Ana SayfaYazarlarKıbrıs’ta alçak uçuşlar ve Türkiye’nin “yumuşak gücü”

Kıbrıs’ta alçak uçuşlar ve Türkiye’nin “yumuşak gücü”

 

15 Temmuz 2016 akşamı, yani tam da darbenin başlangıç saatinde Kıbrıs’tan Türkiye’ye dönüyordum.  İstanbul Atatürk’e inip alandan ayrıldıktan üç beş dakika sonra havalimanı kapanmıştı. Darbecilerin o meşhur bildirisi televizyonda okununca,  memleketin alçakça bir saldırı karşında kaldığını anladık. Kuşkusuz darbenin en dehşet anları, uçakların sivil insanları ve Meclisi bombalamasıydı. Savaş uçaklarının yerleşim yerleri üzerinden alçak uçuş yapması ve pencerelerin zangır zangır titremesi, darbe gecesinin en korkunç anlarını hafızalarımıza işlemişti.

 

Bu yıl yine tam 15 Temmuz günü Kıbrıs’a gittim. Ertesi gün, Girne Belediye Plajı’na giderken birden büyük bir gürültü ile irkildim. Kafamı kaldırıp göğe bakınca, oldukça alçaktan uçan Türk savaş jetlerini gördüm. Aman Allahım ne gürültü! Uçaklar öylesine alçaktan uçuyor ki, şimdi bir ağaca veya apartımana çarpacaklar sanırsınız. Korkmamak, ürkmemek elde değil.  En son 15 Temmuz darbe gecesinde böyle görüntülere tanıklık etmiştim. Acaba neler oluyor diye düşünürken,  biraz sonra bu uçuşların, 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı anmaları çerçevesinde düzenlenen kutlamaların bir parçası olduğunu anladım.  Uçaklar birkaç tur attıktan sonra, sonunda iki uçak yukarıdan aşağıya doğru müthiş bir akrobatik hareketle, havada kalp şekli çizip gösteriye son verdi. Havada uçuş izi ile kalp şekli çizmek güzel bir hareket;  kendi kendime “eminim Kıbrıslılar da sevinip duygulanmıştır” dedim.

 

İnsanın ödünü patlatırcasına bu alçak uçuşları yapmanın bir gereği var mı diye düşünerek plaja indim. Tam oturduğum yerde, 10-12 yaşlarındaki bir kız çocuğu elini kalbinin üzerine koyarak yanı başındaki büyük annesine, “Anneanne, kalbim duracak diye çok korktum” dedi. Kız aynı cümleyi bir kaç dakika içinde tekrar tekrar söyledi. Yüzüne baktım, sapsarıydı. Çok korkmuş olduğu her halinden belliydi. Akşam,  yıllardır tanıdığım Kıbrıslı asker emeklisi bir dostum şu sözleri, o güzelim Kıbrıs şivesiyle sarfetti: “Be kardeşim, olur mu hiç böyle gösteri! Bunun çocuğu var, hastası var, uykuda olanı var. Savaş uçaklarıyla bir kentin üzerinde böylesine alçak uçuşlar yapılır mı? Hoca ne olur, şundan bir söz ediverin. Belki Ankara’da duyulur ve bir daha böyle gösteriler yapılmaz.”

 

Birkaç yıl Kıbrıs’ta çalışmış biri olarak, pek çok kimseden şu eleştiriyi duyduğumu anlatmak durumundayım: “Tamam bizi Rum’un zulmünden kurtardınız. Allah razı olsun. Ama yeter, bırakın biraz da biz kendi kendimizi yönetelim. Her seferinde bizleri böyle rencide etmenin bir anlamı var mı?” Bu türden eleştirileri biraz daha ileri götürüp şunu diyene de rastladım: “Kardeş, bizim için Rum da, Türk de birdir.”  Yine bir gün, daha önce Türkiye’de bakanlık da yapmış bir profesör ağabeyimiz ile Kıbrıslı hanım bir meslektaşımız arasında ufak bir tartışma yaşanınca, Kıbrıslı hanım profesör kükreyerek, “Bana bak, benim ülkemde bana zenci muamelesi yapamazsınız” dedi.  Burada küçük bir parantez açarak şu belirlemeyi yapmak durumundayım: En milliyetçi Kıbrıslı Türk bile Türkiye’ye bağlanmak istemiyor. Onlar kendi kendilerini yönetmek istiyor.

 

Kıbrıs’taki askerî tatbikatlar

 

Kuşkusuz Türkiye, Kıbrıs’ta veya başka bir yerdeki gösteri veya tatbikatı, sahip olduğu gücü ve kararlılığı sergilemek amacıyla yapar.  Usulüne göre ve abartılmadan yapılınca bunda yadırganacak bir şey yok, zira aşağı yukarı bütün devletler aynı şeyleri yapar; diğer bir deyimle, sahip oldukları gücü göstermek isterler. Peki, “güç” nedir ve neden devletler ille de “güçlerini”  dosta-düşmana göstermek isterler?

 

“Güç” kavramı uluslararası ilişkilerde en çok kullanılan ve en çok başvurulan anahtar kavramların başında gelir. Pek çok siyaset bilimci kendince “gücü”  tanımlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. En genel anlamıyla güç, bir ülkenin sahip olduğu askeri, siyasi ve ekonomik kapasitelerin tamamından oluşur. Coğrafya, doğal kaynaklar, nüfus, nitelikli iş gücü ve endüstriyel kapasite, gücün maddi unsurları arasında yer alırlar.  Örneğin Hans J. Morgenthau’ya göre  “Güç, insanın insan üzerinde denetim kurmasını ve devam ettirmesini sağlayacak olan her şeyi kapsayabilir.” Morgenthau gücü sadece fiziksel şiddet (potansiyeli) olarak görmez, zira  “güç, insanın başka bir insanın aklını ve düşüncesini kontrol etmesini sağlayan en görünmez psikolojik bağıntılara kadar her şeyi kapsar.” Morgenthau’ya göre  zaten uluslararası politika da devletler arasındaki güç mücadelesinden başka bir şey değildir.

 

Harvard ve Kennedy School’dan Joseph Nye, 1990’larda güç meselesini biraz daha farklı bir yaklaşımla ele alarak, literatüre “yumuşak güç” ve “sert güç” kavramlarını eklemiş oldu.  Nye gücü, herkesin üzerinde konuştuğu, ancak pek az kimsenin işleyiş mantığından haberdar olduğu hava durumuna benzetir. Bu bağlamda Nye yumuşak gücü,  “[İ]stenen sonuçlara varabilmek için başkasının ya da başkalarının davranışlarına etki edebilme yeteneği” olarak tanımlar. “Yumuşak güç” olgusunda, zorlamak, fiziki güç kullanmak ve/ya farklı yaptırımlara başvurmak gibi unsurlar yoktur.  Yumuşak güçte, zorlama veya cezalandırmadan ziyade, “cazibe” veya “çekicilik”le istediğini yaptırabilmek esastır.Sert güç” olgusunda bir ülkenin sahip olduğu askeri ve ekonomik kapasite öne çıkarken, yumuşak güçte ülkenin kültürü, siyasi değerleri ve izlediği politikaların cazibesi ön plandadır. Şayet bir ülkenin izlediği politikalar diğer ülkeler tarafından meşru görülüyor, amaç ve değerleri diğer ülkeler tarafından benimseniyorsa, o ülkenin “sert gücünü” kullanmasına da gerek kalmıyor. Yumuşak güçte ikna ve cazibe merkezi olma önemlidir. Kısacası, yumuşak güce sahip olan ülkeler, öyle mahalle kabadayıları gibi nara atmaz, istedikleri politikaları “efendi efendi” hayata geçir(t)irler.

 

Gücün caydırıcılık boyutuna dikkat çeken Edward Hallett Carr da askeri gücün öneminin,  son çare olarak başvurulmasından kaynaklandığını dile getirir. Kenneth N. Waltz’a göre, bir devletin veya uluslararası aktörün sahip olduğu veya kontrol ettiği kaynaklar, gücü tanımlayamaz; ancak gücün tanımı açısından sadece araçsal bir rol oynar. Waltz gücü, “bir devletin birleştirilmiş yetenekleri” şeklinde tanımlar.

 

Türkiye’nin gerek Kıbrıs meselesinin barışçıl çözümü, gerekse Kıbrıs’taki toplumun kendi kendisini yönetmesi açısından, özellikle bu saatten sonra sorunları “sert gücü”yle çözüme kavuşturması mümkün değil. Türkiye,  özellikle Kıbrıs ve Kürt meselesinin çözümünde “yumuşak gücüne” güvenmeli ve bir an önce yumuşak gücünü harekete geçirebilmelidir. Zira Girne üzerinde alçak uçuşlar, Rumlar açısından “caydırıcılık” bir yana, oradaki Türk toplumunu bile memnun etmemekte.

 

 

- Advertisment -