına örülen duvarların geçersizliğini gösterdi. Gözlenen ve gözleyenin birbiriyle ilişkili olduğu, her zerrenin bir diğerine bağlı ve bağımlı olduğu bütüncül bir dünyada yaşıyoruz. Bu yeni anlayışla birlikte kâinat tasavvurumuz da değişiyor ve birbirimizle kurduğumuz görünmez bağların kâinatın özü olduğunu fark ediyoruz. Ne iyilik ne de kötülük yankısız kalıyor, bizden sadır olan neyse kâinata bir şekilde etki ediyor. Su kristalleri dahi güzel söze farklı mukabele ediyor. İçimizde olan şey, aynı zamanda bizi kuşatan şeyin aynısı. Böyle bir dünyada insanın kibrini dizginlemesi gerek. Tabiatın sırlarına ve varlığa karşı daha hürmetkâr olmayı başarmalıyız. Ormanları, tehlike altındaki türleri, böcekleri, dereleri veya ziraatı korumalıyız. Zira kozmos cansız bir makine değil yaşayan bir organizmadır. Kâinata bir sanat eseriymiş gibi bakabildiğimizde, çevre krizinin aslında bir estetik krizi olduğunu fark edeceğiz.
Güzellik, içimizi canlılıkla doldurur ve bizden ilgi talep eder. Böylece dikkati kendi üzerimizden alır ve ötekine yöneltir. Kendisini evrenin merkezi olarak görmeyen kişi ahlâki olarak iyiye yüzünü döner. Güzellik böylece bizi adalete çağırır. Güzeli görebilen ruh, onun her yerde hükümferma olmasını ister. İnsanların, fikirlerin, nesnelerin güzelliği bize iyiyi ilham eder ve sosyal adalete yol açar. Ama en mühimi, güzellik bize ‘en Güzel’i haber verir. Çiçeklenen bir ağaçta, bir tebessümde, bir merhamet eyleminde, nefes kesen bir vadide o güzelliği var edeni hatırlatır. Allah güzeldir ve güzeli sever. Onun yaratışıdır ki güzelliği görünür kılar. Bu âlemde her şey, bir sonsuz ilişkiler ağında, kendisine düşen âhenkli vazifeyi yerine getirmektedir. Tabiat âyettir ve âyetler Allah’ın güzel isimlerinin yansımasından ibarettir.
‘Güzellik üzerine bu yersiz vaaz da nereden çıktı?’ diyenlere, çirkinliğin ve hoyratlığın içimizi nasıl da kuraklaştırdığını hatırlatmakla yetineceğim. Gün geçmiyor ki ekrandan duyduğumuz bir çirkin söz, ruhlarımızı zedelemesin. İnsanın insana şifa olduğu bir geleneğin adına söz alanlar dahi, bu çirkinlikten paylarına düşeni alıyor. O geleneği diri tutan ahlâk ve güzellik anlayışına bîganeyiz. Çünkü ne kalplerimizin ne de şehirlerimizin güzelliği umurumuzda, sözü güzel söylemek ve muhatabımızı ikna etmek dururken, kendi tekçi fikriyatımızı dayatmak hevesindeyiz. Bugün tıpkı hikmet gibi güzellik de inanmış insanın yitiğidir. Sükûtun erdemi üzerine binlerce cilt tutacak bir düşünsel miras az ötemizde dururken, sözlerimizle başkalarını incitmek neden? Sözlerimiz, hallerimiz, duruşlarımız bozulmuş olanı onarmak yerine çirkinliği galip getiriyorsa, ne hayır gelir insanlığa o sözlerden? Gördüğümüz her boşluğa ağaç yerine beton dikiyor, farklı ve hasım saydıklarımızla aramıza duvarlar örüyor, Allah’ın sonsuz rahmetini öteki kullarından esirgeme hakkını kendimizde görüyorsak, bu nice inanmaktır? Hoyratlık ve nobranlık, faydacı ve maddeci bir dünyanın zehir yüklü bulutları olarak ruhlarımızı istila ediyor, güzelliğe dair ne varsa, sağanak halinde onun üzerine yükünü boşaltıyor. Materyalist bir dindarlık, sebep sonuç ilişkilerini sadece bu dünyada kurarak müteâl âlemi denklemden çıkarıyor.
‘Burada benim dışımda herkes çok mutlu, bir ben değilim’ dedi öğrenci. ‘Çünkü iyiliği ve güzelliği her yerde görmeyi öğrendiler’ dedi üstat. ‘Ben niye iyiliği ve güzelliği her yerde göremiyorum?’ diye sordu öğrenci.’ ‘Çünkü’ dedi üstat, ‘içinde göremediğin şeyi dışarıda hiç göremezsin.’