Ana SayfaYazarlarSavaşma yarat

Savaşma yarat

 

Fatih Akın ve John Lennon; Biri manşete taşıdığım gazete haberinde, diğeri  New York-Dakota apartmanındaki katlinden birkaç gün önce yapılıp Ömer Madra, Murat Can Tonbil ve Selahattin Çolak tercümesiyle  Açık-Radyo sabah programına taşınan söyleşisinde 10 Aralık’15 Perşembe sabahı, bambaşka bağlamlarda aynı mesajı veriyorlardı. Yaratıcılık, özgürleşme mücadelelerinin tercihe bağlı bir tarafı ve destekçisi değil; bizatıhi kendisi olarak  keskin bir biçimidir. 

 

Sinemacı Fatih Akın kendi pratiğini tanımlamak, John Lennon ise kendi çıkış yolu kadar; angaje olduğu Marksist dünya görüşüyle buluşacak emekçi sınıfların tahakkümden kurtulup özgürleşmelerinin anahtarı olarak söz ediyorlardı “yaratıcılık”tan. Evet yaratıcılıklarından kuşku duyulamayacak iki başarılı, maddi,manevi tatmine doymuş adam böyle başa çıkmışlar sosyal yaşamın bunaltıcı baskılarıyla, böyle özgürleşmişler,yaratıcılıktan kazandıklarını özgürlük için kullanmamış; Yaratıcı olurken özgürleşmişler. Sıkılınca,daralınca kaçarken başvurulan çare olarak değil, sıradan hayatlarının,iş görme dünyalarının parçası kılmışlar. Yaratıcılığın, sanatla, bilimle, tasarımla sınırlanamayacak insani bir kapasite olduğundan geçen haftaki “Ters köşe” başlıklı yazımda ben de hukuk pratiğinden yola çıkarak hukuk pratiğiyle örneklemiştim. 

 

 

 

Üstelik ezelden beri yaratıcılıkla aynı kulvarda düşünülüp dile getirilmiş yenilik/icat [innovation] kavramları da yaşadığımız zaman diliminin paradigma kurucu terimi haline de geldi. Devirlerin tüm belirleyici terimleri gibi olur-olmaz kullanıldıkça hırpalandı. Sermaye birikiminin dara düşünce sarıldığı yeniden piyasaya sürüp harekete geçirdiği son dönemdeki can simitlerinden oldu.

 

 

Ama çağrıştırdığı klişelerin tuzağına düşmeden kullanılarak çağrıya dönüştürmenin hala mümkün olduğunu kanıtlayan girişimler de olmuyor değil, mesela Mimarlar Odası Antalya şubesinin evsahipliğini, Abdi Güzer’in direktörlüğünü, Tansel Korkmaz’ın küratörlüğünü, Aslıhan Demirtaş & Ali Cindoruk’un sergi tasarımını üstlendiği ”Geleceği düşünmek” konulu   3. Antalya Uuslararası Mimarlık Bienali: Bienal sergisindeki işlerin,yaratıcılığı örneklemeleriyleyetinilmeyip,  işlerin biraraya getirilişiyle de, açıktan açığa yaratıcılığa  çağrı  mesajı verilmiş. Kuramsal metinlerden tanıdığımız fikirler vülgerizasyondan hassasiyetle kaçınan aforizmalara dönüştürülüp sergiye de taşınarak  farklı işleri birarada tutan harç olarak aralarına  yerleştirilmiş. Etkinlik konusunun yorumu farklı işlerin bağlayıcı harcı kılınmakla,çağdaş sergilerin başat sorunu dikkat dağıtıcı dağınıklığa set çekilip,  sergiyi izleyenlerin dikkatlerini toplayıp  yoğunlaştırabilecekleri bir seyir mümkün kılınmış.    

 

Kısacası etkinlik  konusunun tek tek işlerle ve onların birarada duruşuyla ilglenmemeyi iş etiği bellemiş umursamaz, sorumsuz savruk küratörlük pratiğiyle de araya eleştirel mesafe konmuş.

 

Bienal sergisi, küresel ölçekli sosyal/siyasal krizler içinden geleceği yaratıcı enerjiyle düşünmeye adece çağrının değil başlamanın da ortamına dönüştürülmüş.  

 

 

Kolay değil başa çıkmak; çağın başlıca zaafı, berrak adlandırmalardan vurgulardan fikirlerden kaçarak risk almadan işi bitirmek olan zamane küratörlük/ editörlük alışkanlıklarına  da apaçık bir meydan okuma anlamına gelmiş bu yalınlık cesareti. Lafı,fikri anlaşılmaz kılacak şekilde dolandırarak içini boşaltmanın maharet sayıldığı bir  dünyaya içeriği kadar şekliyle, fikri kadar estetiğiyle de açık bir meydan okuma bu. Varsın tarafını apaçık belli edip kaçamakların ve kaypaklıkların önünü tıkayan sarih bir politik tutum olarak ilk bakışta demode izlenimi versin. 

 

Zaten politik pozisyon alışın  en başından açıkça yapılmış bir tercih olduğu; kararlı ve militan tutumun davetli tercihlerinden olduğu  sergi tasarımına küratoryal pratiğin  kopmaz parçası kılınması kadar referansları ve içeriğinden de belli. 

 

 

Bu devirde neredeyse  meta üretiminin, sermaye birikiminin akış diagramı aşıyıcısı haline dahi gelip ona iyice yapışıp kendi inandırıcılık aracına  dönüşmüş innovation [yenilik], klişesinin tuzaklarına düşmeden mimarlık ve tasarım etkinliği yönetmek zaten başlıbaşına bir maharet. Bu örnekte bununla yetinilmeyip bir  de innovation’un “icat” vurgusu madalyonun öteki yüzü ''keşif”le dengelenerek de nötralize edilmemiş.

 

Öyle ya varolanın keşfi, yeniliğin ve icadın kültürsüzlük/yaşanmamışlık eğilimlerine şerhin ilk sığınağı olmamış mıdır hep? Kısacası tanınmayan yeninin yerine, halâ varolurken görünmezleşmişin  keşfedilme arayışı? Hayır, madalyonun öteki yüzüne sığınılıp kestirmeden gidilmek yerine diyalektiğin engebeli yolu tercih edilip  bienalin temasına sadık kalınarak çıkılmış işin içinden; “Geleceği düşünmek” mi? Buyurun size…

 

Hegel’in isyankar çocuğu olduğu kadar diyalektik mirasınının da sürükleyicisi Karl Marx’ın 19. yüzyılın darbeci tiranı Louis Bonaparte’ın (III. Napolyon) olanca siyasi gücünü emekçi sınıflara dünyayı dar etmeye harcayışının acısını kendi entelektüel silahı mizahla pekişmiş şiirsel üslubuyla çıkarıp onu ilk Napolyon’un maskarası ilan edip geçerken toplumların dinamiğini de sonradan hafızalara yerleşecek; kadercilik kadar akılsız zorlamaları da dışlayan diyalektik diyalektik hassasiyetle dile getirdiği veciz ifadeyle yanıtlanıyor: 

 

 

Marx’ın gelecekteki siyasi ve entellektüel takipçilerini uyarmadığı ve şu meşhur ve malum Napolyon’un pastişi, zamanını şaşırmış statüko bekçisi, diktatör Louis Bonaparte ile aslınınki de dahil kılık kıyafetlerinden dillerine ve tarihsel rollerine kadar alaya almakla meşgul olduğuna kuşku yok. Ama bu da Marx’ın yaratıcılığı; 1852’de New York’da gazete çıkaran hatırlı bir  dostu Avrupa’da neler olup bittiğini yorumlayan yazılar isteyince. “Berbat bir diktatör Fransa’da  darbe yaptı; emekçileri kasıp kavuruyor!” üslubuyla aşağıdan almak yerine, o kasıp kavuranlarla dalga geçmenin nüans ayarlarıyla oynayarak vuruyor yerden yere. 

 

İroni siyaseten güçsüzlüğün kaçamağı  zannedilmemeli. Karl Marx, Fransız devriminin hayal kırıklığından beri kulağı seste ve tetikte olan emekçilere en militan üslubuyla seslenip yeni çağın kalkışmasına çağırmış olmanın siyasi özgüvenini ardına almış olarak kuşanıyor başlıca entellektüel silahları olarak  tarih bilincini, diyalektik yöntemini ve edebi üslubunu. Ne yapsın? Bonaparte’ların devletleri, egemen sınıfları, topları-tüfekleri, varsa; Onun da dayanışmaya çağıracağı “Avrupa’nın üzerinde komunizmin hayaletini gezdiren” emekçileri ve kendisini onların yanında tutmuş entellektüel apasiteleri  ve vicdani bağları Paris’in sokaklarındaki savaşı; Paris’i baştan aşağı yıkıp sonra ekonomiyi de canlandrma kozunu da ardında tutarak yıkıp-yeniden inşa etme gücüyle diktatör  Louis Bonaparte kazanacaksa; kitap ve dergi sayfalarıyla zihin ve vicdanlardaki moral savaşı entellektüel kapasitelerinin; demek ki aklının ve fikrinin gücüyle sözcüsü olduğu emekçi sınıflarla birlikte o kazanacaktır…

 

Nitekim New York’daki gazete için yazdığı bu satırlar yüz küsür yıl sonra  kendisi gibi bütün Kuzey Avrupalıların gözdesi olacak bir Akdeniz kenti Antalya’da aklından bile geçemeyecek bir alan ve etkinlik türü olan Antalya Mimarlık Bienali bienali sahipsiz kalmış, güçsüz düşmüş, göçmenleri, emekçileri ve halklarıyla yeniden krize girmiş dünyaya çıkış yolu diye “yaratıcılık”ı gösterirken onun diyalektiğinden ve ironisinden arda kalmış sözlerinden ilham alıp duvarlarına taşırken; Bonaparte’lerin adı, 20. Yüzyılın darbeci tiranlarını faşizmin dizginsiz caniliklerinden ayırdeden bir nüansa takılmış Bonapartizm kavramıyla siyaset bilimi literatürü müfredatlarında yaşamaya devam etmektedir. 

 

Bienalin açıklıktan ve yüzleşmekten geri durmayan mücadeleci tutumu, Mimarlar Odası’nın yarım asırlık nice badireler atlatıp felek çemberlerinden geçmiş, onar yılda bir tonu değişen iktidar ve baskı şekillerini neredeyse umursamadan ısrarla sürdürdüğü muhalif mücadele geleneğiyle buluşmanın yaratıcı bir kollektif ürünü de olmuş. 

 

Bienalin altı ısrarla çizilmiş dayanışma vurgusu da ihmal edilmemeli. “İmagine” ile küresel barışın sesi olmuş John Lennon bile; eskiden, Beatles olarak daha güçlü ve etkiliydik,artık dört ayrı kişiyiz demiş söyleşide..  Savaşma seviş!”,savaşacağına seviş; demiş oluyordu Akın ve Lennon’un ilham edip yazının başlığı yaptığım slogan ise yaratarak savaş (mücadele et) diyor.

 

 

Michel Foucault da Antik Yunan’ın ilhamıyla iyi yaşama, sınırları tutucu ahlak normlarınca çizilen  bir ortalama olarak değil, tutkulu ve yaratıcı bir etik anlayışın eşliğindeki yaşama kalitesi  olarak sahip çıkmıştı. 

 

Bienale ilham veren kentsel toplumsal mücadeleler perspektifinin hep geçmişte ve sinema, müzik, felsefe gibi ilk bakışta yaratıcılıkla daha aşina alanlarında seyrettiği de düşünülmemeli. Tersine bienaldeki işler günümüz toplumsal aktiviteleriyle içiçe yaratıcılıklardan türemiş.

 

Sırf örnek olarak İstanbul’daki kentsel hareketlere eşliğin yanı sıra akademisyen desteği taşımasıyla da tanınmış “Bir Umut” inisiyatifinin Düzce depremi ertesi  aktivitesine değinerek sadece sanat-tasarım kent planlama-mimarlık değil, her türden yaratıcılıkla dayanışmayı birbirine kenetleyen yaratıcı bir pratik olarak siyasi eylemliliğini buraya taşıyarak bitiriyorum. İnisiyatif depremzedelerin vaadedilmiş haklarını alıp yeni yerleşme alanlarını katılımcı inisiyatifle planlamalarına  aracılık ederken bu deneyimi, sadece Antalya Mimarlık bienaline değil, Boston’un Harvard’ına kadar taşıyarak evrensel  kentsel hareketler hafızasına katılmasını da sağlamış.

 

 

 

- Advertisment -