Herkesin önündeki ekrana baktığı bir dünyada kimse kimsenin yüzüne bakmıyor demektir. Yüze bakarak konuşmak, muhatabını ciddiye almaktır. İnsan karşısındaki insanın haline dikkat kesilerek, mimiklerini ve ses tonunu izleyerek onun kalbinin haritasını okuyabilir. Kalbe giden yolları bulamadığımız insanlarla oturduğumuzda, ekrana bakarız. Bu bazen bizi kendi kalbimize götüren yolları bilmediğimizde de olur. Söyleyecek bir sözümüz yoktur, ekrana bakarız. Kendimizden sıkılır bakarız, dünyadan sıkılır bakarız. Böylece karşılıklı konuşma yerini mesajlaşmaya bırakır. Konuşmanın sonu.
Tek başınalığa tahammül edemiyoruz. Bir lokantada tek başına yemekten rahatsız olan insanlar biliyorum. İçimizi yaşantılarla, insanlarla tıka basa dolduruyor ama insan ve deneyim ile aramıza akıllı telefonumuzu koyuyoruz. ‘Masanı terk etme’ demişti Kafka, ‘masanda otur ve dinle. Hatta dinleme bile, sadece bekle, sessiz, sakin ve tek başına olmayı öğrenmen gerek. İşte o zaman dünya senin karşında maskelerini indirecek, kendisini sana sunacaktır’. Thomas Mann ‘ Tek başınalık içimizde özgün olana geçit verir, aşina olmadığımız güzelliğe ve şiire’ demişti. Büyük eserler büyük ve çilesi çekilmiş tek başınalıklardan doğar. Hayır yalnızlık değil, tek başınalık. Bile isteye uzak kalabilmek insanlardan. Halvet der encümen.
Zihnimizi etrafımızdaki insanlardan ve şeylerden aldığımızda kendi düşüncelerimizle ilgili daha iyi muhasebe yapabiliriz. Bu herkesin yapabileceği bir şeydir. Sürekli bağlantıda olduğumuz bir hayatın içinde ise bu yeteneğimizi kaybederiz. İlginç bir durum yaşıyoruz günümüzde, dijital ortama bağlanmadığımızda huzursuz oluyoruz. Bağlantısızlık endişesi. İnsanlar zamanın içinde, zamanla tek başlarına ne yapacaklarını bilemeyebiliyor. Yoğunlaşamıyor, sıkılıyor, hemen akıllı telefonları açıyor, mesaj yazıyor veya oyun oynuyorlar. Bir şeyin parçası olmak istiyorlar. Birinin kapsama alanında olmak istiyoruz. Oysa sıkıntıdan kaçarak değil ancak ona katlanabilmekle içe döner ve ruhsal manada gelişiriz.
Nasıl geliştirmeli tek başınalık yeteneğini? Dikkat ve saygılı konuşmayla elbette. Çocuk, dikkatli bir ötekinin varlığında tek başınalık yeteneğini geliştirir. Kendimizle arkadaşlık etmeyi öğreniriz tek başınalıkta, kendimizi dinleyebilmeyi öğreniriz. Yalnızlık yalnız kalmanın sancısı iken, tek başınalık yalnız olmayı seçmenin zaferidir. Yalnızlık fiziksel ve duygusal olarak acı verir, onu en çok istediğimiz anda bizden uzak kalan bir yakınlığın yokluğunu belirtir. Tek başınalık ise bilinçli ve iradi bir biçimde yalnızlığı yeğlemektir. Tek başınalığın ruha verdiği tatmin hissini yaşayamayan kişi, yalnızlığın verdiği ıstırabı tadar. Tek başınalık, lazım geldiğinde o yalnızlıktan dışarı çıkabilmektir de.
Zihinlerimiz gezinmeyi sever, çevresinde en ilginç bulduğu şeye yönelir. Çocuklar ve gençler şu sıralar çevrelerindeki en ilginç şeyin telefonları olduğunu düşünüyor ve en ufak bir fırsatta elleri oraya gidiyor. Onlara iç dünyalarına da bir şans vermelerini söylemeliyiz. Evet cihazlarımızdan eriştiğimiz her yeni bilgi kırıntısı zihinlerimizi uyarıyor ve bize bir doyum veriyor. Evet yeni olanın zihnimizi uyarması bize çabuk erişilebilir bir hedef sunuyor. Bizim ani doyumlara değil hayal kurmaya ihtiyacımız var oysa. Hayal kurmak, gündüz düşlerinde gezinmek sağlam bir benlik oluşumuna ve yeni çözümlere imkan tanır. O halde elimiz telefona uzandığı her seferinde soralım: Neden gizleniyorum ben? Hangi endişeden kaçıyorum? Çok çalışmamı isteyen iyi bir fikirden mi? Üzerinde mesai harcamamı gerektiren çetrefilli bir sorudan mı? Kendimle baş başa kaldığımda ortaya çıkabilecek gerçeklerden mi? Bu soruyu soralım ve gerçek hayata dönelim. Kendi nefislerimizi terbiye ederken çocuklarımızı da ihmal etmeyelim. Çocuklarımıza sıkılmaları için fırsat verelim ve onların ‘boş zaman’ını tıka basa etkinlikle doldurmayalım. Çocuklarımızın sıkılmakla tek başına kalma yeteneklerini geliştirebileceklerini, sükûnet ile kendi kimliklerini bulabileceklerini unutmayalım.
Konuşma devam etmeli zira yüz yüze konuşmak bizi insan kılar. Kendi incinebilirliğimizle başımızın hoş olması, üretkenlik ve mutluluk için kaçınılmaz. Sosyal medya ise bizden ne kadar incinmez, nasıl da vurdu mu devirir olduğumuzu göstermemizi bekliyor. Kendi sahici benliklerimizi mi ifade edeceğiz yoksa en iyi benliklerimizi mi çevrim içi dolaşıma sokacağız? İşte bu gerilim sosyal medyanın sık kullanılmasının neden daha çok depresyon ve toplumsal endişeye yol açtığını da açıklıyor. Bazı araştırmalar sosyal medyayı çok sık kullanan insanlarda, hem kendi hem başkalarının duygularını okuma yeteneğinin azaldığını gösteriyor.
Konuşma iyileştirir. Yüz yüze konuşma kendimize ve başkalarına daha çok saygı duymamızı, başkalarıyla daha güzel bir biçimde ilgilenmemizi mümkün kılar. Konuşmak birbirimizi işitmek ve birbirimizle ilişki kurmak için elimizdeki en büyük imkân. Gözler kalbin aynasıdır. Yüzde gördüğümüz şeyi hissederiz. Ahlâk yüzde başlar çünkü yüz, ‘beni öldürmeyeceksin!’ der.
Şimdi elindeki o telefonu usulca yere koy ve konuşmaya başla dostum.