Herkes kendini bir koltuğa bırakmıştı. Yorgunluk had safhada. Uzun zaman olmuş böyle bir etkinliğe katılmayalı. Sabah erkeden dört beş kadının alış verişe çıkmasından sözediyorum.
Ruh gibi gezinme baksana sen de bir şeyler dedi kuzenim. “Sen otur mağaranda durmadan yaz ne işe yarayacaksa. Neredeyse bizim de keyfimizi kaçıracaksın ama bunu kimse yapamaz kolayına.”
Doğru, ayaklarımı sürüyordum bitsin bu iş kabilinden, aradığım hiçbir şeyi bulamıyorum ki, ama bir yandan da dikkat kesilmiştim. Hayat dolu yakınlarımdan yaşam enerjisi almak büyük nimet benim için. Tutumlu, fedakar, yardımsever, inayet dolu kadınlar. Hepimiz de ev dışında giyilecek sade ama zevkli giysiler arıyorduk, boncuklar pullar işlemeler payetler fırfırlar vatkalar çılgın renkler ve yapay kürklerde gözümüz yoktu, o kadar cesaretli değildik. Pastel renkler, göz yormayan modeller, gösterişsiz ama yine de kimliği olan bir şeyler arıyorduk işte.
Sade dediysek, yine de her pırıltıyla ilgilenmekten, farklı kesimlere, kulplara, eksantrik dikişlere dikkat kesilmekten kendimizi alamıyorduk. Ne istediğimizi biliyorduk da bulduğumuzu tanıyamıyor muyduk, yoksa da içimize işlemiş bir vecibe olan basit olsun dürtüsü yüzünden her şeyi eliyor muyduk ister istemez. Arkadaşlarımdan bazıları kendi elbiselerini dikebilen insanlar. Pazardan, mağazalardan çok ucuza aldıkları harika kumaşlardan yarım günde tam istedikleri gibi kıyafetler yapar çıkarlar ortaya. İşte hayatta en özendiğim kişiler onlardır.
Hergün bir beyefendi çıkıp kadınların kıyafetlerini eleştiri yağmuruna tutuyor, olmadı, kabul etmiyorum, örtünme bu değil. Sanki kabul etme etmeme makamı yüce Yaratıcı değil de kendileri. Kadınlara ne kadar zarar verdiklerinin, yaşamdan bezdirdiklerinin bilincinde bile değiller. Başörtüsü örtmek öyle sanıldığı gibi kolay bir şey değildir. Bir kere tesettürün gereklerine uygun, içinde kendi özgünlüğünüzü kimliğinizi ruhunuzu bulabileceğiniz bir giysi bulmak neredeyse mucize. Yaz kış sürekli kapanmak, dağılıp gitmemek için hep teyakkuz halinde olmak, durmadan saçını kolunu etini kemiğini kollamak kolaymış gibi en küçük bir hata(boynun göründü, saçın çıkmış, pantolon uygun değil) göze çarpar ve kınanır.
Herkesin dikiş dikmesi mümkün değil. Hayatın akıl almaz gaileleri içinde bir de dikişle baş etme zamanı geçti artık. Konfeksiyon bu kadar yaygınlaşmışken bu ülkede milyonlarca tesettürlü kadın varken neden hafif, huzur veren, zarif kalıp ve kesimleri olan giysilere ulaşamıyoruz. Birçok şehrimiz pamuk üretimi cennetiyken neden mağazalar dolusu akrilik ve polyester nam-ı diğer naylon kumaşlara mahkumuz. İçini göstermeyen ama aynı zamanda ferah tutan kumaşlar üretilmiyor, yaygınlaştırılmıyor, herkesin ulaşabileceği ortalama fiyatlarla ülkemin güzel kadınlarına ulaşmıyor. Neden başörtülü bir kadın yılgınlık ve umutsuzluk duygusuyla çıkmak zorunda alış verişe. Bir alış veriş gününde bir iki saat içinde işittiklerim:
“Kumaşı güzel ama etek boyu kısa, boyu iyi ama arkadaki yırtmacın kapatılması lazım, modeli tam aradığım gibi, ama bu dirseğin biraz aşağısında sonlanan polo kol da neyin nesi. Ceketin kesimi güzel de beli fazla oturtulmuş, pamuklu ama içini gösteriyor, pantolona ihtiyacım var ama düşük bel olmayan neden yok, güzel bir jile ama elbise desen o değil, tunik desen fazla uzun, kupları çok güzel ama boyu biraz daha uzun olmalı. İçeriğinde ramon yazıyor nedir bu, ben de bilmiyorummuş, bilmediğiniz şeyi neden satıyorsunuz denmiyor tabii.” Sonsuza kadar gider bu.
Tesettür mağazalarının sunduğu seçeneklerde hiçbir kumaş özeni yok. Kıyafetler gencecik kızları bile durmuş oturmuş bir kadına dönüştürecek mantalitede hazırlanmış. Cumhuriyetin yaşı ve kişiliği ne olursa olsun, herkesi bir döpiyese sıkıştırma eğilimi vardı, mütedeyyinlik adı altında da aynı tektipleştirme yaygın. Alış verişlerin çoğu hüsranla bitiyor bu yüzden. İçinde rahat ve sağlıklı olacağımız, kendimizi temsil edecek, içimizi dışa vuracak bir tane kıyafete rastlarsak onu yıllarca giyebiliyoruz.
Öte yandan indirim zamanları cadde cıvıl cıvıl. Dükkanlar alabildiğine çeşitli elbiselerle dolu görünse de çoğu birbirinin aynı aslında.
Tatlı bir sohbet sürüp gidiyor bir kahve içimi oturmada.
– İnce hesap gerektiriyor bu işler. Kafa yorgunluğu. Sonradan sevmeyeceğimiz ama sadece ucuz diye aldığımız şeyler oldu mu bir bakalım. Nasıl olsa değerlendiririm dediğimiz ama hiç de ihtiyaç olmayacak şeyler.
– Bu aslında sana gitmedi pek.
– Ama bunu al diyen sendin.
– Yeşilini sevmedim şimdi. Çok canlı biraz ölgün olsaydı keşke.
– Çok ölgün de solgun gösterir diyenleriniz oldu.
– Bunu koyu kahve eteğimle düşünmüştüm. Ama ona uymaz şimdi. Mavi vardı, koyuca bir renk, onu alsaydım keşke.
– Ben de bu sahte taşlarla dolu yüzüğü geri verebilsem. Adam hakiki dedi ama bana öyle gelmiyor. Üstelik tarzım da değil, neden aldım ki, hayatta takamam ben bunu.
– Peki ben bu pantolonu ne diye aldım şimdi. Bol paça hiç sevmem. Neyse daralttırırım bir şekilde.
– Bordo elbise çok doğru bir seçim oldu. Kolları dirsekte sonlandırmak neyin aklı, yirmi santim uzatmam lazım, estetik bir ek düşünmeli.
– Sen bunun vatkalarını hemen çıkar nedir o öyle beyzbol oyuncusu gibi, öndeki bağcık ta iyi durmuyor, bizim orada çok iyi bir terzi biliyor…