Güçsüzlük de, tıpkı güç gibi, insanı bozar. Bir hedefe ulaşmak için masum hayatlara kastetmek en aşırı seküler faydacı ahlâkın bir işaretidir ve dinin insana getirdiği mutlak ahlâkî kısıtlamaların tam zıt kutbunda yer almaktadır. Tartışma ve muhalefete tahammül konusunda, bütün diğer dinleri tarihin uzunca bir dönemi boyunca geride bırakmış bir din için, hikâyenin burada biteceğini elbette kabul edemeyiz. Avrupa’da beş yüz yılda gerçekleşen ekonomik ve bilimsel değişim Müslüman ülkelerde birkaç nesilde cereyan ediyor. Merkezkaç kuvvetlerin hiçbir şeyin sabit kalmasına izin vermediği bu değişim sürecinde insanlar kendilerini giderek daha emniyetsiz hissediyor. Tutunacak bir dal, onlara kimlik ve aidiyet hissi verecek bir şey arıyorlar. Ruhsal emniyetsizlik hissinin dinin kenarına getirip bıraktığı kişi, orada ruh için bir ‘esenlik bildirisi’ görmek yerine kendi kesinlik arayışını tatmin edecek, ihtiyaçlarını doyuracak bir meme arıyor. Gelenekle daimî bir temas halinde bazı doğal dini erdemleri edinmek yerine, dinden hayatın karmaşık sorunları için çabuk bir çözüm, bir kesinlik, bir üstünlük ve kontrol duygusu devşirmek istiyor. Aradığı şey kalb-i selim değil, içindeki yangını söndürmek için maneviyata yönelmiyor, dışarıdaki dünyayı kendi içindeki yangına uydurmanın, dış dünyayı da ateşe vermenin derdinde o. Modern terörist radikal, adalet ve merhametten hiç nasibini almamış, adil bir savaşı bir ahlâkî ülkü olarak benimseyememiş bir kimsedir ve taptığı da, haddi zatında kendi egosudur.
Terör grupları üzerine çalışan bir yazar, teröristleri sosyal açıdan uyumsuz, bir baltaya sap olamamış, “babanın politik veya ekonomik olarak iktidarını yitirdiği işlevi bozuk bir aileden gelen kişi”ler olarak tanımlıyor. Bu kişiler karizmatik liderlerin baştan çıkarıcı büyüsüne râm oluyor ve iyi tasarlanmış bir şartlanma programıyla, mutlak itaat üzerinden hayatın kafa karıştırıcı sorularına kolay cevaplar buluyor. Başka bazı yazarlar pek çok teröristin aslında sıradan insanlar olduğunu ve onları haddi aşmaya teşvik eden şeyin içinde yaşadıkları özgül durumlar olduğunu dile getirir. Bu görüşe göre sosyal bağlam, “karıncayı ezmez” zannedilen birini sınırın öte yakasına taşıyarak onu vahşi bir mücrim kılabilir.
Radikalizmi incelerken konuya iki boyut halinde bakılmalı: Birincisi neden politik şiddete doğru bir kayış gerçekleştiriliyor ve buna ihtiyaç duyuluyor, ikincisi de nasıl ve ne zaman bu politik şiddete kayma durumu oluşuyor? Çoğu araştırmaya göre bir insanı veya organizasyonu politik şiddete başvurmaya iten şeyler ağır yaslar, şiddete eğilimli ideolojiler, agresif dürtü, teşvik ve hedeflerdir. ‘Nasıl ve ne zaman?’ sorusu ise daha hassas bir soru. Çoğu insan neden bazı kişilerin ve organizasyonların şiddete başvurduğunu anlamaya çalışır ve orada kalır, ancak bu düşüncenin ötesine geçmek lazım. Radikalleşme önlenmek isteniyorsa, nedenlerini ortadan kaldırmaktan ziyade, radikalleşme hangi vasıtalarla ve ne zaman ortaya çıkıyor, bunları anlamamız gerek.
Herkesin düşündüğünün aksine politik şiddet psikopatlığa eğilimli ve genel olarak belli bir psikolojik profil çizen birkaç delinin davranışları sonucu ortaya çıkmaz. Politik şiddet, zeki bir aklın stratejik planlaması, kararlı birinin dikkatli seçimleri ve tercihleri sonucu ortaya çıkar. Her ne kadar bu süreç diğer insanlara zararlı, etik ve yasal olmayan bir şekilde gelse de, politik şiddetin ve bu tarz grupların planlarının dikkatli ve hedefe kilitlenmiş akıllardan çıktığını unutmamak gerekir. Bize göre hedef kötü ve zararlı olsa da, bir şekilde meşrulaştırdığı amacına ulaşmaya yönelik davranışları ve planları oluşturmak, dürtüsel ve dağınık bir zihnin yapabileceği bir şey değildir. Belki de yıllarca bekler, planlar ve kendileri için en doğru zamanda eyleme geçerler.
Radikalleşmenin ilk basamağı sandığımız kadar korkunç ve kendini çok belli eden bir süreç değil. Kimse bir anda 0’dan 100’e çıkıp radikal olmaz, şiddeti bir anda desteklemez. Bu bir süreçtir. Radikalleşmenin en önceki süreçlerinde, şiddet içermeyen, yasal şeyler yer alabilir (protestolar, nöbetler, imza toplama gibi) veya toplumsal hayatı bozacak yasal olmayan şeyler olabilir (barikat kurmak, trafiği tıkamak, vergi vermemek gibi). Ancak bunlar, görünüşte masum ve insanların haklarını aramaya yönelik davranışlardır.
Daha sonradan, kişi özellikle savunduğu şeyi destekleyecek insanlar ve organizasyonlar buldukça örgütlenme başlar. Organizasyon ve gruplar içinde kişiler ne kadar haklı olduklarına dair birbirlerini düşünce ve motivasyon olarak besler, davalarında haklı oldukları kanaati edinirler. Bu hakkı hukuki yöntemlerle elde edemeyeceklerine inandırılırlar. Buna inandıktan sonra, artık kendilerine hak olarak gördükleri şeyi elde etmek için her yol mubah hale gelir. ‘Devlet madem bu hakkı aramayı başka yollarla mümkün kılmıyor’ diye düşünür kişi, ‘o zaman şiddet içerikli yollarla o hakkı aramak meşrudur’.
Kimlik konusunda belirsizlik yaşayan insanlar, bir grupla özdeşim kurmaya daha meyillidir. Bir gruba ait olmak kişinin kimliğiyle ile ilgili belirsizliğini azaltır, o gruba ait özellikleri doğrudan kendi özellikleriymiş gibi üstüne almasına neden olur. Seçtikleri gruplar ise çok fikrin barındığı, farklı kutuplarda yorum ve özelliklerin bulunduğu gruplar olmaz. Genelde homojen ve benzer düşünceye sahip olan insanların oluşturduğu grupları seçerler ki hissettikleri belirsizlik ortadan kalksın, üzerlerine alacakları özellikler kesin ve net olsun.
Aşırılıkçı gruplarda kaskatı ve kapalı sınırlar vardır, her konuda fikir birliği olur, ideolojik inanç sistemleri ve ritüelleri mevcuttur, genelde hiyerarşik bir yapıya ve etkili bir lidere sahiptirler. Bu şekilde yapılanmış aşırılıkçı gruplar, kişilere belirsiz bir dünyada çok belli ve keskin bir benlik algısı verir. Dünyayı “biz” ve “onlar” diye ayırmak kendimizi bu dünyada var etmemizi, bir şeyin parçası olmamızı sağlarken, korktuğumuz ötekini de daha az tehlikeli, tahmin edilebilir ve bilindik kılar. Bu ayrım, insanoğlunun kendini daha rahat ve güvende hissedebilmek için uyguladığı bir stratejidir. Radikalizme yol açan şeylerden birinin de dünyayı “biz” ve “onlar” diye ayırmanın verdiği rahatlık olduğunu söyleyebiliriz.
Din barıştır, adalet ve merhamettir. Tevhid ahlâkî ve etik birliği de ifade eder: Amaçlar ve araçlar arasında ayrım gözetilemez. Meşru amaçlara ancak meşru araçlarla erişilebilir. Modern terörist radikal, bir barış ve adalet çağrısı olan dinin anlamını boşaltıyor ve onu kendi sapkın dünyevî hedeflerine payanda kılıyor. Kalb-i selime ve dahî, akleden kalbe, bugünlerde ne de çok ihtiyacımız var!