Ana SayfaYazarlarKamu yetkililerinin sorunlu zihniyeti

Kamu yetkililerinin sorunlu zihniyeti

 

Padişahlığı geride bırakalı hayli uzun zaman oldu. Cumhuriyet’in kuruluşunun 96. yılını geçtiğimiz haftalarda idrak ettik. Lâkin kulluktan aynı anayasaya ve hukuka tabi, özgür ve eşit yurttaşlığa geçtiğimizi idrak edemeyenlerin halen bir hayli fazla olduğu görülüyor.

 

Bu idraksizlik durumuna kendi halinde yurttaşlar arasında rastlamamız pek sorun olmadığı gibi, düzelmesi için belki biraz daha bekleyebiliriz.

 

Ama bu idraksizlik Türkiye’nin dört bir yanında ve her Allahın günü, kamu yöneticileri ve görevlilerinde görülünce, düzeltilmeye muhtaç büyük bir sorun karşısında olduğumuz ortaya çıkıyor.

 

Lafı uzatmayayım; kamuda görev alıp altına bir koltuk çekenlerin önemli bir bölümü kendilerini bir şey sanıyor. Bir cumhuriyette, yasalar ve kurumlar karşısında bütün yurttaşların eşit olduğu bir ülkede yaşadıklarını unutup, kendilerine bir nevi kulluk edilmesini bekliyor ve istiyorlar.

 

Yurttaşı kul olarak görmek!

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan sık sık “Biz milletin efendisi değil, hizmetkârıyız” diyor; ama kamu ve yerel yönetim bürokrasisinde bunun fazla bir yankı uyandırmadığı görülüyor.

 

Bu bürokratlar yetki alanlarını sultanlık toprağı, oturdukları koltuğu da padişahlık ya da vezirlik makamı sanıyorlar. Eh, bu durumda vatandaşın payına da kulluk düşüyor.

 

Zihniyetleri zamanın gerisinde kalmış nice kamu yetkilisinin devr-i iktidarında keyfilik, ideolojik ve politik zorlama, kişisel inanç ve ahlâk ölçülerini dayatma, anayasa ve yasaları ihlâl, vicdanı ve insan haklarını kapı dışında bırakma halleri, yıllardır normalimiz haline gelmiş durumda.

 

Durumun yalnızca bu dönemin iktidarına mahsus olduğunu da söyleyemeyiz.  

 

Açıkçası devlet kadrolarının zihniyetinde ciddi bir değişikliğe ve bunun için de zamanımızın değerlerini ve normlarını içeren, eğitici yönü yüksek, kapsamlı bir kamu reformuna ihtiyaç duyuluyor.

 

Son günlerde yaşadıklarımızdan aşağıda vereceğim örnekler, aslında fazla söze gerek bırakmıyor.

 

Ceren katledilirken ne diyor bu müdür!

 

Günlerdir Ordu’da korkunç bir cinayete kurban giden genç balerin Ceren Özdemir’i konuşuyor ve bu vahşeti gerçekleştiren katilin kabarık suç dosyasıyla nasıl açık cezaevine gönderilip oradan da elini kolunu sallayarak kaçabildiğini tartışıyoruz.

 

Psikopat katilin hayatında hiç görmediği bir genç kızı, yani Ceren’i evinin kapısında sıkıştırıp sayısız bıçak darbesiyle öldürmesi başta ailesi ve Ordulular olmak üzere bütün Türkiye’yi yasa boğuyor. Vicdan ve sağduyu sahibi bütün vatandaşlar infial halinde.

 

Bu sırada Düzce İl Milli Eğitim Müdürü Murat Yiğit ortaya atılıp “Ama olayın da çok değişik boyutları var. Dolayısıyla yani bizim çocuklarımızı her yönüyle iyi yetiştirmemiz gerekiyor” deyiveriyor.

 

Koca bir ilin eğitimini böyle bir zihniyete teslim etmişiz.

 

Konya Valisi kendini ne sanıyor acaba?

 

Eğitimin en büyük gücü öğretmenler; çocuklarımızı ellerine teslim ettiğimiz bu seçkin insanları yılda bir gün, 24 Kasım’da hatırlıyoruz.

 

Onları mesleğe hazırlayan kurum ve imkânların pek yeterli olmadığının, çalışma ve yaşam koşullarının dünya standartlarının çok altında olduğunun da farkındayız.

 

Bu eksiklik ve yetersizlikler yılda bir kutlanan Öğretmenler Günü'nde söylenen birkaç gönül alıcı sözle, bir süre için de olsa unutturulmak isteniyor.

 

Geride bıraktığımız 24 Kasım’da Konya Valisi kürsüye çıkmış öğretmenlerimizi kutlayacakken, gözü bir kişinin bacak bacak üzerine atmış oturmasına takılıyor ve "Birader sen öğretmen misin? Öğretmen gibi otur da bir görelim. Allah Allah!” şeklinde bir höykürme ile bu önemli güne giriş yapıyor.

 

Uyardığı kişinin bir gazetenin muhabiri olduğu anlaşılınca da “Kızdığım kişi muhabirmiş. Öğretmen olsa da olmasa da bu tip oturuş uygun görülmez” diyerek kendini savunmaya çalışıyor.

 

Bir elinde mezura, diğer elinde makas!

 

Madem eğitim alanından girdik, oradan devam edelim.

 

Biliyorsunuz, “Kıyafet Devrimi” filân yapmış bir memleketiz. Hal böyleyken, giyim kuşam konusunda kimseyi kendi tercihiyle baş başa bırakmayıp, hayatı birbirine zehir etmiş bir milletiz. Resmi kurumlarda yönetmelikler, kamusal alanda gelenek ve görenekler, ahlâkı, inancı ve kıyafeti farklı olanı dövmek için elimize aldığımız bir tür silah olmuş.

 

Başörtüsü meydan muharebesinden yara bere içinde çıkıp, bir nebze barış ve huzura kavuşalı şunun şurasında birkaç yıl oldu.

 

Ama bu kavgaya daha doyamayanların olduğu görülüyor. Türkiye’nin bir ucunda, Siirt’in Kurtalan Anadolu Lisesi’nde Fersende Karataş isimli müdür, bir elinde mezura, diğer elinde makas, kız öğrencilerin etek ve pantalon boyu ile saç uzunluklarının peşine düşmüş.

 

Yardımcısı Melek Misal Ceylan da bu ulvi eğitim hizmetinde hocayı yalnız bırakmamış.

Ders zamanında bir odaya çekilen öğrencilere yapılanlar “ölçüm” işleminden ibret değil; psikolojik şiddet, hakaret, aşağılama ve rencide etme de bu çalışmaya eşlik ediyor. Eğitim dışı bu uygulamaya biraz itiraz edip hak ve hukukunu savunmaya yeltenenler ise iyice örseleniyor.

 

Olayı yakından takip eden bir gazetecinin durumu hem kamuoyuna duyurması, hem de Milli Eğitim Bakanı’nı haberdar etmesi üzerine, Siirt Valiliği inceleme ve soruşturma başlatıldığını açıkladı.

 

Selâm düşkünü belediye başkan yardımcısı

 

Kibirli, egosu tavan yapmış ve işgüzar yöneticilere yalnızca devlet kurumlarında rastlamıyoruz. Yerel yönetimlerde de yeterince olduğu görülüyor. İstanbul Güngören Belediyesini son seçimde de AK Parti aldı. Ne yazık ki bu belediye yaptığı hizmetlerin yüksek kalitesiyle değil, bir personele reva görülen inanılmaz bir davranışla kamuoyunun gündemine girdi.

 

Belediye Başkan Yardımcısı Veysel İpekçi, aynı belediyede şoför olarak görev yapan bir çalışana, kendisini görünce ayağa kalkıp selâm vermediği gerekçesiyle, bütün gün tuvalet önünde bir sandalyede oturma ve kendisi oraya gidip geldikçe ayağa kalkarak selâm verme cezası veriyor.

 

Olayın görüntüleri sosyal medyaya yansıyıp tepkiler oluşunca da Belediye Başkanı Bünyamin Demir, başkan yardımcısının istifasını alıp basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruyor; belediye çalışanları ve ilçe halkından özür diliyor.  

 

AK Parti merkez yönetimi de bu ağır hukuk ve insan hakları ihlâlini ve aşağılayıcı tavrı kınayıp üzüntülerini belirtiyor ve söz konusu kişinin belediye meclisinden de istifa etmesi gerektiğinde ısrar ediyor.

 

Sanki tarikat ve cemaatlerden sorumlu?

 

Son örneğimiz ise, 2018 yazında yaşanan ve kamu görevlilerinin bulundukları konumu en az diğerleri kadar tartışmalı hale getiren bir husus.

 

İstanbul Belediyesi’nin bir çalışanı olan Nuri Başkapan isimli bir yurttaş, devlette istihdam bakımından son dönemlerin en gözde tarikatı olduğu ileri sürülen Menzil Tarikatının yayınlarında yer alan bazı noktaları facebook hesabında eleştiri konusu yapıyor.

 

Ancak bu eleştirilere tepki Sivas’tan ve umulmadık bir yerden geliyor. Sivas Emniyet Müdürlüğü’nde görevli bir polis komiserinden.

 

Polisimizin yurttaşa davranışta hukuka uygunluk ve saygı kriterleri bakımından dünya sıralamasında yıllardır yüz ağartan bir yerde olmadığını biliyoruz.

 

Komiser Ahmet Aker, tanımadığı ve İstanbul’da yaşayan bir kişiden gelen Menzil Tarikatının yayınlarına yönelik eleştirileri nedense üzerine alıyor. Basın ve ahlâk yasaları gereği buraya alamayacağımız ama sıkça tanık olduğumuz küfür ve hakaretleri art arda sıralıyor.

 

Ama Ahmet komiser orada da durmuyor. “Azrailin olur, canını alırım” diyerek Nuri Başkapan’ı ölümle tehdit ediyor. “… Bu günkü durumu fırsat bilip tarikat ve cemaatlere saldıranların hiç birinde iyi niyet aramam. Kimin ne maksadı varsa ortaya çıkarmasını da, gereğini yapmasını da bilirim” demeyi de ihmal etmiyor.

 

Olay Sivas’ta mahkemeye taşınıyor ve geçtiğimiz günlerde karara bağlanıyor. Tehditten suçlu bulunan komiser altı ay hapse mahkum ediliyor. Cezayı beş aya düşüren mahkeme hüküm açıklanmasını ise erteliyor.

 

Elbette yukarıdakilere benzer birçok olayda idare ve yargı devreye girip sorumlulardan hesap soruyor — ama yeterli olmadığı da ortada. Yurttaşları eğitilmeleri ve hizaya sokulmaları gereken kullar olarak görme tavrı her yerde kendini gösteriyor.

 

Kamu yetkilileri ve görevlilerinin, bütün yurttaşların aynı hukuka tabi, eşit hak ve özgürlüklere sahip kişiler olduklarını kabullenmelerini sağlayacak kapsamlı bir zihniyet reformuna ihtiyaç var.

 

- Advertisment -