Akademisyenler ve tarihçilerin taşıdığı filmlerin tarihi konu, sorun ve öznelere yüzeysel, duyarsız, ya da hatalı yaklaşması endişesi bir kenara bırakıldığında, geriye bir de kamusal abideleştirmenin hatırlamaya değil tam tersi unutmaya yol açacağı korkusu kalmaktadır.
Tam da bu noktada, Anson Rabinbach, Yahudi Soykırımı’nı Amerikan ulusal manzarasının kalıcı parçası kılmanın Amerikalı Yahudiler arasında uyandırdığı korkudan bahsetmektedir. Rabinbach’ın geçmişe bakarak “hafıza savaşları yılları” olarak nitelendirdiği 80’lerde, Birleşik Devletler’in dört bir yanında Yahudi Soykırımı merkezleri ve anıtları kurulurken ve ABD Yahudi Soykırımı Müzesi’nin tasarım ve inşası planlanırken, Yahudi Soykırımı’nın “anıtlaştırılması, anılması, tarihselleştirilmesi ve müzeleştirilmesinin” Yahudi Soykırımı anısının giderek aşınmasına yol açacağına dair yerleşmiş bir endişe mevcuttu.
Benzer şekilde, medya, siyaset ve hafıza kaybı üzerine kaleme aldığı aydınlatıcı makalesinde Huyssen, dikkatimizi bellek ve geçmişe dönüşle ilişkilendirilen paradoksa çekmektedir. Eleştirmen, çağdaş bellek kültürünü hafıza kaybıyla suçlayan eleştirmenlerden bahsetmektedir.
Günümüzde mevcut olan çeşitli medya kanallarıyla geçmişten imge ve anlatı bombardımanına tutulan biz, tarihsel bilincimizi kaybetmekte miyiz? Hafızadaki patlama diye sormaktadır Huyssen, “kaçınılmaz olarak unutma patlaması eşliğinde” mi gerçekleşmektedir? Huyssen hikâyenin her iki yüzüne de işaret etmekte ve çağdaş tüketim toplumlarında hatırlama, bastırma ve unutma süreçlerinin özellikle de kitlelere pazarlanan çoğu anının aslında “hayal edilmiş anılar” olduğunu ve bu yüzden de yaşanmış anılardan daha kolay unutuldukları gerçeği ışığında yeniden çalışılması gerektiğini ima etmektedir.
John Torpey de Huyssen’in “hafıza saplantısı” ve “kitlelere pazarlanan anılar” hakkındaki argümanlarına benzer şekilde geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek arasındaki dengenin, bir dereceye kadar son yıllarda “hafıza girişimcileri” olarak adlandırdığı, geçmişten uzaklaştırılmamamız gerektiğini ve kişisel ya da toplu olarak hesaplaşılmayan geçmişlerin bu yükü taşıyanların yakasını bırakmayacağını öne sürerek siyaset hakkında düşünmemizde geçmişin daha merkezi bir rol oynamasını savunan kişilerin, çabaları yüzünden bozulduğunu iddia etmektedir.
Torpey’in “hafıza girişimcileri”nin kategorileri arasında kusurlu devletlerdeki “dokunulmazlık kültürü”ne son vermek için uğraşan insan hakları aktivistlerinden, dini olarak tanımladıkları uzlaşma kavramını geçmiş hataların ilacı olarak gösteren ilahiyatçılara, geçmişi bir dizi mazur görülebilir suç olarak gören hukukçulara ve geçmişteki haksızlıklar yüzünden zarar görenler için tanınma ya da bu zararların telafisini elde etmeyi amaçlayan aktivistlere kadar birçok farklı grup yer almaktadır.