Nasırüddin Tûsi’nin adını ilk defa, henüz İstanbul Üniversitesinde öğrenciyken bilim tarihi hocamız Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan duymuştum. Ekmeleddin Hoca kendisinin matematik, felsefe ve özellikle astronomi alanındaki çalışmalarından övgüyle söz etmişti. İtiraf etmeliyim ki sonraki yıllarda Nasırüddin Tûsi ile ilgili ne bir şey okudum, ne de kendisini merak ettim. Nedense Ekmeleddin hocamızın anlattıklarıyla yetindim. Derken bir süre önce, özellikle Eyyubiler üzerine yoğunlaştığım bir sırada Nasırüddin Tûsi’nin adıyla tekrar karşılaştım ve bu bilim insanın, Hülagû’nun Bağdat’ı yakıp yıkmasında ciddi bir payının olabileceğini düşündüm.
Nasırüddin Tûsi ve yıldızların dili
Ancak asıl konuya girmeden, az da olsa Nasırüddin Tûsi’nin hayatından söz etmek gerekir. 18 Şubat 1201’de Tûs’de doğan Nasırüddin Tûsi, 26 Haziran 1274’te Bağdat’ta vefat eder. Din ve felsefe alanındaki ilk bilgileri babasından alır, zira babası bir ara filozof Ravendi’nin öğrencisi olmuştur. Tûsi, baba ocağında edindiği bu ilk öğrenimden sonra çağının önemli düşünürlerinden ders alma fırsatını elde edecektir. Örneğin Ferideddin Nişaburi’den Felsefe, Kemaleddin Hasib’den astronomi ve matematik, Burhaneddin Hamedani’den hadis dersleri alır. Daha sonra Musullu Kemaleddin bin Yunus, Muinüddin Salim bin Betran-i Mısri ve (İbn Sina’nın öğrencilerinden biri olan) Behmen Yar’ın da rahle-i tedrisinden geçer. Çalışmalarını mantık, matematik, logaritma, astronomi ve ahlâk felsefesi alanlarında sürdürecek olan Nasreddin Tûsi çok yönlü bir düşünürdür.
Nasırüddin Tûsi’nin gerçeği arama arayışı, gençliğinde onu İsmaililer ( Şii İsmailiye mezhebi) ile ilişki kurmaya götürür. Onun ilme ilgisini İsmaililer de takdir edecek ve böylece Tûsi, Kûhistan’a gidecek; Kuhistan valisi ve İsmailiye mezhebinin kurucusu Nasırüddin Abdurrahman bin Mansur’un talimatıyla Alamut Kalesi’nde misafir edilecek; bir süre sonra, Sünni İslâm tarafından sapkınlık olarak görülen İsmail anlayışını benimseyecektir. Derken zamanla İsmaililerle arasındaki ilişki bozulur ve Tûsi 22 yıl gibi uzun bir süre Alamut kalesinde esir kalır. Alamut’un 1256 yılında Hülagû tarafından alınması üzerine özgürlüğüne kavuşur ve ömrünün geri kalan kısmında Moğolların “hizmetine” girer. Önce Hülagû’nun danışmanı olarak görev yapan Tûsi, daha sonra vezir olarak atanır.
Nasırüddin Tûsi bir ara, Antik çağdan beri oldukça revaçta olan yıldızbilimi (astroloji, stêrnasî) ile ilgilenir. Yıldızbilimciler, yıldızların insan davranışları ve geleceği üzerinde etkili olduğunu düşünmektedir. Ancak bir müddet sonra Tûsi, astrolojinin bilimsel değil geleneklerden kaynaklanan bir inanç olduğu düşüncesini benimser. Tûsi’nin bu tamamen bilimsel yaklaşımı, acaba Bağdat’ın ve İslam âleminin diğer önemli kentlerinin Moğollarca yerle bir edilmesinde bir rol oynamış olabilir mi?
Hülagû Bağdat’a göz koyunca
Hülagû, İslâm halifeliğinin başşehri Bağdat’ı kendi topraklarına katmak istemektedir. Ancak kente karşı askeri harekâta girişmeden evvel, Halife Mutasım’a elçiler gönderip “Tanrı, yeryüzünün hepsini doğudan batıya bize sundu. Her kimse il olarak yüreği ve dilini bize doğrultsa, malı, karısı, çocuğu ve dünyası ona kalır. Bize karşı bunların aksini düşünen biri, bu saydıklarımızdan yararlanamaz” diyerek, Bağdat’ın teslim edilmesi, kendi adına hutbe okutulması ve sikke bastırılmasını talep eder. Halife bu cüretkâr teklifi reddeder. Üstelik Bağdat’a gönderilmiş olan Moğol elçiler halk tarafından fiziki ve küfürlü saldırıya uğrar; elbiseleri yırtılarak yüzlerine tükürülür.
Bağdat’a saldırı kararının alınması
Elçilerin Bağdat’tan eli boş ve aşağılanmış dönmesi Hülagû’nun canını sıkar. Moğol hanı, devlet erkânını toplayıp, Bağdat’a saldırıp saldırmamayı meşveret eder. Her biri kendince bir şeyler söyler. Acaba müneccimler ne diyecektir? Tâ Antik çağdan beri, Doğulu pek çok kral ve liderin, savaşların zamanı ve sonuçları açısından görüşüne başvurduğu kâhin ve sonra müneccimleri vardır. İncil’de bile Hazreti İsa’nın doğuşunun müneccimler tarafından müjdelendiği yazar. Üstelik İsa doğduktan sonra Doğu’dan gelen müneccimler Hazreti Meryem’i ziyaret etmiş, Rab İsa için hediyeler sunmuştur (Matta 2:1-12). Sonraki yüzyıllarda Osmanlı sarayı ve saltanatı için de müneccimbaşı önem taşıyacaktır.
İşte, henüz Bağdat’a saldırmaya karar vermemiş olan Hülagû da Hüsameddin Müneccimî’yi çağırıp, “yıldızlar ne gösteriyorsa dalkavukluk etmeden anlat” der. Hüsameddin Müneccimî şöyle der: “Hilafet hanedanına saldırmak ve Bağdat’a ordu sevk etmek uğurlu değildir. Çünkü bu son zamanlara dek Bağdat’a ve Abbasilere saldırmaya niyet eden her padişah, hükümdarlığından ve ömründen yarar görmedi. Eğer padişah benim sözümü dinlemez ve oraya giderse yakın zamanda altı fesat ortaya çıkar. (1) Bütün atlar ölüp, askerler hastalanır. (2) Güneş doğmaz. (3) Yağmur yağmaz. (4) Şiddetli bir fırtına çıkıp dünya depremle harap olur. (5) Yerden bitki çıkmaz. (6) O yılda büyük bir padişah vefat eder” (Reşîdüddin Fazlullah, Câmiü’t-Tevarih:37).
Hülagû, Hüsameddin Müneccimî’nin açıklamalarında pek memnun kalmamıştır. Kendisinden delil istediğinde, Müneccimî söylediklerini bir kâğıda yazıp verir. Derken Hülagû, Nasırüddin Muhammed-i Tûsi’yi çağırarak, Müneccimi’nin dediklerinin gerçekleşme ihtimalini sorar. Tûsi “bunlardan hiçbiri gerçekleşmez” der. Hülagû “peki ne olur” diye sorduğunda, Nasırüddin Tûsi “Halife’nin yerine Hülagû olur” diye karşılık verir.
Müneccimî ile Nasırüddin Tûsi’nin açıklamaları tam zıt yöndedir. Halen ortada duran Hülagû, Müneccimî ile Nasırüddin Tûsi’yi yüz yüze getirip karşılıklı tartıştırır. Tûsi tezini şu şekilde savunur: “Herkesin ve Müslümanların ortak görüşüyle birçok büyük sahabeden birçoğu şehit oldular ve hiçbir fesat ortaya çıkmadı. Horasan’da Tahir, Me’mun’un hükmüyle gelip kardeşi Muhammed Emin’i öldürdü. Mütevekkil’i, oğlu emirlerle birlikte öldürdü ve Muntasır’ı ve Mu’tez’i, emirleri ve köleleri öldürdüler. Bunun gibi birkaç halife de başka kimselerin eliyle öldürüldüler ve bir aksaklık ortaya çıkmadı” (Câmiü’t-Tevarih:38).
Nasırüddin Tûsi’nin bu son açıklamaları Hülagû’nun yüreğine su serper. Her ne kadar Hüsameddin Müneccimî kapkara bir tablo çizmişse de, Hülagû Nasırüddin Tûsi’nin açıklamalarını daha inandırıcı ve gerçekçi bulmuştur. Eğer Nasırüddin Tûsi de müneccimler gibi konuşmuş olsaydı, acaba Hülagû saldırı kararı almaz ve Bağdat yıkımdan kurtulur muydu? Onu bilemiyoruz. Ancak çok iyi bildiğimiz bir durum var: Talan ve ganimet arayan Moğollar, Doğu’nun zenginliklerinin peşindeydiler.
Eğer Moğollar ve Hülagû, Nasırüddin Tûsi’yi dinleyerek Bağdat’a girmişse, o zaman şu basit mantıkî sonucu kabul etmeliyiz: Bilim insanları, her zaman medeniyetin ilerlemesine katkı sağlamaz; bazen buluşları, bazen fikirleriyle medeniyetin yıkılışına da sebep olabilirler. Zira Bağdat’ın Moğollar ca zaptı, İslâm tarihinin en trajik olaylarından birini teşkil etmektedir.