Bir meziyetin sık sık vurgulanması, o meziyetin yokluğuna yahut nispîliğine dair sağlam bir ölçü verir. İnanın çok güvenilir bir ölçüdür bu; çünkü bir meziyeti gerçekten sindirmiş olanlar, onu ifade etmeyi zül addederler.
Mesela Türkiye’de erkek cinsi mensuplarının sık sık kendi harbîliklerinden, hasbîliklerinden, “delikanlılıklarından” dem vurmasına bakarak, ülkemizdeki erkeklerin çoğunun bu niteliklerden nasipsiz olduğu sonucuna varmak yanlış olmaz.
Erkeklerin sokaklardaki performansına akıllı cep telefonları sayesinde daha yakından bakabilme imkânına sahip olalı beri, dillerinden düşürmedikleri harbîliklerinin, hasbîliklerinin, “delikanlılıklarının” nasıl içi boş böbürlenmeler olduğunu daha iyi anlar olduk.
Bu söylediklerimin, aklınıza erkeklerin eşlerine, sevgililerine sokakta reva gördükleri ve artık neredeyse hepsinin görüntülerine ulaşabildiğimiz kan dondurucu şiddet sahnelerini getirdiğini biliyorum. Fakat erkeklerin çok övündüğü niteliklerinin kofluğunu gösteren tablonun tamamına vakıf olabilmemiz için, erkeklerin oluşturduğu kalabalıkların tek tek insanlar (yahut o kalabalıkla baş etmesi imkânsız küçük gruplar) üzerinde uyguladıkları şiddeti de mutlaka hesaba katmalıyız.
Ahlaki açıdan toplu bir tefessüh ânına işaret eden bu türden “çullanma” eylemleri, belki tartıştığımız konu açısından bireysel şiddet eylemlerine kıyasla daha anlamlı örnekler teşkil eder.
Bursa örneği
Geçtiğimiz hafta Bursa’da cereyan eden bir “çullanma” eyleminin bireysel şiddet sahnelerinden daha büyük bir infial yaratmasını da bunun bir işareti olarak görebiliriz.
Şöyleydi haber:
“Bursa'nın Orhangazi ilçesindeki bir alışveriş merkezine erkek arkadaşıyla birlikte giden genç kıza laf atan kimliği belirsiz 5 kişi, kendilerine tepki gösteren çifte saldırdı. Saldırganlar, genç kızın erkek arkadaşını tekme tokat dövdü. Saldırıya engel olmak isteyen genç kız da aldığı tekmeler ile yaralandı. Beraati Gödeş'in vücudunda çok sayıda kırık olduğu bildirildi. Polis olaydan sonra kaçan saldırganları yakalamak için çalışma başlattı.”
Sonrasını biliyorsunuz. Saldırganlar yakalandı, serbest bırakıldı, ardından ortaya çıkan büyük toplumsal tepki neticesinde tutuklandılar.
Gündelik hayatımız da toplumsal tarihimiz de onlarca, yüzlerce, binlerce korkağın, birleştiklerinde nasıl yıkıcı bir “cesaret” ürettiklerinin örnekleriyle dolu. Bursa’daki olay da hiç kuşkunuz olmasın, bu şablona uyuyor.
Entelektüel çullanma…
Fakat “çullanma” deyince sadece kalabalıkların tek tek bireylere ya da daha zayıf gruplara karşı uyguladıkları şiddet ya da bastırma eylemleri anlaşılmamalı… Çullanma, hayatımızın her alanına sirayet etmiş ve bir kültüre dönüşmüş durumda. Mesela entelektüel hayatımızdaki, genel olarak “linç” diye tabir olunan çullanma örneklerini de bu kategori içinde düşünmeliyiz.
Burada bir parantez açmak ve üzülerek eklemek isterim ki, fiziki çullanma söz konusu olduğunda kendilerini önemli ölçüde bu onursuz faaliyetin dışında tutabilen kadınlar, iş entelektüel çullanmaya geldiğinde hiç de fena bir performans sergilemiyorlar.
Geçtiğimiz hafta, Yıldıray Oğur’un TV5’teki programında sarf ettiği bir eleştirel cümle nedeniyle Ahmet Taşgetiren’e reva görülen davranış, entelektüel çullanmanın taze ve tipik bir örneğini oluşturdu.
Twitter’da Taşgetiren’e yönelik çullanmaya biraz daha yakından bakınca, çullanma eylemlerinde, eyleme katılan tek tek bireylerin nasıl bir ruh hali içinde olduğunu daha iyi anladım, o da şu: Çullanma eylemlerine katılanların çok büyük bir çoğunluğu, gücünü içinde yer aldığı kalabalıktan alıyor. Bu kişiler, o kalabalığın bir parçası olmadıklarında (hele hele Taşgetiren’le bir tartışmaya girdiklerinde) sarf etmeye cesaret edemeyecekleri cümleleri kolaylıkla sarf edilebiliyorlar. Yani, yalnız başlarına girişecekleri bir eylemde yenilgi garantiyken, şimdi entelektüel bir tartışmanın galibi gibi hissediyorlar kendilerini.
Siyasi çullanma ve HDP örneği…
Özetle, kalabalığın tek bir insan üzerine, çoğunluğun azınlığın üzerine maddi-manevi çullanması, artık kültürümüzün belirgin bir parçası haline geldi.
Fakat, çullanmanın daha da onursuz bir biçimi var ve bunu da en iyi son yılların en utanç verici çullanması olan Halkların Demokratik Partisi (HDP) örneği üzerinden gösterebiliriz: Çullananların kullandığı araçlar, üzerine çullanılandan esirgeniyorsa, çullanmanın en utanç verici haliyle karşı karşıyayız demektir. Şimdilerde HDP ve HDP’liler üzerine düzenlenen seferberlikte olduğu gibi…
2016’dan beri HDP ve HDP’lilerle ilgili olarak gazetelerde ve televizyonlarda her türlü tezvirat sınırsız ve olabildiğince özgür bir biçimde dile getirilebiliyor.
Şayet HDP’liler, bunlara aynı gazete ve televizyonları kullanarak cevap verebilselerdi, şahit olduğumuz şeyin klasik bir çulanmadan ibaret olduğunu söyleyebilirdik. Çünkü üzerine çullanılanın iyi kötü bir cevap hakkı var. Çullananların sayısı ve çeşitliliği çok ama, bu savunma imkânı, çullanmayı “standart” seviyesinde tutuyor.
Gerçek tabloya baktığımızda ise zaten doğası gereği onursuz bir davranış biçimi olan çullanmanın çok daha onursuz bir türüne şahit olduğumuzu görüyoruz. Çünkü burada artık, sadece çoğunluğun azınlığı ezme girişimiyle değil, onu kendini savunma hakkından da mahrum bırakmasıyla karşı karşıyayız.
Eski CHP milletvekili Aytuğ Atıcı’nın Habertürk’teki bir televizyon programındaki sözleri, işte bu tür bir çullanmayı teşhir ediyordu:
"Siz dahil yedi kişi burada HDP'nin ne yapacağını tartışıyor. Burada bir HDP'li yok. Bunu yadırgadığımı ifade ederim, açık ve net bir şekilde. Şuradaki bir sandalyede bir HDP'liyi bile orturtamıyorsak ya HDP'yi konuşmayacağız ya da konuşacaksak da HDP adına konuşacak bir insanı buraya davet etme nezaketini göstereceğiz. Bunu da size bir eleştiri olarak lütfen kabul edin…"
Programın sunucusu “peki” deyip geçiştirdi bu eleştiriyi, zaten başka ne yapabilirdi ki? Eleştiriyi kabul etmek, sonraki programlarda oraya bir HDP’liyi de davet etmeyi gerektirirdi…
Aytuğ Atıcı’nın sözleri toplumumuzdaki çullanma kültürünün yüzüne atılmış bir tokattı ama, ne yazık ki bu sözler karşısında “hakikaten, ne kadar ayıp” diyecek olanların sayısı, “boşver” diyecek olanların yanında devede kulak kalacak.
Siyasetçisinden gazetecisine, televizyoncusundan siyasetçisine, anlayabilecekleri dilden insanın şöyle feryat edesi geliyor: “Delikanlı olun biraz, delikanlı!”