Hazır Muharrem İnce ve kampanya ekibinin uygulamakta olduğunu düşündüğüm iletişim stratejisinden söz açılmışken…
Bir meseleyi gündeme getirmek ve onun lehine bir kamuoyu oluşturmak için geliştirilmiş iletişim stratejileri olabileceği gibi, bir meseleyi kamuoyunun gündeminden düşürmek için geliştirilmiş iletişim stratejileri de vardır.
Hayır, aleyhte propagandadan söz etmiyorum… Aleyhte propaganda, ‘reklamın kötüsü de olsa faydalıdır’ düsturu uyarınca, gündemden düşmesi istenen meselenin gündeme gelmesine yardımcı olabilir ve arzulananın tam tersi bir sonuç verebilir.
Meseleyi gizlemeye çalışmaktan da söz etmiyorum… Bu da aynen aleyhte propagandada olduğu gibi, bu defa fısıltı gazetesi marifetiyle arzulananın tam tersi bir sonuç verebilir, meseleyi kamuoyundan kaçırmak isterken daha büyük bir ilginin kapısını aralayabilir.
Başka bir şeyden, konuyu kamuoyuna mal etmek için çabalıyormuş gibi yaparak, bu amaçla ilgili ilgisiz, doğru yanlış yığınla enformasyonu kamuoyunun tepesinden boca ederek kamuoyunun o meseleden uzaklaşmasına yol açan negatif iletişim stratejisinden söz ediyorum.
Bu strateji, iletişim kuramcılarının ‘yağmur halinde enformasyon’, ‘ziyade enformasyon’ gibi kavramlarla anlatmaya çalıştıkları durumun istismarı temelinde yürüyor.
‘Yağmur halinde enformasyon’
Eskiden, bir konu hakkında ne kadar çok enformasyon olursa, kamuoyunun o konuya duyarlılığının o kadar artacağı düşünülürdü. Fakat sonra bunun iyimser bir yaklaşım olmakla birlikte gerçeği yakalayamadığı ortaya çıktı.
Bu iyimser yaklaşım, ‘yağmur halinde enformasyon’la ona 'maruz kalan' insan arasındaki ilişkinin doğasından bîhaber olmaktan kaynaklanıyordu…
Ortaya çıkması zaman gerektiren ve ancak 1990'larden itibaren teorileştirilebilen bu ‘doğa’, başlangıçta düşünülenin tam tersi bir tarzda işliyordu… Buna göre, insanlar tekrar tekrar izledikleri olaylar karşısında bir süre sonra ‘sıkılmaya’ başlıyorlar, o olaya karşı ilgilerini yavaş yavaş kaybediyorlardı… Sözünü ettiğimiz olay hele bir de anlaşılması ve izlemesi zor, çaba isteyen bir şeyse, kopuş daha da hızlı gerçekleşiyordu…
Kabir Azabı kitabının başına gelen…
Gazeteci Köksal Akpınar’ın geçtiğimiz ay yayımlanan Kabir Azabı: Özal’ın Ölüm Biyografisi adlı kitabı, tıpkı yazarın önceki yıllarda yayımlanan kitabı Kanlı Çukur: Muhsin Yazıcıoğlu Suikastının Perde Arkası gibi, esaslı bir kazı çalışmasına dayanıyor.
Kitap bu özelliğiyle ilgiyi hak etse de, benim görebildiğim kadarıyla bu gerçekleşmedi.
Yayımlandığı gün Türkiye’nin yeni seçiminin tarihinin de ilan edilmesi ve kamuoyunun bütün ilgisinin oraya akması elbette önemli bir neden…
Fakat ben yukarıda zikrettiğim ‘yağmur halinde enformasyon’un etkisinin ve bu etkinin istismarının da bu ilgisizlikte önemli bir rol oynadığını düşünüyorum.
Özal’ın ölümünün ardından ilgili ilgisiz, doğru yanlış ortaya o kadar fazla enformasyon yığıldı ki, kamuoyunun ilgisi dağıldı ve bir noktada da ‘bu meselenin aslı hiçbir zaman ortaya çıkmayacak’ duygusu oluştu.
Doğrusu ben, bu haberleri gazetelere pompalayan odakların, ‘yağmur halinde enformasyon’ karşısında insanların nasıl bir tepki gösterdiğini bildiklerini ve konuyu gündemden düşürmek için yağmuru sağanağa çevirmeye çalıştıklarını düşünüyorum.
Bir değil iki talihsizlik birden: Köksal Akpınar’ın onca emeğine yazık oldu.