HDP, demokratik eylemlerin içine şiddeti makul ve muhatap gösteren bir perspektifi yerleştiriyor. “Sırtımızı YPG ve Kandil’e dayadık” diyerek şiddeti normalleştiriyor. “Yaşasın 15 Ağustos” derken (PKK’nin silahlı mücadele başlattığı tarih) şiddeti yüceleştiriyor. Çatışmalarda yaşamını yitiren veya canlı bomba eylemi yapan örgüt üyelerine taziye ziyaretinde bulunarak şiddeti besleyen iklimi sürdürüyor. Kadın ve gençlik kollarında faaliyet yürüten üyelerinin çoğunluğunun dağa çıkması da “acaba partide bu sonucu doğuran bir habitat mı var” kuşkusu ve kaygısına yol açıyor.
Hiçbir demokrasi bu tabloya hoşgörü gösteremez. Evet, siyasi partiler demokratik bir toplum için gereklidir. Ancak bu gereklilik faydanın çokluğunu gerektirir. Faydanın çokluğu da asla yaşam hakkını ihlal eden bir perspektiften yürüyemez.
HDP ve devlet aklı
O zaman ne yapacağız? HDP’yi kapatmak bir seçenek olarak düşünülebilir. Ancak bu kez de hoşgörü ile zararlı katılım arasındaki denge tersyüz edilmekle kalmaz; ana ve temel çıkarların yurttaşlar tarafından ileri taşınması da sınırlandırılmış olur. Engellenmişlik duygusu da daha fazla öfkeye yol açar.
Bir çıkış yolu bulmamız gerekiyor. Öyle bir mekanizma yaratılmalı ki ödüllendirme -cezalandırma yönlendirmesi işlevsel olabilsin. Böylece sistemi zaafa uğratan kitlenin normalleştirilmesi sağlanabilsin. Alexander S. Kirshner’in ifade ettiği gibi, anti-demokratları dize getirmeyi değil siyasal topluluğa yeniden dahil etmeyi mümkün kılsın.
Bu, ancak demokratik bir tahammül noktası belirlenerek sağlanabilir. Hoşgörü ile zararlı katılım arasında olması gereken sınırı tanımlayan şu iki ilke, böyle bir demokratik tahammül noktası için umutlu olmamız gerektiğini söylüyor:
(1) Devlet ve iktidar (yine Kirshner’den ilhamla söylersek), demokratik süreç yoluyla etkili bir şekilde rahatsız edici, kurallara başarıyla karşı çıkan faaliyetinden dolayı değil, yurttaşların temel demokratik çıkarlarının merkezine şiddeti yerleştirmesi siyasal katılımını problemli hale getirdiği için, HDP’yi karşısına almalı.
(2) HDP kapatılmamalı. Sadece çatısı altında “şiddetle” bağlantılı görülen kişiler soruşturma, kovuşturma, adliye kıskacına alınmalı. Böylece HDP’nin siyasal süreçte rol alma hakkının saklı olduğu hatırlatılmalı. Yani HDP dışlanmamalı ama şiddetten de ayrıştırılmalı.
Halihazırda iktidarın ve yeni devlet aklının bu iki ilkeye dayalı bir strateji izlediğini söyleyebiliriz. Tutuklanıp bırakılan veya bırakılıp yeniden tutuklanan milletvekilleri ve belediye başkanları var. Bu uygulama da yeniden katılıma bir şans tanıma olarak görülebilir. Ama şunu tam olarak bilmiyoruz: Acaba her bir durumda masuniyet karinesi gerçekten gözetiliyor mu? Ya da suçlular ile masumları ayırdetmenin kriterleri üzerinde titizlikle duruluyor mu?
Uluslararası içtihat
Belirleyeceğimiz demokratik tahammül noktasının gayrimeşru olduğunu da söyleyemeyiz. Çünkü uluslararası insan hakları belgelerinde de tanımlanmış durumda. İnsan hakları belgelerinde siyasal parti özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü kategorisinde görülmekle birlikte, sınırlandırılabilir bir hak olarak da mütalaa edilmekte.
Evrensel hukuk denilince akla ilk gelen AİHM’e göre, ifade özgürlüğünün bazı sonuçlarının devlet veya halkın bir kesimi için sarsıcı, şaşırtıcı ve/ya rahatsız edici olması, suç kapsamında görülemez. Ama AİHM bu “şaşırtıcı ve rahatsız edici” hali, İspanya’da Bask bölgesinde faaliyet yürüten ETA’nın siyasi kolu Herri Batasuna’ya ilişkin kararıyla bir normatiflik ve ahlakiliğe kavuşturmuştur. AİHM, Herri Batasuna’nın ETA eylemlerine sessiz kalması ve kınamaması yüzünden kapatılmasını onaylamıştır. Bu kararı alırken de partinin ETA ile mesafesine bakmıştır. ETA eylemlerinin kınanmamasını, kınanmayarak sessiz kalınmasını dahi demokratik düzene tehdit olarak görmüştür.
Venedik Komisyonu da bir siyasi partinin açıkça “şiddete” bulaşmış olmasının, yıkıcı faaliyetlere katılmış olmasının ve şiddeti savunmasının kapatılmasına gerekçe yapılabileceğini ifade etmektedir. Hattâ şiddet kullanımı ve şiddet tehdidi Venedik Komisyonu’na göre parti kapatmak için tek kriterdir.
HDP şiddete normatiflik ve ahlaki bir paye vermeyi sürdürdükçe, bir kitle partisi olarak kendisine tanınan siyasal katılım hoşgörüsünü zararlı bir katılıma dönüştürdükçe, sözcülüğünü üstlendiği öfkenin istikrarsızlık oluşturmasına aracılık yaptıkça, her zaman için suçlular ile masumlar arasındaki ayırım çizgisi üzerinde değerlendirilen bir nesne olarak kalır.