4 Ekim 1997. İspanya‘nın demokratik bir hukuk devletine dönüşmesinin baş aktörü Kral Juan Carlos’un 1965 doğumlu kızı, tam adıyla Cristina Federica Victoria Antonia de la Santísima Trinidad de Borbón y Grecia, Barcelona’da Bask asıllı ünlü voleybolcu Iñaki Urdangarin ile dünya evine girmişti. Resmi unvanıyla Infanta (Prenses anlamında) Cristina aynı zamanda Palma de Mallorca Düşesi idi. 200 bin kişinin sokaklarda genç çifti alkışladığı o sonbahar günü, Complutense Üniversitesi’nden siyaset bilimi diploması, New York Üniversitesi’nden uluslararası ilişkiler yüksek lisansı olan Kraliyet ailesinin gururu Infanta Cristina’nın en uzun günlerinden biriydi kuşkusuz.8 Şubat 2014. Palma’da mahkemeye ifadesini vermeye giden Infanta Cristina’yı yol boyunca “3. Cumhuriyet” lehine slogan atan öfkeli kalabalığın taşkınlığından korumak için İçişleri’ne göre 200 polis görevlendirilmişti. Bu hazin görüntü, bir zamanlar İspanyolların en çok güvendiği kurumların başında gelen Kraliyet’in kamuoyunda yıpranan saygınlığının somut göstergesiydi. Bu imaj kaybında belki de hiç rolü olmayan dört çocuk annesi Infanta Cristina, altı saatten fazla bir süre “Nóos” veya “Urdangarin davası” ya da “Babil operasyonu” olarak adlandırılan yolsuzluk davasında yargıç José Castro’ya sanık olarak ifade verdi. Kuşku yok ki 2014’ün 8 Şubat’ı, Infanta Cristina’nın yaşamındaki en uzun gündü.Kraliyet ailesi mensubu bir kişinin, Kral Juan Carlos’un birinci dereceden yakınının yolsuzluk davasında ifade vermesi, öncelikle, içerikten bağımsız olarak, İspanyol demokrasisinin ulaştığı ileri düzeyi gösteriyor. Toplumda Kraliyet ailesi dâhil kimsenin ayrıcalığı olmadığı, herkesin eşit vatandaş görüldüğü algısını pekiştiriyor. Buna, Kraliyet ailesinin, çifti davanın başından bu yana temsil faaliyetleri dışında bırakarak, ayrıca Infanta Cristina’nın da yargıcın yönelttiği 400 soruya çoğu “bilmiyorum” şeklinde olsa da yanıt vererek katkıda bulunduğunu vurgulamak gerekir.Yolsuzluk iddialarının damat Iñaki Urdangarin ile ilintisini ve bu ilintinin Infanta Cristina’ya kadar uzanıp uzanmadığını anlayabilmek için konunun içeriğini özet olarak da olsa aktarmak şart. İzleyen bölümlerde bunu yapmaya çalışacağım.Nóos EnstitüsüEnstitü 1999 yılında Barcelona’da bir dernek olarak faaliyete geçiyor. Kurucusu Barcelona’da yerleşik Şirket Yönetimi Yüksek Okulu ESADE’de (Escuela Superior de Administracion y Direccion de Empresas) öğretim üyesi Diego Torres bu derneği şirket yöneticiliği konusunda düzenleyeceği kurs, seminer ve konferanslara ve yapacağı yayımlara kamu fonları sağlamak için oluşturuyor. Ancak dernek 2003’e kadar kayda değer bir etkinlik gösteremiyor. Ta ki Diego Torres, ESADE’de öğrencisi olan Iñaki Urdangarin’i tanıyana kadar. 2003’te dernek yeniden yapılandırılıyor, başkanlığına Urgangarin getiriliyor ve çevresindeki birçok tanınmış kişi de yenilenmiş derneğe katılıyor. Yeni gelenler arasında Nóos’un hesap sorumluluğuna getirilen 1993’ten bu yana Kral’ın kızlarının özel sekreteri Luis Carlos García Revenga da var. Derneğin hesaplarını imzalama yetkisi bulunan bir kişinin Zarzuela Sarayı ile organik bağı bulunması Kraliyet için zayıf halkalardan birini oluşturuyor kuşkusuz.Yeni faaliyet döneminde özünde kâr amacı gütmeyen Nóos Enstitüsü, Iñaki Urdangarin ve Diego Torres’in çevresinde yer alan şirketler ve ESADE ile doğrudan veya dolaylı ortaklık ilişkisine giriyor. Bu sayede Balear, Valencia ve Madrid özerk yönetimleri ve Telefónica S.A ve Repsol gibi çok uluslu şirketlerle ticari sözleşmeler imzalanması mümkün oluyor. Enstitü örneğin 2004’te “Valencia Summit”, 2005’te “Illes Balears Forum” gibi sonraki yıllarda tekrarlanan dev sportif organizasyonları gerçekleştiriyor. Bu organizasyonlar karşılığında söz konusu özerk yönetimlerden 5.8 milyon avro gelir sağlıyor. Hazine’nin verilerine göre Nóos Esnstitüsü’nün toplam geliri 16 milyon avroyu aşıyor.Enstitü’nün çevresinde oluşturulan uydu şirketlerden olan ve Nóos Consultoría Estratégica SL ile birlikte Enstitü’ye milyonlarca avroluk gelir sağlamış bulunan Aizoon SL’in hisselerinden yüzde 50’si Infanta Cristina’ya ait bulunuyor. Infanta ayrıca eşinin başkanlığını üstlendiği bu şirketin başkan yardımcısı görünüyor. İşte Infanta’nın ifadeye çağrılmasına yol açan ilinti bu şirketle ilgili. Bu ilinti doğal olarak Kraliyet için zayıf halkalardan ikincisini oluşturuyor, her ne kadar iddia olunan yolsuzluğun boyutları bu küçük şirketin boyutlarını çok çok aşıyor olsa da.Faaliyetlerle ilgili ilk kuşkularNóos Enstitüsü’nün faaliyetleriyle ilgili ilk kuşkular Balear Adaları özerk parlamentosunda sosyalist üye Antoni Josep Diéguez tarafından dile getiriliyor. Diéguez, özerk hükümetin Başkanı PP’li (Partido Popular) Jaume Matas’ı 22-25 Kasım 2005’te düzenlenen ve başarısız olan Turizm ve Spor Forumu için Nóos’a 1.2 milyon avro gibi büyük bir meblağ ödemekle eleştiriyor. Bu eleştiriler Matas’ı etkilemese de Kraliyet’i rahatsız ediyor. Saray’ın baskıları üzerine Infanta Cristina, Urdangarin ve García Revenga yönetimi Diego Torres’e devrederek Nóos ile ilişkilerini kesiyor. Hatta Urdangarin Telefónica S.A yönetimine giriyor ve 2009’da Washington’a tayin oluyor. Zarzuela Sarayı böylelikle Damat Bey’i tartışmalı bir şirketler ağından çekip aldığını düşünüyor ama daha sonra ortaya çıkan bilgilerden Washington’a gidene kadar Nóos ile organik bağını dolaylı yollardan sürdürmüş olduğu anlaşılıyor.2007 yılında bu defa Palma Arena skandalı patlak veriyor. Balear’da özerk hükümet 2007 seçimleri ardından el değiştirince yeni Spor Bakanı sosyalist Mateu Cañellas, bir önceki özerk hükümetin Başkanı Jaume Matas’ı Palma de Mallorca spor kompleksi Palma Arena için bütçede öngörülen 48 milyon avro yerine 90.6 milyon avro harcadığını ve kamuyu zarara uğrattığını öne sürüyor. Bunun üzerine 2008 yılında soruşturma başlatılıyor ve dava açılıyor. 2009 yılında hakkında tutuklama kararı çıkan Jaume Matas partisi ile ilişkisini kesiyor ve tutuksuz yargılanmak için 2.5 milyon avro kefalet bedeli ödüyor. Jaume Matas 2012’de Palma Arena davalarının ilkinden altı yıl hapis cezasına mahkûm oluyor.Nóos davasıPalma Arena soruşturması sırasında özerk hükümetin hesapları didik, didik edilirken, Nóos ve uydu şirketleri ile yapmış olduğu sözleşmeler de ortaya çıkıyor. Yargıç José Castro, elindeki belgelere dayanarak 2010 yılında, Palma Arena davasının bir türevi olarak Nóos Enstitüsü hakkında ayrı bir dava açıyor.El País’in yayımladığı belgelerden birine göre, Iñaki Urdangarin’in başkanlığı döneminde (2004-2006) özünde kâr amacı gütmemesi gereken Nóos Enstitüsü, bazı özerk hükümetlerle, yapılmamış ya da değerinin çok üzerinde bir bedel karşılığında yapılmış işler için sözleşmeler imzalamış. Kamu idareleriyle imzalanan bu sözleşmelerin toplam bedeli 5.8 milyon avroyu buluyor. İddia makamı, Urdangarin’in bu sözleşmeleri imzalamaları için yönetimlere baskı yaptığına inanıyor; çünkü kamu idarelerinin hizmet almak için özel şirketlerle bu tür sözleşme yapmaları, ancak bu hizmeti almanın başka yolu olmadığının kanıtlanmasıyla mümkün. Bu da kamu ihaleleri açılmasını gerektiriyor doğal olarak.Özetle iddia makamı, Enstitü’nün kendi oluşturduğu şirketler ağıyla kamu idareleri arasında imzalanan usulsüz sözleşmelerle alınan kamu fonlarıyla finanse edildiği görüşünü taşıyor.Sonuç itibariyle Iñaki Urdangarin, Washington’da Telefónica S.A temsilciliği yapmakla bu davadan paçasını kurtaramıyor. Yargıç José Castro onu 29 Aralık 2011 tarihinde evrakta sahtecilik, vergi kaçırma ve kamu fonlarını kötüye kullanmakla suçluyor. 2 Ocak 2012’de açıklanan iddianamede Urdangarin ve ortağı Torres’in Enstitü’den 5.8 milyon avro aldığı, aynı miktarı aslında Balear ve Valencia özerk hükümetlerinden uydu şirketleri aracılığıyla (şirketlerin isimleri ve aktarılan miktarlar ayrıntılarıyla belirtilmek suretiyle) Enstitü’ye aktarmış oldukları vurgulanıyor.Buraya kadar aktardıklarım davayla ilgili genel çerçeve. Konuya uzaktan bakanlar için bu davayla ilgili olarak son iki yıl içinde yayımlanan haberleri ayrıntılarıyla sunmanın anlamı yok doğal olarak. Ancak şunu eklemekte yarar var kuşkusuz. Bugün geldiğimiz noktada Iñaki Urdangarin ve ortağı Diego Torres, iddianamede yer alan suçları kabul etmeleri halinde anlaşmalı olarak dört yıl hapis cezasına mahkûm edilecekler. Aksi takdirde haklarında 12 yıl hapis cezası talep edilecek.Kraliyet’in ödediği bedelZarzuela Sarayı, damat Urdangarin’in önünde sonunda cezaevine gireceği olasılığını hiçbir zaman göz ardı etmedi. Bir damadın bu duruma düşmesi ne kadar üzüntü verici olursa olsun, Infanta Cristina’nın, Kral’ın kızının herhangi bir cezaya mahkûm edilmesi Saray’ın hiç arzu etmediği bir olasılık kuşkusuz. Zarzuela Sarayı, davanın açılmasından bu yana sadece damat için değil Infanta Cristina için de Kraliyet’i temsil görevini askıya aldı yukarıda belirttiğim gibi. Cristina’nın medeni bir vatandaş olarak ifade vermesini de destekledi. Çünkü yargıç Castro ilk defa geçen Mayıs ayında Cristina’nın ifadesine başvurmak istediğinde gösterilen tepki kamuoyu tarafından iyi karşılanmamıştı.Kamuoyundaki genel kanı o ki Cristina’nın, eşinin ortağıyla birlikte suçlandığı faaliyetler konusunda bilgisi yok. Ama o faaliyetler sonucu gelir elde etmiş bir şirketin kağıt üzerinde de olsa ortağı bulunuyor. Bu da kaçınılmaz olarak bir sorumluluk getiriyor. İşte Cristina önceki gün bu sorumluluğun bedelini ödedi.İspanya’nın en üst kurumunu yakından ilgilendiren yolsuzluk öyküsü özetle böyle. Salı günü Türkiye ile İspanya arasındaki yıllık ikili zirvelerin beşincisi yapılacak. Bu yazımda zirve öncesinde medyamıza da yansımış olan İspanya siyasetinin güncel konularından biri hakkında okurları doğru biçimde ve üstün körü karşılaştırmalara yer vermeyecek şekilde ayrıntılı olarak bilgilendirmek istedim. Bilgi sahibi olmadan fikir beyan etmek hoş olmuyor çünkü.
- Advertisment -
Önceki İçerik