Kemal Kılıçdaroğlu, haftasonu uzun süredir Türkiye’de bir siyasetçiden duymadığımız etkileyici bir konuşma yaptı.
Erdoğan’ın açılım günleri yaptığı konuşmalara, Dersim Katliamı için yaptığı özür konuşmasına benziyordu.
Ama karşımızda bu kez başkalarının hatalarını sayıp döken bir siyasetçi yoktu.
Bizzat kendisi ve partisinin yaptığı yanlışlar için samimiyetle helalleşmek isteyen, herkese helalleşmeyi ve yeni bir başlangıç yapmayı öneren kamil bir insan vardı.
Konuşmayı henüz izlemeyenler, ana akım medyayı takip ettiği için izleyemeyecekler, hapishanelerde oldukları için göremeyecekler için buraya da koyalım:
“Sevgili halkım merhaba.
Güzel bir cumartesi gününde evime hoş geldiniz.
Uzun süredir düşündüğüm bir konuyu, sizlerle samimi bir şekilde konuşmak istiyorum. Hepinizin artık malumu, önemli bir değişim kapıda. İktidar değişiyor.
Ancak iktidarlar hep değişti ama bu ülkenin makus talihi hiç değişmedi. İşte bu yüzden, hayatımın bu aşamasında iktidara gelmekten çok daha önemli bir vizyonum var. Bu ülkenin, bu makus talihini değiştirmek istiyorum.
Evet, gitmekte olan bir iktidar var. Korkunç bir enkaz bırakarak gidiyorlar. Malum, demokrasiyi yok ettiler. Devletin kurumlarını yok ettiler. Halkı sefalete sürüklediler.
Peki bu olandan sonra sadece iktidarı değiştirmek yetecek mi bize? İktidarlar değiştikçe neden bu ülke gerçek bir demokrasiden ve müreffeh bir toplumdan sürekli uzaklaşır?
Bakın açık konuşacağım. Sadece AK Parti iktidarından bahsetmiyorum. Biz dahil geçmişte tüm iktidarlardan bahsediyorum. Neden bu devleti her gelen iktidar sürekli yıpratıyor?
Bunun önemli bir nedeni var. Ülkemiz yaralı insanların ülkesi. Farklı topluluklar çok farklı yaralar taşıyor. O kadar ağır yaralarımız var ki ruhlarımız acı çekiyor. O kadar incinmişiz ki hiçbirimiz geleceğe bakamıyor. Geçmişe takılı kaldık. Her iktidara gelen de bu yaraları kullandı, istismar etti, derinleştirdi. Tarihimizde de bunu en çok AK Parti hükümetleri yaptı. İnsanları birbirine düşürdü. Nefreti körükledi.
Halkımız kavga ettikçe bir grup insan zenginleştikçe zenginleşti. Bunun hesabını da verecekler tabii ki. Ancak Kemal Kılıçdaroğlu olarak bana sadece iktidarı devralmak yetmiyor. Ben ülkeme bir miras bırakmak istiyorum. Ben bu ülkenin artık huzura kavuşmasını ve önüne bakabilmesini istiyorum. Ben bundan sonraki 100 iktidarın da bu ülkeye ve insanına iyi gelmesini istiyorum.
Özetle sevgili halkım, ülkemizin iktidarlardan çok şifaya ihtiyacı var. Geçmişten gelen küskünlüklere ve öfkeye bağlı kalmaya devam edersek ülkemiz bu felaketleri gelecekte de yaşamaya mahkûm olacak. Sevgili halkım düşündüğümüzden daha güçlüyüz biz, düşündüğümüzden çok daha cesuruz biz.
Geçmişin arabalarıyla hiçbir yere gidemeyeceğimizi artık biliyoruz. Onun için artık helalleşme zamanıdır. Ne pahasına olursa olsun, toplumsal ilişkilerimizi güçlendirmek ve yaralarımızı iyileştirmek için geçmişte yapılan hataların sorumluluğunu almayı ve bunlar için birbirimizden helallik istemeyi bilmeliyiz.
Benim liderliğini yaptığım partinin de geçmişte yarattığı derin yaralar vardır. Uzun süredir de önce bu yaraları yaratan o sistemi değiştirmekle uğraştım. Şimdi ise dışarıya dönme zamanı. Ben bu yaraların kapanması için helallik isteme, helalleşme yolculuğuna çıkıyorum.
Geçmişte kırdığımız, korkuttuğumuz topluluklarla, bireylerle, farklı hayat tarzlarının temsilcileriyle buluşmalarıma başlayacağım.
Ben ömrümde, bu ülkede nefreti ve sevgiyi bolca gördüm. Ve sevgi hep daha güçlü oldu. Artık sevgiye bu savaşı kazandırma zamanı.
Affetmeyi ve affedilmeyi kucaklayarak, helallik istemeyi ve vermeyi başarmalıyız. Hep birlikte umuda, barışa ve sevince yürümek ancak birbirimizin yaralarını sararak mümkün olacak.
Biraz uzun sürdü konuşmam, biliyorum. Kusuruma bakmayın lütfen. Mevlana’nın bir sözüyle bitireyim bari:
“Dün de birlikte gitti cancağızım ne varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Pek çok satırının altı çizilecek çok önemli tespitler var bu konuşmada.
Kemal Bey “Peki bu olandan sonra sadece iktidarı değiştirmek yetecek mi bize? İktidarlar değiştikçe neden bu ülke gerçek bir demokrasiden ve müreffeh bir toplumdan sürekli uzaklaşır? Bakın açık konuşacağım. Sadece AK Parti iktidarından bahsetmiyorum. Biz dahil geçmişte tüm iktidarlardan bahsediyorum” diyerek sorunun iktidar değişikliğinden çok bir zihniyet değişikliği sorunu olduğunu söylüyor.
Şu cümlelerden mutlak hakikatinin doğruluğundan şüphe etmeyen, iktidara gelmekten de o mutlak hakikati ülkeye dayatmayı anlayanların rahatsız olması çok normal:
“O kadar ağır yaralarımız var ki ruhlarımız acı çekiyor. O kadar incinmişiz ki hiçbirimiz geleceğe bakamıyor. Geçmişe takılı kaldık.
Özetle sevgili halkım, ülkemizin iktidarlardan çok şifaya ihtiyacı var. Geçmişten gelen küskünlüklere ve öfkeye bağlı kalmaya devam edersek ülkemiz bu felaketleri gelecekte de yaşamaya mahkûm olacak.”
Nitekim beklendiği gibi oldu ve bu onarıcı, yeni bir başlangıç için kurucu sözler, her iki kesimin şahinlerinin de hiç hoşuna gitmedi.
Bazı AK Partililer Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü yasakçılığı günlerindeki bazı konuşmalarını, Anayasa Mahkemesi’ne başvurularını hatırlattılar.
Bir zamanlar Erdoğan’a da bazı fanatik laikler, demokrasi, AB reformları, “değiştim” derken sürekli 80’ler, 90’lardaki eski bantlarını hatırlatır, bu değişime kredi açanların önüne genç Erdoğan’ın “demokrasinin hedefe götüren tramvay olduğunu” söylediği sözleri çıkarırlardı.
Şimdi benzer “samimi değil”, “sizi kandırıyor”, “takiyye yapıyor” argümanları Kılıçdaroğlu için kullanılıyor.
Bazı AK Parti sözcüleri biraz daha ileri gidip Kılıçdaroğlu’nun önce Baykal’dan helallik alması gerektiğini, CHP’yi Atatürk’ün partisi olmaktan uzaklaştırdığını dahi söylediler.
Bir zamanlar Baykal’ın CHP’sini “yasakçı”, “statükocu” bulanların depreşen bu eski CHP özleminin nedeni, yeni CHP’nin seçimlerde AK Parti’nin işine gelmemesi. Ama her yerde davadan bahsedenlerin MHP’ye, Perinçek’e bile açtıkları krediyi Kılıçdaroğlu’na açmamaları, kısa vadeli siyasi çıkarları için Türkiye’deki dindarların orta ve uzun vadedeki ali çıkarlarını nasıl harcayabildiklerini de gösteriyor.
Ama Kılıçdaroğlu’nun helalleşme çağrısına esas yoğun tepki ulusalcı ve sol çevrelerden geldi.
Kılıçdaroğlu’nun helalleşmesi bir tür teslimiyetçilik, İslamcılara prim vermek olarak görüldü, helalleşme değil rövanş isteyenler, Türkiye tarihindeki acı olayları hatırlatıp esas dindarların laiklerden helallik istemesi gerektiğini söylediler.
CHP’ye yakın bazı kanaat önderleri bir süredir anket sonuçlarıyla erken iktidar hastalığına yakalanmış görünüyor.
İktidarla ilgili onları en çok heyecanlandıranın onarmak ve inşa etmekten çok, tasfiye ve hesaplaşmak.
Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet ile yaşıt CHP’nin tarihteki hataları yüzünden eli bir türlü bu partiye gitmeyen kesimleri ikna etmeden iktidarın gelmeyeceğini görüyor.
2018 Cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 30’dan yukarı çıkmayan oyların, iki yıl önceki yerel seçimlerde nasıl yüzde 50’yi aştığı net biçimde ortada olmasına rağmen, bazıları bu gerçekle bir türlü barışamamış görünüyor.
CHP hala uzun yıllardır yüzde 25’i geçemeyen, ülkenin çeşitli bölgelerinde oy oranı yüzde 10’un altında olan bir parti.
Bunun sebebi de tarihin yükleri.
Bu yükler yüzünden muhafazakarlar ve Kürtlerin eli CHP’ye gitmiyor.
2001’de kurulurken AK Parti de Refah Partisi’nin devamı olmadığını göstermek için benzer mesajlar vermiş, Erdoğan“Milli Görüş gömleğini çıkardık” gibi Türkiye siyasetinde örneği az olan bir özeleştiri yapmıştı.
Bu sayede tarihte en çok yüzde 21 oy almış Milli Görüş’ten çıkmış bir siyasi hareket yüzde 34’le Türkiye siyasetine giriş yaptı, iktidarı sırasındaki benzer açılımlarla oy oranını yüzde 50’ye kadar çıkarmayı başardı.
Kemal Bey de CHP’yi bu prangalarından kurtarmak istiyor.
Bir parti liderinin oy alamadığı kesimlere helalleşme çağrısı yapmasından rahatsızlık duyanların hem matematikten hem de siyasetten anlamadıkları açık.
Halbuki bu kesimlerin oyuna ihtiyaç duyan, onları ikna etmek zorunda olan parti CHP. Tabii ki bu yüzden kendini daha iyi anlatması, helallik istemesi gereken parti de CHP.
AK Parti gibi muhafazakar bir parti bile 2011’de Alevilere açılımlar yaptı, Dersim Katliamı için devlet adına özür diledi. Belki sonunda Alevilerden destek alamadı ama bunu denedi. Çözüm süreci ve Kürt açılımları sorunu çözmek istemek kadar, Kürtlerden oy almak, onların desteğini kazanmak için atılmış adımlardı.
Zaten demokrasiye bu yüzden uzlaşma rejimi deniyor.
İkna edilmesi ve oyunun alınması gereken kitlelere düşmanlık gütmek, onlara karşı tarihsel hınç hissi duymak demokratik siyasetin temel mantığına aykırı.
Kılıçdaroğlu’nun bu çağrısına bile gönlü el vermeyenlerin gönlünün demokratik siyasette değil, mutlak hakikatlerini iktidar yapmakta olduğu anlaşılıyor. Metin Karabaşoğlu’nun dediği gibi “Türkiye’de otoriter zihniyetle mücadele edilmiyor, ‘bizden’ olmayan otoriter zihniyetle mücadele ediliyor.”
Kılıçdaroğlu, gerçek liderlerin yapması gerektiği gibi kendi tabanının önünde yürüyor. İmamoğlu ve Yavaş’ı aday yaparken yaptığı gibi yine risk alıyor.
Belki, ezber bozmak için çıkacağı helalleşme yolculuğuna beklenmedik adreslerden başlayabilir.
İlk ziyaretlerinden birini hazır Varlık Vergisi gündemdeyken Yahudi, Ermeni, Rum cemaatlerinin liderlerine yapabilir.
Eski Agos binasındaki Hrant Dink Müzesi’ni mutlaka gezmesini öneririm.
Belki ikinci ziyaretini memleketine yapabilir.
Kılıçdaroğlu, Dersim Katliamı konusunda Türkiye’deki en iyi arşivlerden birine sahip. Eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil’in Dersim’de mağaralarda insanların nasıl fareler gibi zehirlendiğini anlattığı röportajını bizzat Kılıçdaroğlu yapmıştı. Belki 16 Kasım’da oğlundan sonra idam edilen Seyit Rıza’nın Dersim’deki heykeline bir karanfil bırakabilir.
Sonra yıllarca Kürt meselesi için mücadele etmiş İsmail Beşikçi’yle buluşabilir. Türkiye’nin ilk Kürtçe yayınevi Avesta Yayınları’na gidip raflardaki kitapları inceleyebilir.
Diyarbakır Keçi Burcu’ndaki Hafıza Odası sergisini gezebilir.
Ardından Türkiye tarihinin en açık ve yaygın ayrımcılığı olan başörtüsü yasakları için yıllarca bu yasaklarla mücadele etmiş AKDER, Özgür-Der, Mazlumder, İHH, ÖNDER gibi derneklerin kapısını çalabilir.
Ali Bardakoğlu, Mehmet Görmez, Muhammed Emin Yıldırım, Atasay Müftüoğlu, İsmail Kara, Ahmet Taşgetiren gibi İslami kesimin önde gelen entelektüel ve alimleriyle görüşebilir.
Üniversiteleri kapatılan Bilim ve Sanat Vakfı’na uğrayabilir. İSAM Kütüphanesi’ne gidip kitapları karıştırabilir.
Belki 2007’de Çankaya’ya çıkmasınlar diye milyonların sokaklara döküldüğü, CHP’nin başvurusuyla Anayasa Mahkemesi’nin tarihinin en rezil kararlarından 367 kararını verdiği, Genelkurmay’ın muhtıra yayınlandığı Abdullah Gül ve Hayrunnisa Gül çiftiyle de kameralara poz verir.
Bir ara başörtüsü yüzünden Meclis’ten “dışarı dışarı” diye kovulan Merve Kavakçı’yı da telefonla arayabilir. Hatta hemen ardından benzer bir akıbete uğramış Leyla Zana’yı arayıp hatırını sorabilir.
Karagümrük’e gidip Cerrahi dergahını, oradan çıkıp Karacaahmet Cemevi’ni ziyaret edebilir.
Ayşe Buğra ile, Ahmet Altan’la, Başak Demirtaş ile, Alparslan Kuytul’la görüşebilir. Orhan Pamuk’a telefon açabilir.
Merak etmeyin, bizim kültürümüzde helalleşmek için el uzatana önce “helal olsun” denir, sonra da “sen de hakkını helal et.”
Helalleşmek kimseyi küçültmez, aksine büyütür. Helalleşmek kimseyi haklı yapmaz, konuşmayı, diyaloğu başlatır.
Bu zorlu yolculukta Kemal Bey’e iyi şanslar, yolu açık olsun.