İran İslam Cumhuriyeti’nin Orta Doğu’daki birçok ülke gibi demokratik bir ülke olmadığını bilmeyen yok. Bu konuyu 22 Ocak 2016’da yayımlanan “Şurayı Nigehban’ın vetoları neye işaret ediyor?” başlıklı yazımda ayrıntılı biçimde işlemiştim. Başlığa demokrasilerde Anayasa Mahkemesi’ne tekabül eden tam adıyla Şurayı Nigehban Kanuni Esasi’yi taşımamın nedeni, İran anayasasının 57. maddesinde, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız olduğu yazılı olsa da bu erklerin aslında Tanrı’nın iradesini temsil eden Devrim Rehberi’nin elinde birleştiğini vurgulamaktı.
Şurayı Nigehban Kanuni Esasi, Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hameney tarafından atanan 6 din adamı ve Milli Şura Meclisi tarafından seçilen 6 yargıçtan oluşuyor. Halkın seçtiği Milli Şura Meclisi aslında 6 yargıcı Hameney ’in atadığı Yargı Erki Başkanı’nın önerdiği adaylar arasından seçiyor. Dolayısıyla Şurayı Nigehban başka bir deyişle yargı erki Devrim Rehberi tarafından kontrol ediliyor.
Şurayı Nigehban Kanuni Esasi’nin temel işlevi yasaların anayasaya ve İslam’a uygunluğunu, ayrıca milletvekilliğine aday olanların niteliklerini denetlemek. Milletvekilliğine resmen aday olabilmek için 12 üyeli bu kurulun onayı şart. Son seçimlerde (26 Şubat 2016) yaklaşık 12 bin başvurudan sadece 4700 sinin adaylığının onaylandığı dikkate alınırsa, Devrim Rehberi’nin Şurayı Nigehban aracılığıyla Milli Şura Meclisi’ni de kontrol ettiğini söylemek mümkün.
Bu yazımda altını çizdiğim gibi, Ayetullah Hameney ’in, yargı ve yasama erklerini kontrol etmenin dışında, ülkenin iç ve dış politikalarının ana hatlarını belirleme (yürütme) yetkisi de var. İran Silahlı Kuvvetleri ’nin Başkomutanı olarak savaş ya da barışa, istihbarat örgütünün Başkanı olarak her türlü güvenlik operasyonuna karar verme yetkisine de sahip. Ayrıca 4. Erk olarak bilinen medyaya da hâkim. (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/surayi-nigehbanin-vetolari-neye-isaret-ediyor-657680)
Bu sistemde kendisini seçen halka olduğu gibi Rehber’e de sorumlu olan Cumhurbaşkanı’nın hangi eğilimde olmasının fazla bir önemi yok. Nitekim anayasanın 113. maddesi “Rehber’den sonra Cumhurbaşkanı ülkenin en üst düzey resmi yetkilisi olarak doğrudan Rehber’le ilgili görevlerin dışında yürütme erki başkanlığı ve anayasayı uygulamaktan sorumludur” diyor. Rehber ise Uzgörürler Meclisi denilen bir kurul tarafından “sine die” seçiliyor. Bu Meclis’in Rehber’i görevden alma yetkisi teorik olarak bulunmakla (madde 111) birlikte, uygulamada Rehber Meclis’e değil, Meclis Rehber’e tabi durumda.
Demokrasi sadece İran’ın sorunu mu?
İran’ın demokrasi ve insan hakları siciliyle ilgili 16 Nisan 2016 tarihli ve “2015’in korkunç idam bilançosu” başlıklı bir yazım daha var. Uluslararası Af Örgütü’nün (UAÖ) idam cezası raporunu konu aldığım bu yazımda, 2015’te en çok infazın İran, Pakistan ve S. Arabistan’da gerçekleştiğine, İran’ın 977 infazla diğer iki ülkeye fark attığına parmak basıyorum.
Reformcu Hasan Ruhani’nin Cumhurbaşkanlığı döneminde iki yılda toplam 1720 infazın gerçekleşmesi büyük bir sorun. Çünkü bu sayı 2000 yılından sonraki dönemde giderek artma eğilimi gösteriyor. Bu nedenle Ruhani’nin Ocak 2016’daki Paris ziyaretinde aleyhinde gösteriler yapan muhalifler ellerinde “Ruhani, infaz Kralı” (Rohani, Roi des Exécutions) pankartları taşımışlardı. Ama kabul etmek gerekir ki İran’ın gerçek liderleri halkın seçtiği cumhurbaşkanları değil, Devrim Rehberi. Ama bu elbette İran’da sorumlu kim olursa olsun bu karanlık tablonun eleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmiyor.
Ne var ki tarihi “Nükleer Anlaşma” ertesine rastgelen o dönemde Batılı büyük ülkelerle İran arasındaki diplomatik ilişkiler güçlenmişti. Bu ülkeler tüm güçleriyle bölgenin en demokratik ülkesi Türkiye’ye yükleniyor ve seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı “diktatör” ilan ediyordu. UAÖ Orta Doğu Direktör Yardımcısı James Lynch, o zaman İran’la ilişkileri düzeltmek için Batılı ülkelerin adeta yarışa girmesinden ve “insan hakları ihlallerini bir tarafa bırakmalarından” duyduğu rahatsızlığı dile getirmişti. Yazımda bu nedenle şu hususların altını çizmiştim: “Lynch’in açıklaması önemli, çünkü Batı ülkeleri açısından İran pazarına açılma ne kadar önemli olursa olsun bu ülkedeki başta idam cezası uygulamaları olmak üzere insan hakları ihlallerine göz yummak sakıncalı”. (https://www.serbestiyet.com/yazarlar/akin-ozcer/2015in-korkunc-idam-bilancosu-677878)
O tarihten bu yana Batılı ülkelerin tümünün değil belki ama ABD’nin İran politikası, Başkan değişikliğine paralel olarak, 180 derece değişti. Obama yönetimi İran’ın demokrasi sicilini ve korkunç insan hakları ihlallerini görmezden gelirken, Trump yönetimi de sanki tersi tepki vermezmiş gibi sokak hareketleriyle rejimin devredilmesine açıkça destek veren açıklamalar yapıyor. Bunu yaparken İran demokrasisini geliştirme gibi bir kaygısı yok. Çünkü selefi gibi, demokrasi sorunları İran’ınkinden az olmayan diğer bölge ülkelerini gündeme getirmiyor. Tam aksine demokrasiden hiç nasip almamış Suudi Arabistan, darbeci bir diktatörün yönettiği Mısır’ın dostları olduğunu saklamıyor.
Atıfta bulunduğum yazımı şu cümlelerle bitirmişim: “demokrasi ölçütleri bileşik kaplarda olduğu gibi hareket eder, dünyanın belirli bölgeleriyle sınırlı tutulamaz. Mısır’da darbeye destek verir, İran’da infazlara gözleri yumarsanız, dünya bugünkü gibi içinden çıkılmaz sorun yumakları ile örülür. Bunu özellikle isteyenler var belki de ama onların gerçek demokrat olmadıklarına kuşku yok. “
Bu paragraf aslında bugün de geçerliliğini koruyor. İran’da demokrasiyi savunmak elbette önemli ama bu sokak şiddetine destek vererek olacak bir şey değil. O bakımdan her şeyden önce Mısır’daki darbeciler, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerindeki despotlarla iş birliği yapan Washington’un iki yüzlülüğünü eleştirmek gerekiyor. Çünkü bir ülkenin demokrasi ve insan hakları sicili, Amerikan çıkarlarına uygun olup olmamasına değil, evrensel ilkelere ve ölçütlere uygunluğuna göre tanımlanıyor.