Geçtiğimiz günlerde, “Barış ve Çözüm Süreci”nin eski ortakları AK Parti ve HDP’nin olağanüstü kongreleri toplandı.
Bu iki partiden yükselen mesajlar Türkiye’nin bugünkü temel sorunlarına ve yakın geleceğini anlamamıza epey ışık tutuyor.
AK Parti
Beklendiği gibi, referandumun ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan AK Parti’nin başına geçmek ve başkanlık sürecini fiilen başlatmak için fazla vakit kaybetmedi.
Önce şunu kabul edelim: Hani “Allah ne istediyse verdi” derler ya; bu kongreden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın durumu tam da böyle. Ne istediyse onu aldı. Hedefi için sorun olarak gördüğü hemen her konuyu tereddüt etmeden aştı; engel olarak gördüğü hiç kimseyi affetmedi ve hop, kaldırıp kenara koydu.
Her halde Tanzimat’tan bugüne böylesine güç ve yetkiyle donanmış az sayıdaki siyasi şahsiyetlerimizden birinin de Erdoğan olduğunu söylemek abartı olmaz.
Geride, elde edilebilecek başka makam, güç ve yetkilerin kaldığını da sanmam. Hal böyleyken, Erdoğan’ın AK Parti genel başkanlığına yeniden geliş sürecini ve 21 Mayıs 2017 olağanüstü kongresini “hasret – vuslat” gibi duygu yüklemeleriyle süsleyerek takdim etmek, samimi olarak ifade ediyorum, biraz komik kaçtı.
Cumhurbaşkanı seçildiği 10 Ağustos 2014’ten beri Erdoğan – AK Parti ilişkisinin bütün boyutları herkesin gözü önündeyken, böyle şiirsel yaklaşımlar manâsız oldu.
Halbuki kongrenin, Erdoğan’ın kişisel beklenti ve özlemlerini karşılamasının ötesine geçen bir anlamı ve önemi var. AK Parti’nin yeni siyasal hedefleri söz konusu. Erdoğan ve AK Parti bunu iki vatandaştan birinin karşıtlığı ve Türkiye’nin siyasal geleneği pahasına göze aldı.
Yeni atılım, ama nasıl?
Kongre için “Yeni Atılım Dönemi” sloganı seçildi.
“Demokrasi, değişim, özgürlük, reform, güvenlik” geleceğimizi şekillendirecek kavramlar olarak öne çıkarıldı.
Belli ki vatandaşın Erdoğan’dan ve AK Parti’den yeni bir “atılım” beklediği varsayılmış.
Siyasi iktidarı ve yerel yönetimleriyle AK Parti’nin bir süredir patinaj yaptığı gözleniyordu. Temel sorunları çözmek bir yana daha da ağırlaştırdığından; demokrasi, hukuk, insan hakları ve özgürlükler gibi temel değerleri umursamaz uygulamaların içine girdiğinden şikayet edenlerin önemli bir bölümü de kendi bünyesi içindendi. Dost edinmekten çok düşman yarattığı; ülke algısının dünya kamuoyunda başaşağı gitmesine seyirci kaldığı; bütün bunların Türkiye’nin dünya ve bölge politikalarında alanını daraltığı ve elini zayıflattığı konuşuluyordu. Bütün bunlar eleştirildiğinde ise, yapılmış ve yapılacak icraatın bıktırıcı bir şekilde anlatılması yoluyla cevap verilmeye çalışılması gibi tuhaf bir yol izlendiği görülüyordu.
Siyaseten ve hukuken tartışmalı icraat, gözle görülen atalet, yorgunluk, yaptığını doğru dürüst savunamama hali, iktidar kulislerinde alenen konuşulur hale gelmişti. İktidar yorgunluğu bilinirdi ama AK Parti’de görünenin bundan ibaret olduğu da çok şüpheliydi.
Artık AK Parti genel başkanı da olan Cumhurbaşkanı Erdoğan herhalde bunu farketmiş olmalı ki, ilgililerden ve yetkililerden altı aylık yol haritası olarak “Kalkınma ve demokratik standartları yükseltme paketi” hazırlanmasını istedi. Bu da “silkinip kendine gelme” isteğinin bir yansıması oldu.
Yeni hikâye kolay mı?
Ama OHAL’i sürdürerek, KHK’ları tam gaz devam ettirerek, ciddi hukukî dayanakları olup olmadığı belli olmaksızın “FETÖ’yle (ya da başka örgütlerle) ilgili” deyip çok sayıda kişinin işine son vererek, dolaylı ve yoruma dayalı gerekçelerle çok sayıda gazeteciyi hapiste tutmaya devam ederek, Kürt meselesinde güvenlik politikalarına abanıp çözümü başka bahara bırakarak, yeni yatırımları imkânsızlaştıran ve dolayısıyla işsizliği tırmandıran riskli siyasal koşulları sürdürerek… yeni bir hikaye yazılabilir mi?
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bunu görüyor ve bu nedenle ekibinden yeni bir yol haritası istedi. İstedi istemesine, ama sorunlu bütün alanlarda mevcut tavrını sürdüreceğini de ısrarla belirtti.
İkisi bir arada olabilir mi? “Olur, neden olmasın” dendiğinde, buna inanan olur mu; ileriki günlerde göreceğiz.
Aradaki iki yılda başka neler olursa olsun, yeni sistemin asıl büyük sınavı Kasım 2019’da yaşanacak. Partili cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, artık her konunun tek yetkilisi ve tek seçicisi. Arada ne başka bir makam, ne başka bir kademe kaldı, ne de başka bir kurum kaldı. Herşey, başarı da mağlubiyet de ona yazılacak.
HDP
“Barış ve Çözüm Süreci”nin diğer ortağı HDP de AK Parti ile aynı günlerde olağanüstü kongresini topladı. Milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması politikası öncelikle ve esas olarak bu parti için gündeme getirilmişti.
Milletvekili tutuklamalarının ikinci kademe siyasal sonuçlarını bu günlerde görmeye başladık. HDP’nin cezaevinde bulunan eşbaşkanı Figen Yüksekdağ’ın aldığı kesinleşmiş mahkumiyet nedeniyle, milletvekilliği TBMM’deki iktidar koalisyonu milletvekillerinin oylarıyla düşürüldü. Siyasi Partiler Yasası’nın, kesin mahkumiyet alanların siyasal faaliyette bulunamayacağına ilişkin hükmünden dolayı, genel başkanlığı da sona erdi.
Bu nedenle 20 Mayıs 2017’de olağanüstü kongre toplanarak, tüzük hükümleri gereğince yine bir kadın üyeyi, SODAP adıyla bilinen ve HDP’ye destek veren bir sol çevreden gelen Serpil Kemalbay’ı eşbaşkan seçti. Kemalbay’ın ağırlıkla emek alanında faaliyet yürüttüğü belirtiliyor.
Yaralar sarılmalı ama…
7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından büyük umutllar doğmuşken, özellikle Suruç katliamı ve onu takibeden Ceylanpınar infazları sonrasında HDP için oldukça zor bir dönem başlamıştı. Bir yandan PKK’nın “yeni devrimci halk savaşı” ve “özyönetim ilanı” politikaları devreye girmiş, diğer yandan “Barış ve Çözüm Süreci” tarafların birbirini suçladığı bir şekilde noktalanmıştı. Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı çok sayıda il, ilçe ve köy yoğun çatışmalara sahne olmuş ve yıkıma uğramış, ölüm ve göçler biribirini izlemişti. Aynı dönemde yaşanan Suriye iç savaşı, IŞİD faktörü ve PYD/YPG güçleriyle Türkiye arasında oluşan yönelim farklılaşması bütün sonuçlarıyla içe yansımış ve HDP’nın hareket alanını daha da sınırlandırmıştı.
Belediyelere kayyum atanması, üye ve yöneticilerin yaygın olarak gözaltına alınması ve tutuklanması HDP’yi siyaseten çok etkilemesine karşın, referandum oylamasının sonuçları bu partiden iktidara doğru oy kaymasının AK Parti’nin beklediği kadar olmadığını gösterdi.
HDP bu olağanüstü kongrede yeni eşbaşkanını seçerek ve önümüzdeki aylarda olağan seçimli genel kongreye hazırlanarak yaralarını sarmaya çalıştı, çalışıyor. Ancak asıl konu, Kürt sorununun çatışma ve terör yorgunu Türkiye’de ve bölgenin değişen şartları içinde yeniden ele alınmasının nasıl mümkün olacağı noktasında düğümleniyor.
Kongrede, geride kalan dönemin yanlış ve zaaflarına dair, kayda değer bir eleştirel değerlendirmenin, en azından alenen yapılmadığı anlaşılıyor.
İhtimallere hazırlıklı olmak
Bununla beraber, referandumun ortaya çıkardığı sonuçlardan hareketle HDP “Şimdi bir kez daha, toplumun tüm kesimlerini demokratik bir anayasa yapım sürecinde ve toplumsal barışı var etme konusunda yan yana gelmeye çağırıyoruz. Ortak demokratik değerler ve ilkeler etrafında ilişkileri geliştirmek demokrasi ve barış mücadelesini büyütecektir. Bu mücadeleyi ayakta tutanları, demokratik siyaset zeminine sahip çıkanları, baskılara boyun eğmeyen halklarımızı; demokrasi, emek ve barış güçlerini, kadın özgürlük hareketini, tüm vicdan sahibi yurttaşlarımızı, enerjilerini bizlerle buluşturmaya çağırıyoruz” diyor.
Yeni eşgenel başkan Kemalbay, ilk grup konuşmasında “ Bu karanlıktan kurtulmaya hiç ummadığımız kadar yakınız” dedi.”Bu ülkeyi düze çıkarabilmek için demokrasi isteyenler, barış isteyenler olarak bir araya gelmeli, birbirimize dokunabilmeliyiz” şeklinde çağrıda bulundu.
Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın, Kürt sorununda halen çok sert bir duruş sergilese de, Kasım 2019’a doğru ihtiyaç duyduğu seçmen desteğini dikkate alarak birleşik (PKK ve PYD/YPG meselesini birlikte ele alan) bir paketle çıka gelmesi ihtimal dışı değil. O zaman ne yapılacak?
HDP bunu ihtimal dışı gören bir politikaya mı angaje olacak, yoksa attığı her adımda Erdoğan yönetimindeki Türkiye’nin iç ve dış kısıtlarını dikkate alıp, her ihtimale kendini hazır mı tutacak?
En azından HDP’nin destekçileri ve dostlarının, bu partinin kendisini dönemin ve giderek ağırlaşan yeni şartların çözüm ortağı haline getirecek hangi adımları atabileceğini dikkatle izleyecekleri muhakkak.
Bunu görmek için de bol zamanımız olacak.