Bir ocak günüydü, İstanbul’da sıradan bir mesai günü bitmek üzereyken polis telsizinden “Kumkapı’da bir işhanında yangın çıktığı” anonsu geçti. Sultanahmet Adliyesi’nin hemen yanında bulunan bir kahvede arkadaşlarla akşam çayı içerken duydum telsizden geçen anonsu. Akşam piyangosu da bu olmalı diye geçirdim içimden. Yangın çıkan yerin adresi bulunduğum yere çok yakındı. İşhanına doğru hızlı adımlarla yürürken, tarihin en büyük ‘çocuk işçi’ katliamlarından birine tanıklık edeceğimin farkında değildim. İnşallah yangın söndürülür, ölü yaralı olmaz ben de gazeteye gidip haber yazmak zorunda kalmam diye düşünüyordum. Bu en az üç saatlik zaman demekti…
Bu düşüncelerle yangının çıktığı Balipaşa Yokuşu’nda bulunan Nadir Han’a vardım. Yangın, dört katlı bir binanın 2. katında bulunan tekstil atölyesinde çıkmıştı. Trikotaj, derici, iplikçi ve plastik atölyelerinin bulunduğu handa çoğu çocuk yaştaki işçiler çalışıyordu. Yangının çıktığı 2. katın üst katında olan işçiler, terasa doğru koştular can havliyle. Terasa çıkan demir kapının üzerinde ise kocaman bir kulp vardı. Kilitliydi kapı. Çocuk yaştaki 17 işçi işte bu kapının önünde birbirine sarılı halde bulundular. Hiçbirinin üzerinde yanık izi yoktu. Zehirlenerek can verdi çocuk işçiler orada… 17 çocuğun hayatına neden olan kapının kilitlenmesinin gerekçesi ise basitti. İşçiler, terasa çıkıp arazi olmasın diye kilitlenmişti o kapı. İş zamanından çalınmasın diye kilitledikleri kapıyla işçi çocukların hayatını çalmışlardı sonsuza değin…
Ertesi gün 17 tabut, Sultanahmet Camii’nin avlusuna dizildi. Tabutları çekebilmek için bir arkadaşımla birlikte caminin kubbesine çıktık. Çocukların tabutlardaki cansız bedenleri caminin avlusuna zor sığmıştı. Bu anlattığım hikâye 90 yılının ocak ayında oldu. O zamanlar genç bir gazeteciydim, çocuklar ölüyordu büyüklerin kararlarıyla. Aradan 26 yıl geçti. Yine çocuklar ölüyor, onları korumak adına büyüklerin aldığı kararlarla.
Adana’nın Aladağ İlçesi’nde 11’i çocuk 12 kişinin öldüğü yangın bana işte bu 26 yıl önce yaşananları hatırlattı. Çok şeyler değişmiyor memlekette bazı konularda. 17 işçinin ölümünden sonra yaşanan tartışmaların benzerini yaşıyoruz bugünlerde. Çocukları en azından kendi yaşlarına gelene kadar yaşatamayan büyükler; bağırarak konuşuyor ölen çocuklar üzerinden. Bir çeşit vicdan aklama yaşanacak bu bağırtılarda. Kimse sormayacak gerçekten kendine, çocukların bu kadar kolay öldüğü, ölebildiği bir yerde biz niye yaşlanıyoruz diye…
İşçiler terasa kaçıp arazi olmasın diye kilitlenen kapıdan, kız çocukları yurttan kaçmasın diye yangın merdivenine çıkan kapının kollarının sökülmesine… Aslına bakarsan ikisi de çocukları korumak için alınmış bu kararların. Birincisinde, işçiler terasa çıkıp haytalık yapmasın, işi iyi öğrensin, diğerinde ise çocuklar yurttan kaçıp başına bela almasın diyedir. Bu ülkede büyükler çocuklar için hep iyi şeyler düşünür. İyi şeyler düşündükleri için de ‘bazı çocuklar’ büyümeden göçüp giderler… Büyüyüp de ne olacak ki, bir de dünyanın kahrını çekmek var dimi? Ayrıca çocukları kötülüklerden korumak, canlarını almaktan daha zordur. Yurttan kaçıp, ‘kötü’ olacaklarına kanatsız melekler olarak göçüp gitsinler daha iyi. Öyle uygun gördü büyükler!
Olayın bir de yangın merdiveni, yangında can kaybını en aza indirgeme mevzusu var ki tam bir Trabzon, Uzungöl fıkrası gibi… Uzungöl de yapılan iki katlı ahşap yapının birine bir girişimci ahşap yangın merdiveni yapınca bayağı bir gürültü kopardı. Televizyonlar, gazeteler bol miktarda haber yaptı. Oradaki diğer girişimciler, ‘tanıtım şahane’ diyerek iki katlı otellerine, pansiyonlarına ahşap yangın merdivenler yaptılar. Tabii bu durum bayağı bir alay mevzusu oldu başka yerlerde. İyi de tanıtım için böyle bir yola başvuran insanların yaptıkları pansiyonlar en fazla iki katlı, bilemedin üç… Binaların bahçesi toprak, olası bir yangında atlarsın toprağa, can kaybı yaşanmaz. Bu duruma alay eden insanlar öncelikle çalıştıkları yerlere bakmalı.
Mevzuatlar tartışılıyor ama bu konuda bir sorun yok ki. Asıl sorun insana belki de bir kez lazım olacak o mevzuatın uygulanıp uygulanmamasında. Çok fazla sayıda insanın çalıştığı modern plazaların, işyerlerinin yangın çıkış yerlerinde bulunan kapılar ne hikmetse kapalıdır. Kapının anahtarları genelde bir ya da birkaç kişide bulunur ki, o kişiler yangın anında ne hikmetse ortada olmaz ve biz böyle bir facia yaşadığımızda tekrar başa sararız.
Eski işyerimde 500’den fazla insanın bulunduğu binada, ki büyük bir binaydı. Bir gün yangın merdiveni test etmek istedim. Binanın dördüncü katında çalışıyorduk. Yangın merdiveninden aşağı zemine indim. İndiğim yerin bir çıkışı yoktu. Yan binaların duvarlarıyla çevriliydi. Tek kaçış yolu olan ise karşıki lokantanın üç metreye varan duvarıydı. Yangından kaçanlar kurtulmak için o duvardan atlamak zorundaydı. Türkiye’de birçok binanın iskanı, ruhsatı alınırken katı kurallar devreye girer. Belediyeler bin dereden su getirir haklı olarak. Sonra ruhsat alınır. İşletmeciler, bina sahipleri kafalarına göre bozup yeniden yaparlar. Orada çalışanlara ise sadece ve sadece yangın çıkmasın diye dua etmek kalır. Genel olarak yapılan da bu zaten. Dileğim; umarım bir daha böyle facialar olmaz, aynı tekrarı yaşamak zorunda kalmayız. Bazı şeyler de değişsin artık…