“İsyan Günlerinde bir 68’li” başlıklı kitabımın son rötuşları için dosyaları karıştırırken 26 Mart 1987’de yazdığım günlüğe daldım. Üsküdar Paşakapısı Cezaevi’nden, Bursa Özel Tip Cezaevi’ne maceralı bir yolculuk yapmıştım. Ardından Bursa Cezaevi’nin “müşahade” denilen, yeni gelenin karantinada tutulduğu bölüme konuldum.
Gerisini 35 sene önce yazdığım günlükten aktarıyorum: “Sağ müşahadede tek başımayım. Hüseyin Bağcı isimli bir genç arkadaş yemek-kantin gibi işlerimizi görüyor. Banyo falan hak getire. Hüseyin’e hiç banyoya gidip gidemeyeceğimizi sordum. Biz sen gelmeden önce gittik. Bir Mafyacı var o rüşvet verdi öylece gittik dedi.
Adamın çok sayıda cinayeti olduğunu söyledi. Müşahadeye konuluşumun sanırım 4. veya 5. günüydü. Gece çayını Hüseyin yerine ak saçlı bir mahkum getirdi. Fincanıma çayı doldururken dönüp sordu: “Ben seni tanıyorum, sen de beni tanıdın mı?” Bendeki iyi hafıza anında canlandı. “Tabii sen Süleyman’sın, bizim meşhur idamlık Süleyman.”
Süleyman’ı 1971 yılından, Mamak Askeri Cezaevi’nden tanıyordum. O dönem cezaevinde bulunan herkes onu tanır. İçimizde siyasi olmayan bir tek o vardı. İdama mahkum edilmişti ve cezasının onayını bekliyordu. Kısa boylu şişman bir genç adamdı. Bizler direniş yaparken, açlık grevinde iken aramızda dolaşır, kimseye bir zararı olmazdı.
Geçmişte ispiyonculuk yaptığı da söylenirdi. Biz tanık olmadık. Denizlerle aynı hücrede kalıyordu. Şu anda karşımdaki Süleyman’la o Süleyman arasında dağlar kadar fark var. Çökmüş ak saçlı yaşlı bir adama dönüşmüştü. Merakla sordum, “Süleyman sen niye hâlâ içeridesin?” Cevabı şöyleydi: “Ağabey hiç çıkmadım ki…
1974 Af Kanunu’yla idamdan kurtuldum. Şimdiye kadar çıkmış olacaktım. Ama hasımlarım beni öldürtmek için cezaevine adam soktular. O beni öldüremedi ama ben onu öldürdüm. 15 yıl daha verdiler. Tahliye olmama 2 yıl kaldı. 22 yıldır cezaevindeyim. Yaşım 43. Seni görür görmez tanıdım. Gazetelerden sizleri izliyorum. Denizler öleli ne çok oldu…