İnsan nisyan ile malul. Yaşadığımız kötülükleri unutma daha doğrusu küllendirme yeteneği bazen nimettir, yaşamak için gereklidir hatta. Fakat yaşananları kanıksamak manasında unutmak topluma ve kendimize karşı suç işlemek olabilir. Başörtü yasağıyla hayatların hakkın hukukun çiğnenmesinin üzerinden çok geçmedi ama unuttuk sanki. Kız kardeşimin uzun zamandır Amerika’da yaşayan Filistinli arkadaşının geçen hafta başına gelenleri dinleyinceye kadar.
Amal NY’da yaşayan mağaza sahibi bir iş kadını. Çocuklarındaki Filistin sevgisi, ana yurt bilinci kaybolup gitmesin diye her yıl onları binbir mücadeleyle ülkesine getirip bir süre kalmaları için çaba sarfediyor. Bu kez İstanbul’a uğradıklarında başından geçen şeyin etkisinden kurtulamamış. Taksim’de Amerikan tarzı bir ‘fast food’ restoranda sırada beklerken, genç bir kadın “burada Arapları istemiyoruz”, diyerek başındaki örtüyü alıp yere atmış. Utancından ve öfkesinden kendine gelemediğini bir daha asla “bu Müslüman ülkeye” gelmeyi düşünmediğini söylüyor Amal. Varlıklı ve gezgin bir kadın olarak dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığını söylediği bu şiddete neden maruz kaldı peki, bu benzersiz cüretin kaynağı nedir?
Biz modernleşmedik çünkü, Avrupa’nın Müslümanlar hakkındaki muhayyilesine, bütün değerleri aklın mahkemesi önünde yargılayıp mahkûm eden dünya görüşüne kendi aklımızı hiçe sayarak teslim olduk. Mohja Kahf ‘Batı Edebiyatında Müslüman Kadın İmajı’ kitabında mevcut kadın temsilinin oluşum sürecine eğilir. Buna göre İslam özü itibariyle değişmez ve imkânsız bir şekilde kadınlar için baskıcı bir niteliğe sahip ve tek kelimeyle Müslüman kadınlar mağdur edilmektedir. Kahf’ın can alıcı tespiti doğrudur; kadın meselesinin Batılıların İslam anlatısının merkezine oturması Avrupalıların Müslüman ülkelerde sömürgeci güçler olarak yerleşmesiyle bağlantılı.
Yaprak Zihnioğlu’nun ‘Kadınsız İnkılap’ kitabı cumhuriyet elitlerinin kadına yaklaşımını gözler önüne serer. Sadece dindar olanlar değil, sekülerleşen kadınlar da bu ülkede vesayet altında tutulmuştur. İslami değerlerin devlet eliyle her alanda aşağılandığı bir ülkede dinin her türlü tezahürüne müdahale hakkı zımnen sivil kişilere de verilmiş olur. İşte son on yılda geriletilen bu “efendi” yaklaşımı.
Bu yaklaşım güç ezilenler tarafından ele geçirildiğinde asla tekrarlanmamalıdır. Bu ahlaki gücü yitirmek ve bütün iddialardan vazgeçmek olur çünkü. Konumuza dönecek olursak Filistinli kadının İstanbul’da başına gelen şeyi münferit sayabiliriz ama bu demek değil ki koşullar elverdiğinde uyuyan faşizan yaklaşımlar aynen tekrarlanmaz.
Bu olayın üzerine Ensar Vakfı’nda düzenlenen ‘Ahde Vefa’ buluşması daha bir anlam kazandı. İslam inancının gözden düşürülmek istendiği ve kostüm modernliğinin bütün ülkeye dayatıldığı bir dönemde, dini değerleri muhafaza ve modernlikle öznel biçimde meczetme mücadelesi veren bedeller ödeyen kadınların buluşması. Birçoğu yakın arkadaşım olan bu özel kadınlarla buluşmak çok değerliydi.
Organize edenlerden Semra Hanım ölmeden birbirimizi dünya gözüyle görmemizi murat ettiklerin söyledi biraz sitemle. Yaşamın hızı bizi birbirimizden uzaklara atıyordu her manada. Oysa kalp unutmaz, bu endişeler yersiz, ‘gözden ırak olan gönülden de ırak olur’ düşüncesi bazı durumlarda geçmez. Ortak mücadele, ortak tarih hissiyatı, bir kez de olsa kuvvetle var olmuş olan duygular kolayına yok olmaz.
80’li 90’lı yılların konsepti vardı programda. Nevbahar ilahi gurubundan şarkı ve ilahiler, ablaları hatırlatan slayt gösterisi, sonra öncülük etmiş büyüklerimizin konuşmaları. Buluşmadaki birkaç kişiden söz etmeden geçemeyeceğim.
Mukaddes Çıtlak, 68 kuşağından bir kadın. İstanbul Kız Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi’nde edebiyat okumuş, hayalleri yasaklar yüzünden kesintiye uğrasa da çeşitli özel kurumlarda öğretmenlik yapmış, yüzlerce genci karşılıksız kendi çabalarıyla yetiştirmiş, Kur’an dersleri vermiş, arkadaşlarıyla birlikte çıkardığı Şadırvan dergisinde farklı isimlerle yazılar yayınlamış. İslam dergisinin de ilk kadın yazarlarından.
Mevlüde Uçar, meşhur Timurtaş Hoca’nın eşi. Kendini eğitim çalışmalarına ve barış sürecine adamış biri. Yıllardır Güneydoğu’yu dolaşan, dağdan inen kadınlarla, Dersimlilerle, Diyarbakırlılarla kırsal kesimin insanlarıyla bir arada yaşayan, iyiliği yaymaya kötülükten sakındırmaya çalışan biri. Dersimli yaşlı bir kadının “ölmek öldürmek yasaklanmış” diyerek sevincini dile getirdiği barış sürecine dönülmesi en büyük isteği.
Özden Sönmez, bitmeyen enerjisiyle Ankara’daki mütedeyyin kadınları harekete geçiriyor. Sayısız çalışmayla toplumun yaralarını sarmaya yöneldi. Yeryüzü Anneleri İnisiyatifi olarak Türkiye’de barışın, eşitliğin, adaletin inşası için çalışıyorlar. Bununla yetinmeyip dünyanın kriz bölgelerine de yardım ve dostluklarını taşıyorlar.
Havva Sula, Yeryüzü Doktorları’ndan. Dünyanın bazı kriz bölgelerine şifa dağıtmak ve yardım için gidiyor. Kendi çocuklarıyla birçok bayramı ayrı geçirdiğini biliyorum, kızı doğum yaparken onun Afrikalı mazlum kadınlarla birlikte olduğu zamanı da.
Nadire Kara, Türkiye’de eğitim hakkı elinden alınan yüzlerce imam-hatipli genç dünyanın çeşitli ülkelerine göç edince eşiyle bir öğrenci derneğinin yöneticisi olarak Viyana’ya yerleşti. Avrupa’da okumaya gelen sürgün gençlere rehberlik ablalık annelik yaptı. Bu çalışma yıllarca sürdü kendisi de onlarla birlikte Viyana’da ikinci bir üniversite okuyarak kendini daha da geliştirdi.
Şeyma Üstün, dünyanın dört bir yanından Türkiye’de okumaya gelen gençlere destek vermek üzere kurulan Sefire-i Alem öğrenci derneğinin başkanlığını yaptı, gecesini gündüzüne katarak onlara yabancılıklarını ve yalnızlıklarını hissettirmemeye çalıştı. İslam dünyasının çocukları çatışmayı değil tanışmayı, birlik ve beraberliği ilke edinmeliydi.
Türkan Cumhur, on yıllardır Almanya’da gurbetçi çocukların ve annelerinin değerlerini kaybetmemesi iyi bir eğitim alması ve özgüvenlerini kazanmaları için emek veriyor. Dortmund’da yaşıyor.
Gülden Sönmez, on yıllardır Mazlum-der ve İHH’da bir hukukçu olarak haksızlıklara karşı mücadele veriyor, yardımları organize ediyor. Mavi Marmara gemisinin kutlu yolcularından.
Hasibe Turan, Mimar Sinan Üniversitesi’ni bitirdiğinden beri nice tecrübelerden geçti. Asitane Kültür Derneği’nde üniversiteye doğru ilerlettiği çalışmalarını gün geçtikçe genişletiyor. Gençlerin geleneksel ve modern sanat dallarında iyi bir eğitim almalarına seferber etti enerjisini.
Necla Koytak ‘beşiği sallayan el dünyaya hükmeder’ mottosuyla yıllardır anne adaylarını hayata hazırlıyor, sağlam bir aile içinde özgüvenli manevi değerlerine bağlı çocuklar yetişmesi için ufuk açıcı seminerler düzenliyor.
Seyhan Büyükcoşkun Türkiye’de ve Avrupa’da eğitim seminerleri veriyor ve yasaklar yüzünden geciken doktorasını bu yıl tamamladı.
Hülya Şekerci, onu görünce hatıralar sökün etti. Çünkü en zor günlerde 28 Şubat sürecinde Özgür-der başkanı olarak sayısız gösterilere öncülük etti. Kendisi okulunu bitirebilmiş bir sosyolog olarak küçücük çocuklarını alıp evde olanları seyredebilirdi, fakat ön saflarda hak mücadelesini sürdürdü.
Fatma Benli, hakkı çiğnenenlerin bedava avukatı olarak her çağırıldığı yere koştu. Senelerce duruşmaları dolaştı, raporlar yazdı. Bize hakkımızı hukukumuzu öğretti.
Yasemin Çoban, Aileyi Koruma ve Destekleme Derneği başkanı ama ben onu Hz. Fatıma toplantılarını düzenleyen kişi olarak anmak istiyorum. Yeni nesilleri Hz. Fatıma’nın yalın sade kavrayışı yüksek ve fedakâr yaşamıyla tanıştırmak çok değerli bir misyon.
Ayrı bir yazıyı gerektiren yazar dostlarımız Cihan Aktaş, Mine Alpay Gün, Emine Şenlikoğlu, Sabiha Ünlü, Mine İzgi de buluşmadaydı. Nice emekleriyle Fevziye Nuroğlu, Mürşide Uysal, Zehra Türkmen, Asiye Dilipak, Şeyma Döğücü, Muazzez Akıncı, Münire Yarar, Aynur Mısıroğlu.
Ravza Kavakçı, ablası Merve Kavakçı’nın 2 Mayıs 1999’da atıldığı Meclis’e vekil olarak girmelerinin 23 Haziran 2015’te gerçekleşebildiğini söyleyince eski günler canlandı.
Süreyya Yüksel bu topluluktan vefatıyla en erken ayrılan kişiydi, astronomi okumuş bir Kur’an hocasıydı. Onu da andık hepimizin Norşin prensesi olarak.
Kürtler, Türkler, Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar ve niceleriydik. Her mezhepten insan da vardı aramızda. Hiçbiri ortak insani değerlerimizin kardeşliğimizin önünde değildi.
Nevbahar ilahi gurubunun söylediği “ıssız çöl gecesinde ardından gitsem” ilahisindeki gibi heyecanlıydı hâlâ üç dört kuşaktan kadınlar.