Yaprak kıpırdamıyor sözü Türkiye’nin bunaltıcı yazı için söylenebilir ama siyaseti için söylenemez.
1923-1950 arasındaki yarışmasız 27 yıllık CHP tek parti iktidarında yapraklar 1946’dan sonra kıpırdamaya başlamıştı.
22 yıllık AK Parti tek parti iktidarında da yapraklar 31 Mart 2024 seçimlerinden bu yana kıpırdıyor.
İtibarlı anketlere göre 22 yıl sonra ilk kez AK Parti, CHP’nin ardından ikinci parti konumunda.
1946’daki sahte seçim zaferinden sonra CHP, iktidarın gitmekte olduğunu anlayarak demokratik açılımlar yapmış, serbest seçimi garanti eden adımlar atmış, NATO üyeliği için uğraşmış, dış yardımlarla ekonomiyi toparlamaya çalışmış, sağa, dindarlara, Kürtlere, Alevilere, azınlıklara açılmaya çalışmış, Recep Peker gibi şahin isimler tasfiye edilmiş, Milli Şef İnönü, ilahiyat kökenli Şemsettin Günaltay’ı başbakan yapmış, bazı türbeler, imam hatip liseleri açılmıştı.
Ama bütün bunlar 1950’deki akıbeti değiştirmemişti.
Şimdilik AK Parti iktidarından 2028’e doğru mevcut durumu ters yüz etmek için CHP’yle diyalog, ekonomide eski Ortodoks politikalara dönüş, kemer sıkma, dış politikada değişim dışında iç siyasetteki atmosferi değiştirecek bir açılım, radikal bir adım gelmedi.
27 yıllık ideolojik bir tek parti diktatörlüğünün gösterdiği esnekliği, 22 yıllık demokratik meşruiyete sahip, seçim kazanarak iktidarını korumuş pragmatik bir iktidarın gösterip gösteremeyeceği hala belirsiz.
Ama havadaki değişim rüzgarları yaprakları şimdiden kıpırdatmaya başladı.
Hatta yeşil sahalarda bile…
Geçen hafta Ankara’da yapılan Türkiye Futbol Federasyonu genel kurulundan kimsenin beklemediği sürpriz bir sonuç çıktı.
Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) Olağan Mali ve Seçimli Genel Kurul Toplantısı’nda, adaylığını açıklayan ama sonra “baskılar üzerine” geri çektiği iddia edilen Rizeli işadamı Servet Yardımcı’dan sonra mevcut başkan Mehmet Büyükekşi ile eski Trabzonspor Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu yarıştı.
Ve iktidarın desteklediği açık olan Büyükekşi, beş oy farkla kaybetti.
İlk bakışta aşırı heyecana kapılanlar, bunu Türkiye’deki değişimin habercisi olarak görenler Hacıosmanoğlu’nun Cumhurbaşkanı’na tam bağlılığını gösteren konuşması karşısında hayalkırıklığı yaşadı ama bu tek başına bu seçimi siyaseten anlamsız yapmıyor.
Kazanan tabii ki muhalefetin adayı değildi. Ama işaret edilmemiş, desteklenmemiş adaydı.
Öyle ki iktidarla derdi olan kulüplerin hepsinin oyunu almıştı.
Mesela iktidarın adı yüzünden görmezden geldiği, Diyarbakır Valisi’nin bile tebrik etmediği Amedspor’un delegeleri seçildikten sonra ilk maçına gelmeyi vaad eden Trabzonlu başkana oyunu verdi.
Çünkü bir zamanlar çözüm süreci yapmış iktidar, Kürtlerin en büyük heyecanı haline gelmiş bir kulübün Amed adını bile aşamamıştı.
2026 Dünya Kupası’na doğru futbolu, 2015 yılında maçtaki kararlarını beğenmediği için hakem heyetini 4,5 saat statta alıkoyan bir Trabzonlu başkan yönetecek.
Kaskatı kesilmiş, dar kadrocu iktidar karşısında böyle bir profil bile değişimin adayı olmayı başardı.
Kongredeki konuşması, onun da bu siyasi fırsatın, değişim rüzgarlarının farkında olduğunu gösteriyordu.
Türkiye’nin en büyük holdinginin veliahtı Ali Koç’tan, bir ilçe kulübünün yarı mafyatik başkanına kadar, her türünden (siyaseten, ekonomik olarak ya da bilek gücüyle) güçlü figürlerden oluşan kongre delegelerini, iktidarın işaret ettiğinin tersine oy verdiren, bunu göze almalarını ya da bunun maliyetinin artık o kadar da büyük olmayacağına güvenmelerini sağlayan da değişim rüzgarlarının iktidarın karşısından esmesiydi.
Özellikle kulüp yöneticisi gibi güç peşinde koşan profiller, bu rüzgarların değişimini meteorolojik ölçüm aletleri gibi hissederler.
Zaten bütün marifetleri, yanlış zamanda yanlış tarafta, “dark side”da kalmamak, kaybedenle birlikte kaybetmemek olduğu için iktidarın kokusunu burunları herkesten iyi alır.
Sadece onlar da değil. Güçlü olanın ayakta kaldığı, zayıfın elendiği bir doğal seleksiyonun yaşandığı Ankara’daki bürokratların da bir yıllar içinde evrimle burunlarının bu hassaslığı gelişmiştir.
Onlar da iktidardaki zaafiyeti, sendelemeyi, yaklaşan iktidarın kokusunu hemen alırlar ve ona göre cesaretleri, inisiyatif kullanma kabiliyetleri gelişir.
Bunun tipik örneği de geçen aylarda Ankara’daki Yargıtay Başkanlığı seçiminde yaşanmıştı.
Yargıtay’da başkan haftalarca seçilemedi.
Sonra bir Erdoğan-Bahçeli görüşmesinin ardından bir anda MHP’ye yakın olduğu iddia edilen 3. Ceza Dairesi Başkanı çekildi.
Ve geriye iktidarın desteklediği iddia edilen mevcut Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca ile yine muhafazakar, iktidara yakın ama doğrudan işaret edilmeyen aday 3. Hukuk Dairesi Başkanı Ömer Kerkez kaldı.
Ömer Kerkez, Anayasa Mahkemesi üyesi yapılmak için 6 günlük Yargıtay üyesine oy verdirilen Yargıtay’daki iktidara fikren yakın ama tarzdan, üsluptan, yöntemlerden rahatsız hakimlerin, muhaliflerin, bağımsızların hepsinin adayı haline geliverdi.
Sonuç malum Kerkes, 193’e 103 gibi bir farkla Yargıtay Başkanı oldu.
Bundan bir yıl önce de Anayasa Mahkemesi’nde benzer mini bir isyan yaşanmıştı.
AYM başkanlığı için yapılan seçimde iktidarın desteklediği söylenen ve kazanması beklenen İrfan Fidan Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinden 5’nin oyunu alabilmiş,
Zühtü Arslan 8 oyla yeniden başkan seçilmişti. Bir gece önceki tahminler Fidan’ın seçileceği yönündeydi. En az 8 üyenin iktidarın işaretiyle ona oy vermesi bekleniyordu. Fakat beklenen olmadı. Daha yeni AYM üyesi yapılmış İrfan Fidan’ın mide kaldıran aşırı hızlı yükseltilişine iktidara yakın üyeler de dur demişti.
Bu yılki AYM başkanlık seçimine de geçen yılki seçimin gölgesi düşmüş, iktidara yakın çevre bu kez aday olarak İrfan Fidan’ı çıkarmamış ve daha merkezde bir isim sayılan yine iktidara yakın Kadir Özkaya başkan seçilmişti.
Bütün bunlar, iktidarın süper etki gücünün kırıldığını, ceketimi koysam seçilir devrinin kapandığını, işadamlarına, bürokratlara bi cesaret geldiğinin ilk işaretleri.
Şimdilik kazananlar muhalif figürler değil ama ortaya çıkan tepkiler iktidarın yanlış ve istenmeyen isimleri dayatma lüksünün artık bitmeye başladığını gösteriyor.
Yerel seçim sonuçları da bunu göstermedi mi?
Yerel seçimlerde muhalefetin başarısı ve CHP’nin hala anketlerde birinci çıkması insanların cesaretini daha da artıracaktır.
İktidarın tersine esen rüzgarların etkisini kırmasının, kalıcı olduğunu dosta düşmana göstermesinin ise iki yolu var:
Ya sert gücünü gösterecek, masaya yumruğunu vuracak. Ama bu tepkileri ve gayri memnunların sayısını daha da artırabilir.
Ya da uzlaşmaya, iknaya dönecek. Bu da Türkiye gibi ülkelerde iktidarları zayıf gösterebilir.
Değişim rüzgarları tersten esmeye başladıkça bunun önüne geçmek hiç kolay değildir.
Ama demokrasi zaten bir değişim rejimidir.
Bunaltıcı havaların çaresi rüzgardır.
Yapraklar hep kıpırdamalıdır.