Ana SayfaYazarlarKöhne teoriler, yaşadığımız tarih ve seçimler

Köhne teoriler, yaşadığımız tarih ve seçimler

 

Marksizm müktesebatından beslenmiş, sosyalist sol kimlikten gelen çevrelerin önemli bir kısmının AKP’ye muhalefetlerini temellendirirken kurdukları anlatı, bu partinin iktidarı elde etmesiyle birlikte “devletleştiği”, dönüştürücü enerjisini kaybedip ezen sınıfların yeni sözcüsü olduğu üzerineydi.

Gelinen noktada – ki bu noktanın hangi döneme karşılık geldiği de tartışmalı !- AKP hareketinden; ezilen, dışlanan sınıfların yararına; güç ilişkilerini değiştirici, devlet tabularına aykırı, demokratikleştirici hamleler beklemek anlamsızdı. Dışlanmışların, ezilenlerin, Kürtlerin, azınlıkların yeni düşmanı artık AKP’ydi… AKP bu adaletsiz halk düşmanı düzenin; devlet tabularının yeni bekçisiydi…

Taraf yıllarında, Halil Berktay, sosyalist teoriye içeriden olan derin hâkimiyetiyle, bu,“tarihin kaçınılmaz yönü”, “burjuvazinin demokratik barutunun ömrü”, “işçi sınıfının sosyalist devrime yürürken kurduğu geçici ittifaklar” başlıklarıyla konuşulabilecek sosyalistdüşünsel malzemeleri lime lime eden yazılar yazdı. Hiç birisine zerre kadar değer taşıyan, yaratıcı, inandırıcı cevaplar gelmedi. Lümpen hakaretleri aşan bir reaksiyon çıkmadı.

Olanca kaybetmişlik ve düşünsel tembellik içinde aynı çerçeveden, aynı ezberlerle ses veren çevreler var bugün de. Marksist- Leninist teorinin çökmüşlüğünü, günümüz dünyasını açıklamak imkânını taşımadığını teslim edenlerde bile, bu kadim teorik formüllerin bilinçaltı izlerine rastlamak çok kolay. Onlar, AKP’yi ezilenlerin organik sözcüsü ve jakoben otoriter devlet geleneğinden kopuş iradesi olarak kabul etmenin imkânsızlığına inanırlarken, İslam’ın demokrasiyle bağdaşmayacağından kuşku duymayan özcü Kemalistler kadar kendilerinden eminler. Gülünç olan şu ki; ne Marksizm-Leninizm kökünden uzanan solun, ne de Kemalist seküler damarın kendi iktidar tarihlerinde – ve coğrafyalarında- en küçük bir demokrasi deneyimi yok. Ezilen sınıfları ve toplumsal “ilerlemeyi” temsil ettikleri; demokrat oldukları kendi kof iddiaları. Tam tersine bu iddiayı tamamen yalanlayan bir tarihsel pratik söz konusu. Kemalist rejimi ülkemizin bir ürünü olarak yakından tanıyoruz. Marksist-Leninist pratiği ise dünya örnekleri üzerinden biliyoruz; tek bir adet, çok partili genel seçime dayanan siyasal rejim tecrübesi bulunmuyor sicilinde.

İnsanlık; “İlerleme” olarak tanımladıkları toplumsal/siyasal sistemleri, yüzyılın son çeyreğinden itibaren tasfiye ederek önünü açmaya çalışıyor. Ve gerçekten demokratik değerlerin küresel çapta, karşı konulamaz yükselişi olmasaydı bu “demokratik halk iktidarları!” tasfiye edilemeyecekti. Biz Türkiye’de, 100 yıllık devlet tabuları ve otoriter dayatmalarla bin düşünüp bir konuşmaya, askerlerin ağzının içine bakmaya devam edecektik. Sosyalist ülkeler halkları da tek parti, tek ideoloji altında yönetilmeye…

Bütün bunlar nal gibi ortada duran gerçeklerken, bugün bu çevrelerin bir blok olarak; AKP’nin diktatörlüğe yürüdüğünü, muhafazakârların ülkenin başına bela olduğunu, Kürt sorununu çözemeyeceklerini, Ermeni meselesinde resmi tezlerin dışına çıkamayacaklarını; başta demokrasi tüm bu sorunların halli için muhafazakârların iktidardan uzaklaştırılması gerektiğini; gücün seküler blokun hâkimiyetine geçmesinin tek umut olduğunu iddia etmelerinin toplumda karşılığı olabilir mi?

Koskoca tarihsel deneyimleri, bu deneyimlerin toplumun algısında, hafızasında yarattığı derin izleri; ömrünü çoktan tüketmiş, olguların çürüttüğü “teorik tezlerle” aşabilir misiniz? Kendinizin “ilerlemeyi”, “tarihin kaçınılmaz yönünü” temsil ettiğinizi; iktidarın ( Kemalistlere göre İslamcı ya da Marksistlere göre burjuva olduğu için) yapısal olarak gerici ve halka karşı olduğunu halka anlatabilir misiniz? Keyfi olarak seçtiğiniz olguları ajitasyon diliyle listeleyip,üzerinden daha bir yıl geçmemiş iki seçimde üst üste iktidarın devamına oy kullanmış toplumsal çoğunluğu “bu ülkede yaşamanın çekilmez olduğuna” inandırabilir misiniz?

Evet, bu ülkede muhafazakâr sosyolojinin eleştiri duymaya, tartışmaya ihtiyacı var. Evet, siyasal liderliğin denetime, uyarıya, diyaloga ihtiyacı var. Evet, (seküler/muhafazakâr) kültür ekseninde yarılmış sosyolojik dünyamızın köprülere ihtiyacı var. Birbirimizi duymaya, demokrasiyi tartışmaya, siyasal hayatı, sosyal ilişkileri normalleştirmeye ihtiyacımız var…

Fakat bu,“yapısalcı teoriler” ve nefret duygularıyla başarılabilecek bir şey değil.

Sanıyorum bu seçimlerin en öğretici sonuçlarından birisi bu olacak.  

 

- Advertisment -