İstanbul’dan yine olağanüstü maharetli akıllı sanatçı kadınlar gelip geçti, fakat kendilerini olmasa da eserlerini Maksem’de 29 Ocak’a kadar görmek mümkün. Küratörlüğünü ressam Hülya Yazıcı’nın yaptığı Hal-Beden-Zihin sergisinin amacı dünya sanatçıları arasında kadın imgesi çalışmaları üzerinden bağ oluşturmak. Kadının kimliğine, toplumsal rollerine çoğulcu bir anlayışla bakabilmek. Dünyanın dört bir yanından katılan sanatçıların hepsini anabilseydim keşke.
İlk söz etmek istediğim, herkesin önünde fotoğraf çektirmeye çalıştığı onlarca bohçadan oluşan çalışma. Lizzy Mayrl Viyana’daki sanat eğitimini tamamladıktan sonra Doğu’ya merak salmış. Sanatçı, üniversitelerde hoca, sivil toplum örgütlerinde göçmenler için sivil işçi olarak sürdürdüğü çalışmalarını Moğolistan, Çin, Kırgızistan, Özbekistan ve Tacikistan gibi ülkelerde sürdürmekte. Obje, video, grafik, feltwork gibi çok farklı teknikler kullanan sanatçı, Bohça düzenlemesinde Avusturya’da yaşayan mülteci kadınlardan aldığı eşarpların içini kadınların ihtiyaç duyacağı eşyalarla doldurup düğümlemiş. Eşarp çok manalı –dışlanma, inanma, sığınma, ısınma-olduğu gibi bohça da yola çıkmayı, yersiz yurtsuzluğu, öte yandan rengarenk eşarplar üzerindeki çiçekler umudu simgeliyor. İşin en güzel yanı da sergi sona erince bu bohçalar Türkiye’deki mülteci kadınlara dağıtılacak ve sanat eseri ikinci bir işlev daha görecek.
***
Kanada’da yaşayan Çinli sanatçının Anne adlı çalışması sergide beni en çok etkileyen bölümlerden biriydi. Annesinin vefat haberiyle sarsılan sanatçı hemen ülkesine dönmüş ve annesinin yakın arkadaşlarından ve akrabalarından ondört anne bulup onları sanatı için fotoğraflamış. Her bir anneye annesinin çok sevdiği geleneksel nakışlı ayakkabılardan giydirerek ve kendisi de annesinin elbiselerine bürünerek birlikte resim çektirmek ucu açık imgeler yaratmış. Varlık yokluk, anne kız ikilemi, hatırlama kaybetme, umutsuzlukla avuntu iç içe. Anıların ve kayıpların görsel ifadesi üzerinden eski bir öyküyü onarmaya çalışmak iyi bir fikir. Yaşamla ölüm, insan varlığı ile evrensel duygular arasındaki bağın izini sürmüş. Sanatçının kullandığı yeniden sahneleme tekniği gerçekten de işe yarıyor ve izleyen bir kadının hatta erkek ziyaretçilerin anne evlat anne kız ilişkisini sorgulamadan buradan geçip gitmesi mümkün değil. Çalışma aynı zamanda geçmişin izini süren faniliğin altını çizen bir ölüm andacı.
Soraya Syed Londra doğumlu Pakistan asıllı kaligrafiyle uğraşan bir sanatçı. Arapça, görsel ve geleneksel sanat, arkeoloji okuyan Soroya İstanbul’da da iki yıllık eğitim sonucu nadir kazanılan hat icazetini ehil ellerden almış. Yüzlerce yıllık birikime mürekkebini daldırmanın mutluluğundan söz etmesi hepimizi duygulandırdı. Sergideki Hurriyah adlı eserinde hat müzik ve ritim bir arada. Eserinde özgürlük anlamına gelen, Arapça’da dişil bir kelime olan Hurriyah uzun bir yolculuğa çıkar. Simgesel şekilde istiflenen bu kelime, yazılınca adeta bir kişiliğe bürünür. Üzerinde direğiyle engin denizlere yelken açmış bir gemi gibi görünür. Yolculuğu sırasında Hurriyah’ın başladığı gibi, tek bir noktayla biteceği sona doğru çözülerek ilerler. Değişir, dönüşür ve iyileşir. Sonu, yeni bir sarmal başlangıçtır.
***
Pakistan asıllı Mehveş İkbal ise kadının cesareti, gücü ve özgürlüğü kavramlarına ışık tutuyor. Sanatçı göç, mülteci akını, göçmen diasporası, güç gösterisinin tekeli, insan unsurunun bağlamları ve karma kimlikler gibi temalarla, bireylerin kırılgan karmaşık durumlarını gözler önüne seriyor. Hikayesinde sadece güçlü kadınları seçen İkbal’in malzemelerle ilişkisi de son derece kırılgan ve duyarlı. Kumaş seramik heykel ve enstalasyon üzerinden şahitliklerine hayat veren biri. “Eserlerim doğduğum Pakistan ile yaşamımı sürdürdüğüm Avustralya’daki toplumsal, kültürel ve siyasi iklime ilişkin edindiğim deneyimlerin çeşitli katmanlarıyla harmanlanmıştır. Küresel bir olgu olarak göçü, toplumun inşası ve yıkımıyla ilişkisi bakımından ele almak ilgimi çekiyor.” Eserlerinde kadın ve çocukların çağdaş toplumlardaki katkısı ve rolünü gözler önüne sermeye çalıştığını söyledi İkbal. Çeşitli katmanları içeren eserlerinde kırılgan ve dokunma hissi uyandıran yüzeyleri kumaşları kullanmayı seviyor. Sergide yer alan eserlerinde ne girişi ne çıkışı mümkün olan kara parçalarını, yasak bölgeleri, örülen duvarları, eldekiyle yetinen toplumları, halihazırdaki senaryolar gereği yabancı topraklara göç eden büyük kitleleri anlatmış.
Sergide en çok ilgi gören eserlerden biri Tuğba Renkçi Taştan’ın Çiçek Bahçesi adlı düzenlemesiydi. Üzerine simsiyah kömür tozlarının yağdığı yapıştığı yüksekten sarkan eprimiş tüller, eserin ismiyle tam bir zıtlık içinde tarumar ve kararmış bir iç bahçeye işaret ediyor. Bir kadının iç bahçesi nasıl karartılır sorusu asılı tavanda. Fakat sergi boyunca yükselen başat hissiyat içgörü ve merhametle ilgili.