Önünüzde dağ gibi büyük bir problem varsa, bununla başa çıkma çabasına girişmek cesaret ister. Çoğumuzda olmayan bir cesarettir bu… Özellikle de dağ gibi büyük toplumsal bir sorundan söz ediyorsak. O kelime, toplumsal olma hâli, sizi geriye çeker durur, “Gücüm neye yeter ki?” Bu tabii, gücümüzü neye yetirmek istediğimizle, nerede sınırlandığımızla, nelere öncelik verdiğimizle ilgili bir yetersizlik hissi.
Sanıyorum ki hepimiz için, bu toplumsal sorunlardan “en en en” büyüğü ve acili yoksulluk… Ve bu ülkede yoksullukla mücadele denildiğinde ilk akla gelen isim net olarak Hacer Foggo.
Tokat Zile’de doğmuş, köy enstitülü bir baba ve ev hanımı bir annenin beş çocuğundan biri. 12 Eylül’den sonra aile, öğretmen babanın tayini ile İstanbul’a gelmiş. Hacer Foggo bildiğimiz yoksul ailelerden birinde büyümüş. Tek göz odada. Kitaplara, okumaya, yazmaya, öğrenmeye merakından dolayı mahalledeki kütüphanede bol vakit geçirerek. Muhtemelen bu hayat hikâyesinin bir izdüşümü olarak “hâlden anlayan” ve kendinde sorunları tek tek, doğrudan çözme cesaretini bulmamayı zûl sayan biri hâline gelmiş Hacer Foggo.
Ailesi yoksul, ama derin yoksul değiller…
Evet, artık böyle bir ayrımdan bahsediyoruz, bu “derin yoksulluk” kavramını gündelik hayatımıza Hacer Foggo kazandırdı. Yoksulluğun giderilmesinin aciliyeti açısından ve derinliğini görmek açısından çok önemli bir ifade. Hacer Foggo derin yoksulluk çekenleri şöyle açıklıyor:
“… Güvencesiz çalışanlar. Yani günlük kayıt dışı çalışanlar, seyyar satıcılar, garsonlar, tekstil işçileri, hamallar, müzisyenler, çiçekçiler, gündelikçi temizlikçi kadınlar, inşaat işçileri vs. İşleri kalıcı olmayan, çaresiz ve seçeneksiz kaldıkları zamanlarda insana yakışır bir iş yapma hakkı olmayanlar. Nerede iş varsa ve ne iş varsa çalışanlar, bildikleri bilmedikleri, yeteneklerine göre ya da değil; sağlıkları elveriyor ya da vermiyor, ayakta ve hayatta kalmak için; çocukları için çalışıyorlar.”
Sadece büyük bir maddi yoksunluktan bahsetmiyor. Yoksulluğun o hepimizin bildiği manevî yükünü de anlatıyor:
“Yoksulluğa sadece gelir odaklı bakmamak gerekiyor. Çünkü ‘yoksulluk’ aşağılanma, utanç, gıdaya ulaşamama, günlük temel ihtiyaçlarını karşılayamama gibi çok boyutlu bir durum.”
Yoksul olmanın bir suç gibi algılanması, yoksullarla yoksul olmayanların, diyelim ki o iki kuruşluk işi verenlerin, azıcık yardım edenlerin ve tabii ki politikacıların, karşılaştıkları anda ortaya dökülüveren hiyerarşi de onu çileden çıkarıyor. Yoksulların, eşit vatandaş olarak hissetmelerinin, öz güvenlerini tesis etmelerinin ve hesap sormalarının önünü de açmaya çalışıyor. Engelleri tek tek deşifre ederek…
“Eşitlik, eşitlik… Ağzımızdan bırakmıyoruz. Ama o mahalleye (politikacılar) girdiğinde herkes ayağa kalkıyor. Kalkmasınlar.”
“Asıl hesap sorulması gereken politikacılar”ın en iyi ihtimalle “seçimden seçime” gördükleri yoksullara “lütuf” dağıtıyormuş gibi davranmasına siz de içerlemiyor musunuz? İçerlemeniz gerektiğini düşünmüyor musunuz? Bunlar önemli sorular meseleye bakış açınızla yüzleşmeniz için.
“Peki bu ‘makarnacı’ yoksulların kime oy verdiğini araştırdın mı?”, “Niye 5 çocuk yapmışlar?” gibi onlarca “hâlden anlamayan” soruyu ise, tabii ki, abes buluyor. Yoksul olmayanların bu devamlı parmak sallama ve öğretme hakkını nereden aldığını sorguluyor.
1980’lerin sonlarında gazeteciliğe başlamış Hacer Hanım. Tahmin edilebileceği gibi, işçi sendikaları, insan hakları üzerine çalışmalar yapmış…
2006 yılında Sulukule’de Türkiye’nin ilk “kentsel dönüşümü” süreci başladığında, önceleri gazeteci olarak gidiyor mahalleye. “1000 yıllık bir mahalleden bahsediyoruz.” diyor. Gazetecilikle yetinmesi mümkün değil, bunun ötesinde atılması gereken adımlara yardımcı olurken, sosyal dayanışmacı yanı ağır basınca kendisini Romanların “Hacer ablası” olarak buluyor. Dayanışma derneğinin kurulmasına yol yöntem bilen biri olarak yardımcı oluyor. Mahallede girip çıkmadığı ev kalmıyor, tek tek mahalleliyi tanıyor, hayatını orada geçirmeye başlıyor. Artık “direniş”in bir parçası… O zamanlar iki yaşında olan çocuğunu da alıp gidiyor bırakacak yer bulamadığı zamanlarda. 4-5 yıl âdeta orada yaşıyor. Sezen Aksu, Cezayirli-Fransız-Roman yönetmen Tony Gatlif gibi medyatik kişileri işin içine katıyor. Dahası, bizzat yıkımlar için tutulan nöbetlere katılıyor, buldozerlerle savaşıyor… Tam bir Sulukulelilerle hemhâl olma durumu.
Türkiye’de siyaset sanki daha çok, neyin neden yapılamadığını ikna edici sözlerle anlatmak anlamına geliyor. Dayanışma mı dediniz? Alın size bir fotograf, ellerde çiçekler, yüzlerde asılı kalmış birer gülümseme. Hacer Foggo ise, siyasetin, dayanışmanın fotograflarda kaldığı yerde, “görünmeyen dokunulmayan yoksulluğun kendi stratejilerini nasıl yarattığını” anlatıyor. “Çocuklar, olmayan parayla nasıl doyurulur? Elektriği kesilmiş eve nereden elektrik bulunur?”
Peki siyasetin neden dişe dokunur bir stratejisi yok?
Diyelim ki, pandemi başladığında, hepimiz gibi eve kapanmak zorunda kalan “gündelik çalışanlar” için kim ne yaptı? Hacer Foggo evlere kapanma başlar başlamaz gelen imdat çağrılarına Derin Yoksulluk Ağı’nı kurarak cevap vermeye çalıştı. Genç arkadaşlarıyla beraber “Evden Değiştir” kampanyasını başlatarak, bir gün çalışmayınca bile aç kalacak olanlara yiyecek, bebek maması, bebek bezi vs yetiştirmek için uğraştı. Derin Yoksulluk Ağı, yetişebildiği kadar ama hayatî bir derman oldu.
Yetişilemeyen çok hayat var kuşkusuz. Hacer Foggo neredeyse her yazısında, her söyleşisinde bahsediyor: Yoksulluk, miras olarak da devrediliyor. Yani kağıt toplayıcısının çocuğunun da payına kağıt toplamak düşüyor. Pandemiyi düşünün, uzaktan eğitime katılacak telefon, televizyon, internet vs var mıydı derin yoksulluk içinde yaşayan çocukların ellerinin altında? Peki, yeterince beslenemeyen bu çocukların büyüdüklerinde nerelere ulaşabileceğini sanıyoruz?
29 Mart 2022 tarihinde Hacer Foggo attığı bir tweet ile yeni kurulan “CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi”ne katıldığını açıkladı.
“Özgürlüğe bir adım daha yaklaşmak, yoksulluğun yapısal bir sorun/insan hakları ihlali olduğu, bunun da ancak hak temelli politik bir bakış ve dayanışmanın gücü ile azalacağına olan inancımdan dolayı Nisan ayı itibarıyla @DayanismaCHP’deyim. Yine sokaklarda…”
Daha önceki yıllarda da CHP ile adının bir arada anıldığı zamanlar olmuştu. Peki, 30 yıldan fazla süredir, kimsenin dokunamadığı her cenahtan yoksul insana bir nev’i hayat verebilmiş “partiler üstü” birinin CHP ile çalışmaya başlaması nasıl bir etki yaptı?
Bazılarımız açısından bu, Hacer Foggo’nun elinin altındaki imkânların artması, derin yoksullukla daha kapsamlı mücadele stratejilerinin belirlenmesinde rol model olması ve daha fazla insana ulaşılması anlamına geliyor. Belki, en azından bazı çocuklar yoksulluk mirasını reddedebilir hâle gelirler.
Yoksulluk konusunda ya da diğer alanlarda, siyasette tam da yapılması gerekenlerin yapılmaya başlanması için dört başı mamur bir örnek oluşturması ihtimali de cabası. Yoksulların Hacer ablası mahalleye, bu sefer siyasetçi olarak geldiğinde, kimsenin ayağa kalkmak zorunda hissetmeyeceğini biliyoruz. Dahası, muhtemelen gidip sarılacakları birisi Hacer Foggo.
O zaman Hacer Foggo’ya CHP’nin “büyük transferi” diyebiliriz. Maksimalizmden mustarip olanlar duymasın ama, aslında Türkiye’de siyasetin büyük transferi ve şansı. Siyasetin anlamını düşünmek için de, hepimiz için önemli bir fırsat.