Birkaç dakika içinde lüks otel odasının içi kan gölüne dönmüştür, ekibin başında bulunan siyah gözlüklü takım elbiseli bir adam bir yere telefon eder ve şöyle der: “İş bitti, odayı temizleyin…” Katiller odadan çıkarken içeri giren ‘temizleyici’ odayı çok kısa bir süre içinde eski haline getirir. Temizleyiciler ayrılırken ellerindeki poşetlerle sanki olay hiç olmamış gibi, zaman geri çekilmiş odanın huzur veren ortamı belirir perdeye…
PKK’nın ‘çözüm sürecini’ bitirip yeniden silahlı ve bombalı eylemlere başlamasından sonra HDP de siyasi parti olma özelliğini bir kenara koyup, yukarıda anlattığım gizli servisleri anlatan aksiyon filmlerinde sahnelenen ‘temizleyici’ görevine soyundu. PKK’nın yaptığı alçakça bombalı eylemler HDP’nin de katkılarıyla ‘başka suçlular’ bulunarak temizlenmeye çalışıldı. Şehirlere ilçelere yerleştirilen tonlarca bomba patlatılarak ülke yeniden cehenneme döndürülmek istendi. Özellikle çözüm sürecini yaşayan ve ‘Barışa doyamayan’ bölge halkı bu savaşın bütünüyle içine çekilmek istendiyse de istenen olmadı. PKK’nın istediği ‘halk ayaklanması’ olmasa da insanlar öldü ve ölmeye de devam ediyor.
HDP, bu süreçte siyasi çözüm arayan bir parti olmayı bırakıp, enerjisini tamamen PKK’nın yaptığı eylemleri haklı göstermeye, suçluları başka yerde aramaya koyuldu. Yerleşik sermayenin düşmanlaştırdığı Cumhurbaşkanı Erdoğan özelinde AK Parti iktidarı, PKK’nın yaptığı bu eylemlerin baş suçlusu olarak sunulmak istendi. Açıkçası kısmen başarılı da olundu. Zaten ellerinde 13 yaşında bir çocuğun ekmek almaya giderken PKK bombasıyla ölmesini aklamak için “Erken patlayan bomba…” diye haberleştiren bir medya dayanışması, bol miktarda vicdan yapan aydın ve düşünürler vardı. Bir de bunlara Erdoğan ve AK Parti ile ölüm kalım savaşına giren ve bu uğurda hıyanet de dahil her şeyi yapabileceğini gösteren Paralel Yapının medyası da eklenince HDP’nin yaptığı PR çalışması PKK’yı “ailemizin cici örgütü” seviyesine taşıdı.
Ama hayat böyle akmıyor, istediğiniz kadar gerçekleri saklamaya odayı temizlemeye çalışın, gerçek koltuğun altında bir kıl olarak karşınıza çıkar. İstediğiniz kadar ilçelere yerleştirilen bombalarla, silahlı adamlarla halkı esir alanlara yönelik operasyonları “Devlet katliam yapıyor” yaygaralarıyla saptırmaya çalışın, gerçekler karşınıza çıkıyor. İşte bu gerçekleri örtmek için ara ara yapılan barış çağrıları, vicdan söylemleri karşılığını bulmayıp sadece bir piar çalışması, propaganda olarak inandırıcılığını aynı hızla yitirdi. 7 Haziran seçimlerinde yola Türkiyelileşme olarak çıkan HDP, şiddetle arasına hiçbir zaman mesafe koymayan hatta şiddeti meşrulaştırmak için bahane dahi bulmaya gerek görmeyen Türk soluyla yaptığı işbirliğinden çıka çıka şiddetin kutsallaştırılması çıktı.
HDP, bugün 1 Kasım seçim bildirgesini kamuoyu ile paylaştı. Eminim en demokratik, özgür ve eşitlikçi bildirgeyi onlar halka sundular. Bundan hiç kuşkum yok. Kuşkum bunun inandırıcılığında ondan da vazgeçtim HDP’nin siyasi parti olup olmamasında. Bildirgeyi Figen Yüksekdağ ile birlikte açıklayan Selahattin Demirtaş’ın sözleri HDP’nin yeniden siyasi parti olacağı yönünde umutlarımı artırdı. Ya da umut etmek istiyorum diyeyim.
Yola HDP ile devam etmek
Selahattin Demirtaş, "Biz bugüne kadar halkların yararına her kim olumlu ne iş yaptıysa, taş üstüne kim taş koymayı başardıysa onlara ancak teşekkür edebiliriz. Ama yolun bundan sonrasına HDP ile devam edeceğiz" dedi. Güzel laf, umut verici laf. Bunun hayata geçirilmesi bir yana söylenmesi bile önemli. Selahattin Demirtaş’la ilgili söylediğim “Demirtaş’ın siyasi hareket alanı Kandil’in çizeceği yol kadardır” sözüm yüzünden birçok arkadaşımı küstürdüm. Hala da aynı düşünsem de Demirtaş ve HDP’nin beni yalanlamasını umut ediyorum. Her ne kadar Nietzsche, “Umut insanın en büyük düşmanıdır” dese de umut etmeden de yaşanmıyor ki…