HDP Meclis’e dönüp dönmemeyi tabanı ile tartışırken iki çizgi arasında gidip geldi. Birinci çizgi Mecliste kalmanın hükümetin “soykırımcı” politikalarına meşruiyet sağlayacağı, bu yüzden Meclisten bir an önce ayrılması gerektiğiydi.
İkinci çizgi Meclisten ayrılmanın HDP’nin etkinliğini zaafa uğratacağı, Mecliste kalarak mücadele vermenin daha verimli ve uygun zeminler yaratacağıydı.
HDP’nin taban istişaresinde birinci çizgiyi kadın ve gençlik yapıları savundu. İkinci çizgiyi ise il ve ilçe yöneticileri, il ve ilçe meclis üyeleri seslendirdi.
HDP sonunda tercihini yaptı. Meclisteki çalışmalarını sürdürmeyi kararlaştırdı. Rasyonel bir tercihte bulundu. Doğru ve kabul edilebilir rota zaten buydu.
HDP ve temsil krizi
Ancak HDP, Meclise dönmeyi “savaşın arka cephesi olma” amacının en elverişli zemini olarak görür ve kullanırsa kaybeder.
Bu tercih Bölge’de oluşan yeni sosyolojiyi doğru okumamak olur. 8 Kasım tarihli Meşruiyet değil temsil krizi yazımda bu sosyolojiyi analiz etmiş; HDP’de kendisine oy veren halkın zihniyetini okuyamama hali oluştuğunu, bunun da temsil krizine dönüştüğünü yazmıştım.
O yazıda, AK Parti’nin başlattığı değişimi okuyamama, 6-7 Ekim 2014 olayları, çözüm sürecinde sergilediği tavır, hendek siyasetine karşı çıkmaması gibi faktörlerin HDP ile tabanı arasında yabancılaşma, hayal kırıklığı ve yüz çevirme gibi davranışlar yarattığını vurgulamıştım.
Vahap Coşkun da 22 Kasım’da kaleme aldığı makalede benzer tespitlerde bulundu; HDP’nin yaşadığı krizi Sosyolojinin duvarına çarpmak olarak kavramsallaştırdı.
Ezilenlerin gözünden bakmalı
Eğer HDP, yaşadığı temsil krizinden dersler çıkarmadan Meclise dönerse, etkili bir siyasi aktör olamaz. Mecliste varlığı bir işe de yaramaz. Bu haliyle halkın beklentilerine yanıt da olamaz.
Etkili bir aktör olabilmesi için Mecliste yeni bir sayfa açması gerekir. Bunun için de tabanı ile yaşadığı temsil krizini yeniden yapılandırması, Meclise dönmeyi de çözüm sürecine geri dönüş yapmanın imkânlarını yaratacak zemin olarak değerlendirmesi gerekiyor.
HDP’nin önünde ıskalası çok geniş bir siyasal gündem var. Giderek tırmanan ekonomik kriz, işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği, toplumun farklı renklerinin hak talepleri bu gündemin bazı başlıkları. HDP bu başlıklara odaklanarak Batı’ya da daha etkili bir şekilde seslenebilir. Siyasete ezilenlerin gözünden bakmak, Batı’da karşılık da bulur.
Önünde iki tercih var
Mecliste yeni sayfa, aynı zamanda yeni ilkeler, yeni pozisyonlar, yeni yaklaşımlar demek. Eğer HDP Türkiye’nin en etkili siyasi muhatabı haline gelmek istiyorsa:
(a) PKK ile ilişkisine net bir tanım getirmek zorunda. “Biz savaşın arka ve lojistik cephesiyiz” savunusunu mu, yoksa KCK’ye “mücadele metodolojini değiştir” çağrısını mı tercih edecek?
(b) Barışın bilek bükücü aktörü mü olacak, yoksa “kiminle savaşıyorsanız onlarla barışırsınız” kolaycılığını mı sürdürecek?
(c) Kendisine oy veren seçmenlerin ekonomik, kültürel ve sosyal problemlerini önceleyen bir politik duruşu öne çıkaracak mı?
(d) Savaşı şehirlere taşıyarak sivillere zarar veren mücadele yöntemini ahlâken mahkûm edecek mi?
(e) Marjinal sol blokajı aşarak Türkiye'nin şiddetle ihtiyaç duyduğu alternatif parti olabilecek mi?
* * *
Bu soruların cevaplarına bağlı olarak, HDP ya savaşı derinleştirecek taraf olacak. Ya da barışı derinleştirerek siyasal muhatap olmayı tercih edecek.
Şahsen Öcalan’ı unutan değil tersine barış için rolünü hatırlatan, sık sık da projelerini seslendiren, barış için rol ve misyon üstlenen bir HDP’nin etkili bir siyasal muhatap haline geleceğini düşünüyorum.
Ama kuru bir retorik, sol popülist bir söylemle siyaset yapmaya devam ederse hem kendisini hem tabanını yanıltır. Yaşadığı temsil krizini de derinleştirir kanısındayım.