Ana SayfaYazarlarKopuştan önceki son çıkış

Kopuştan önceki son çıkış

 

Kâğıt üzerinde stratejik ortak olan Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkiler 15 Temmuz (2016) kalkışmasından bu yana hızla kopma noktasına doğru ilerliyor. Bunda Amerikan yönetiminin başarısız kalan askeri darbeye girişmiş ajanlarına sağladığı himaye ve hareket serbestisinin yanı sıra, Daesh ile mücadele gerekçesiyle girdiği ve kalıcı olmak için bahane aradığı Suriye topraklarında PYD/YPG’ye verdiği hepimizin bildiği topyekûn desteğin rolü var.

 

Kabul etmek gerekir ki Latin Amerika’da öteden beri, dünyanın diğer bölgelerinde ise Soğuk Savaş döneminden bu yana etki alanındaki ülkelerde çeşitli siyasi mühendislikler, gerektiğine kanaat getirdiğinde askeri darbeler yapmaya alışagelmiş olan ABD’nin, uçuk bile olsa, kendi planlarına aykırı gelişmelere tahammülü yok. Büyük ölçüde etkilediği Batı medyası üzerinden “Erdoğan öcüsü” yaratarak Türkiye’de genelde Orta Doğu, özelde Suriye ve Irak planlarını itirazsız kabul edecek bir yönetim arayışını usanmadan sürdüren Amerikan derin devleti, bu amacına ulaşamadıkça sesini de yükseltmeye başladı. Son dönemde Amerikan generalleri hem uluslararası teamüle hem de sivil-asker ilişkilerine ilişkin demokratik ölçütlere uymayan siyasi demeçlerle Türkiye’yi Rusya Dışişleri Sözcüsü Mariya Zaharova’nın ifadesiyle tahrik etmekten çekinmediler.

 

Ayrı bir yazı konusu ama Trump yönetiminde önemli siyasi postlara, derin devletin siyaset arenasındaki çıban başları gibi, asker kökenli politikacıların atanmış olmasının bugün Batı dünyasında sıkça tartışılan bir konu olduğunun da altını çizmekte yarar var. Bu askerlerden biri olan “Mad dog” lakaplı ABD Savunma Bakanı James Mattis’in önceki gün NATO Savunma Bakanları toplantısı marjında görüştüğü Türk mevkidaşına yaptığı “PKK ile YPG’yi savaştırma” önerisi “görüşme burada sonlanmıştır” diyerek masadan kalkmaya çanak tutan saçmalıktaydı doğrusu.

 

Tillerson’un ziyareti ve ortak bildiri

 

Aslında Türkiye ile ABD arasında Dışişleri Bakanı Tillerson’un ziyaretinden önce bir temas daha olmuştu. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, bir önceki Pazar günü İstanbul’da ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Korgeneral McMaster ile görüşmüştü. Görüşmeyle ilgili olarak medyaya yansıyan kısa açıklama içerikle ilgili ayrıntılı bilgi içermiyordu ama konuk generalin Türkiye’ye sopa göstermeye geldiğini söyleyen uzmanlar da yok değildi. Onlara göre Rex Tillerson ise Ankara’ya elinde havuçla geliyordu. Bu havuç ABD’nin Menbiç’i YPG’den temizleme sözü vermesi ve Türkiye’nin de oraya gözlemci göndermekle yetinmeyi kabul etmesinden ibaretti.

 

Tillerson-Çavuşoğlu basın toplantısını izledikten ve yayınlanan ortak açıklamayı (Türkiye-ABD Stratejik Ortaklığı Hakkında Ortak Açıklama) okuduktan sonra, ortada gerçekten bir havuç olduğunu gördüm. Ama bu havuç, Tillerson’un Ankara’ya getirdiği değil, daha çok Ankara’dan aldığı bir havuca benziyor. Benziyor çünkü ABD’ye ilişkilerin kopuşundan önceki son çıkışı gösteriyor. Amerikan yönetimine Türkiye ile ilişkiler bağlamında, fiilen ortada olmasa da “müttefik ve stratejik ortak olarak” onurlu bir geri adım atma imkânı sağlıyor.

 

Bu yöndeki izlenimim gerek ortak basın toplantısında gerekse açıklamada söz edilmeyen önemli konulardan kaynaklanıyor. Bu konuların başında da Zeytin Dalı operasyonu geliyor elbette. Operasyonun kısa sürmesi, sınırlı olması gibi eleştiriler dile getirilmiş değil mesela. Oysa bazı haber ajansları Tillerson’un bu taleple Ankara’ya geleceğini öne sürüp duruyordu. Bundan da kapalı kapılar ardında kulak çekenin Amerikan değil, Türk tarafı olduğu izlenimi ediniliyor.

 

Ortak açıklamaya bakıldığında, Tillerson’un kulaklarının sadece Zeytin Dalı operasyonu bağlamında değil FETÖ konusunda da çekilmiş olduğu anlaşılıyor. Açıklamada yer alan “ABD, Türkiye’de 15 Temmuz 2016 tarihinde meydana gelen hain darbe girişimini kınar ve Türkiye’nin demokratik yollarla seçilmiş hükümetiyle ve Türk halkıyla tam dayanışma içerisinde olduğunu belirtir” cümlesi bunun somut bir göstergesi kuşkusuz. 

 

Ne var ki ortak açıklamada ne YPG ne de FETÖ ortak mücadele verilen terör örgütleri olarak zikredilmiş değil. Metinde sadece “Türkiye ve ABD, DEAŞ, PKK, El Kaide ve diğer tüm terör örgütleri ve bunların uzantılarıyla mücadele konusundaki kararlılıklarını tekrarlarlar” ifadesi var. ABD henüz daha FETÖ ve YPG’yi terör örgütü olarak tanımadığı için elbette. Ama aynı cümlede olasılıkla Türkiye’yi tatmin amacıyla “terör örgütlerinin uzantıları” ifadesi de var. Ayrıca “iki taraf, iki ülke halkını doğrudan hedef alan terör tehditlerine karşı meşru müdafaa hakkını tanırlar” cümlesiyle Türkiye’nin adı yazılmış ve yazılmış olan tüm terör örgütleriyle mücadele hakkı da tanınmış oluyor.  

 

Tillerson’un ABD adına politika değiştirmeye ve Türkiye’ye vaatler yapmaya yetkili olmadığı açık. Ama iki ülke arasındaki 8 saatlik farkın Cumhurbaşkanı Erdoğan’la 3,5 saatlik toplantı ertesinde Washington’la temas etmesine ve bazı hususlarda yetki almış olmasına elverdiğini de göz ardı etmemek gerekir. Bununla birlikte, sorunların tümden giderilemediği açıklamanın 4. maddesinde kurulması öngörülen ikili mekanizmadan anlaşılıyor: “İki devlet, uzun süreli müttefikliğin ışığında, ikili ilişkilerde öne çıkan meseleleri çözme konusundaki vaadini teyit eder. İki taraf, bu amaca yönelik olarak, sonuç odaklı bir mekanizma oluşturulması konusunda anlaşmaya varmıştır. Söz konusu mekanizma en geç Mart ayı ortasına kadar hayata geçirilecektir”.   

 

Basın toplantısında Rex Tillerson’un da kabul ettiği gibi, ikili mekanizma ilk olarak Menbiç konusunu ele alacak. Medyaya sızan haberlerden, Türkiye’nin ABD’ye YPG’nin Fırat’ın doğusuna çekilmesini sağlamasını ve Türk ve Amerikan askerinin yerel güçlerle birlikte Menbiç’te konuşlanmasını önerdiği, Amerikan tarafının ise bu öneriyi değerlendirmekte olduğu anlaşılıyor. Bu, tüm planları YPG ile ortaklığa dayalı olan Washington için kolay bir karar olmayacak ama Türk-Amerikan ilişkilerinde kaçınılmaz bir kopuşu engellemenin başka yolu da yok.

 

Sonuç olarak Tillerson’un Ankara ziyareti sırasında yapılan kapsamlı görüşmelerde medyaya yansıyan/yansımayan tüm pürüzlü konuların ele alınmış ve yukarıda belirttiğim gibi birçok konuda Amerikan tarafının dikkatinin çekilmiş olduğu izlenimi ediniliyor. İkili ilişkiler büyük olasılıkla bir daha eskisi gibi olmayacak ama iki tarafın da ABD’nin tutumu nedeniyle eşiğine gelinen siyasi krizi arzu etmediği anlaşılıyor. Bu nedenle sorunları zikrederek değil gizleyerek kaleme alınmış olduğu gözlenen ortak açıklamanın, değindiği/değinmediği konularla ABD’ye krize neden olan tutumunu gözden geçirme imkânı verdiğine kuşku yok.                   

 

  

- Advertisment -