Sinemada çok hazzetmediğim bir türdür müzikal. Tabi Moulin Rouge ve Chicago gibi çok sevdiğim örnekleri var. Derken karşıma Hamilton çıktı.
Amerika’nın mali sistemini ve ilk siyasi partisini kuran Alexander Hamilton’ın (1757-1804) hikayesini seyrettiğimiz müzikal piyasadaki bütün ödülleri toplamış.
Konusu sıkıcı gibi göründüyse kesinlikle izlemelisiniz. Çünkü koca Amerika’nın koca Kurucu Babalarının hikayelerinin ne kadar laubali, ne kadar ahlaksız, ne kadar şarkılı türkülü yani kısaca ne kadar eğlenceli bir biçimde anlatıldığını görüp çıkaracağımız dersler var. Jefferson ve Hamilton’ın birbirlerine nasıl diss attıklarını görmelisiniz. İnsanın yüzü kızarıyor. Diss derken bizim Rapçilerin şarkılarında birbirlerini nazikçe eleştirmeleri gelmesin aklınıza. Dilimize ‘lanet olsun’ diye çevrilen küfür kıyametten bahsediyorum. Müzikali standart ve sıkıcı olmaktan çıkartan, bütün şarkıların Rap/Hiphop/RNB tarzında olması zaten.
Ama benim asıl etkilenme sebebim bütün oyuncuların rengarenk olması. Yani o bembeyaz Kurucu Babaların çoğunu tarihsel gerçekliğe tamamen aykırı bir şekilde siyah oyuncular canlandırıyor. Müzikalin senaryosunu yazan ve bütün şarkıların sahibi Lin-Manuel Miranda İspanyol kökenli bir Amerikalı mesela. Jefferson’ın siyah olması harika sürpriz, bilmeyenler neden böyle düşündüğümü yazının sonlarına doğru öğrenir.
Hamilton 2015’te sahnelenmeye başladığından beri Amerikan kültür sanat dünyasının gündeminde. Tabii ki bilenler vardır, yakından takip edenler ilgili olanlar haberdardır ama çoğunluğumuzun haberinin olmaması biraz tuhaf. (Belki hepiniz biliyordunuz en son ben duydum, yazının burasında beni cehaletim yüzünden unfollowlayın.)
Genelleme yapıyorum ve diyorum ki; özellikle yabancı dil bilmeyen kültür sanat takipçileri internete sahip olmalarına rağmen, nasıl filtrelendiği belirsiz medya aracılığıyla çok sınırlı bir çerçevede haberdar oluyor dünyada popüler olan eserlerden. Mesela bir filmden bahsediyoruz arkadaşımıza, gelen ilk soru;
– Netflix’te var mı?
– Yok abi bu müzikal Disney’de yayınlandı.
Sinema ve Tv sektöründe çalıştığım için spesifik devam ediyor sorular;
– Disney Türkiye’ye gelecek mi?
– Abi sen olsan Türkiye’ye gelir miydin? Kendini bir an Disney’in yerine koy.
Amazon da Netflix gibi ülkemizde dizi ve filmler yapmaya karar vermişti. Hatta bir Orhan Pamuk uyarlaması konuşuluyordu. Masumiyet Müzesi üzerine ‘nezaket anlaşması’ dedikleri türden bir anlaşma olmuş gibiydi. Tabii bunlar şu yaygaradan önceki haberlerdi;
“Duyduk ki Netflix Türkiye’de bir dizi çekmeye hazırlanıyormuş, içinde evlerden ırak eşcinsel bir karakter varmış, dedik ki yahu Türkiye’de eşcinsel mi var? Yapmayın böyle şeyler.”
Amazon Türkiye pazarına girer mi? Girse de burada prodüksiyon yapar mı? Peki diğer online platformlar; Disney, Apple, Hulu, Peacock, HBO Türkiye için ne düşünüyorlar? Bunlar hep güzel sorular.
10 doların üzerindeki portrenin sahibine, Hamilton’a dönelim biz boşverin. Banknottaki resmini, Amerikan tarihindeki önemli bir kadının resmiyle değiştirmeyi tartışırlarken patlayan müzikal bu karardan vazgeçirmiş yöneticileri. İşte sanatın yaşamdaki etkilerine küçük bir örnek.
Müzikaldeki şarkılar listelerde en uzun kalma rekorları kırmış Amerika’da. Şimdi size siyah Washington’ın hispanik Hamilton’la birlikte söylediği şarkıdan bir diyalog vereceğim. Biraz spoiler gibi olacak ama tarihsel bir olay olduğu için bence sorun yok.
Washington: Tarafsızlık hakkında konuşmak istiyorum.
Hamilton: Britanya ve Fransa savaşın eşiğindeyken, bunun zamanı mı?
W: Partizan kavgalarına karşı uyarmak istiyorum halkı. Bir kalem al da yaz. Ne öğrendiysem anlatacağım, hak ettiğim kazanılmış bilgelikle.
H: Halka soruyorsanız devam etmek zorundasınız. Hizmet etmeye devam etmelisiniz.
W: Hayır son bir kez dinleyecek halk beni. Bunu doğru yapabilirsek sen ve ben öğreteceğiz onlara nasıl “hoşça kal” deneceğini.
H: Sayın Başkan zayıf olduğunuzu düşünecekler.
W: Hayır nasıl da güçlü olduğumuzu görecekler.
H: Eşsiz bir makamın sahibisiniz ama.
W: Bu makamı devam etmeleri için kullanacağım.
H: Neden “hoşça kal” demek zorundasınız ki?
W: Eğer “hoşça kal” dersem Ulus devam etmeyi öğrenecek. Ben gittikten sonra benden çok yaşayacak.
Washington o dönem hem hazine bakanı hem de özel kalemi olan Hamilton’la beraber Amerikan halkına hitaben yazar bu mektubu ve sekiz yıllık iktidarını bitirir. Henüz Amerikan Başkanları için iki dönem sınırlaması yürürlükte olmamasına rağmen yapar bunu. Çok klas hareket değil mi?
Başlıkta kullandığım “İktidarı terk etme kabiliyeti” tabirini Dücane Cündioğlu’nun bir söyleşisinden aldım. Doğuda böyle bir erdemin olmadığını ve olamayacağını anlatıyordu zarifçe.
Doğu tam olarak dünyanın neresi bilmiyorum ama Washington iki yüzyıl öncesinden bugüne bir ders veriyor. Mektubu yazan Alexander Hamilton ama okumayan Aleksandr Lukaşenko. Raconu kesen Washington ama umursamayan Putin. İsteyen örnekleri çoğaltır.
Buraya kadar Amerikan hayranı gibi göründüysem size laflar hazırladım.
Amerika’nın kadim ırkçılık sorununa Hamilton müzikalinin verdiği cesaretle ‘içeriden’ bir bakış atalım.
Amerika’nın İngiltere’ye karşı bağımsızlığını ilan ettiği Özgürlük Bildirgesi’ni kaleme alan Jefferson başkan ne demiş bakalım;
“Bu ülkede doğan bütün insanlar eşittir.”
Ve bu cümle sonradan Amerikan Anayasasının 14. Maddesi olmuş.
Irkçılarla Irkçılık karşıtlarının tartıştığı en temel mesele bu Amerika’da. Neden derseniz şundan; Jefferson hayatı boyunca ve ölene kadar yaklaşık 600 köleye sahip olmuş bir adam. Ve bu cümlede ‘insan’ derken sadece beyazları kastettiğini söylüyor bugünün ırkçıları. Jefferson’ın kendince bilimsel dediği çok çalışması var siyahların neden ‘insan’ sayılamayacağına dair. Midenizi bulandırmak istemediğim için daha fazla görüşünü yazmıyorum. Bu çağda böyle bir tartışma ne kadar ahmakça değil mi? Irkçılık karşıtlarına argümanlarını güçlendirmek için ‘tarihselcilik’ önerebiliriz. Onların da bizden öğrenecekleri vardır belki. Amerikan Anayasası Tarihselciliği. Şaka yaptım, bence komik.
Geçtiğimiz Aralık ayı boyunca Afrika’da gezindim. Orada tanıştığım genç bir Türk misyoner (başka sıfat bulamadım üzgünüm) bana Afrika’yı anlatırken şöyle dedi;
“Abi sömürgeciler hep tepeden bakmışlar hep ezmişler bu zavallıları, biz göz hizasından bakmalıyız.”
Belki iyi niyetli bir yerden söyledi bunu, ama ben o zaman henüz hayvan eti yemeyi bırakmadığım için ve hava da çok sıcak olduğundan hafif agresifleştim ve bana ırkçı gibi göründü çocuk;
“Yani aslında biz de yukarıdayız, bu zavallılar az gelişmiş olduklarından aşağıdalar ve biz iletişim kurmak için tevazu gösterip eğilerek göz hizalarına mı inelim diyorsun?” dedim.
“Evet abi” dedi
“Fransızlara veya Norveçlilere kızma o zaman bize tepeden bakıyorlar diye, belki sadece göz hizasına eğilmeyi bilmiyorlardır” dedim.
“Nasıl abi anlamadım” dedi.
“Sen bi çay demlesene içelim, baksana komple kolpayız” dedim.