İktidar ‘döviz kuruna karşı korumalı TL mevduat’ diye bir enstrüman üretti. Bankanızın teveccühüne göre yüzde 14-17 arası faizi garanti ediyorsunuz ama döviz daha fazla artmışsa doğrudan o artış kadar faiz alıyorsunuz. Saygın iktisatçılar bile bunun ‘zekice’ bir hamle olduğunu söylüyor. Yatırımcı gözüyle de bakalım…
Diyelim bankanız yüzde 17 veriyor. Önünüzde iki ihtimal var. Dönem sonunda döviz kuru ya yüzde 17’den az ya da fazla yükselecek. Diyelim az yükseldi. Siz 17 ile kalacaksınız ama eğer özel bir bankada ‘normal’ mevduata yatırsaydınız 20 alacaktınız. Diyelim döviz 17’den fazla, örneğin 25 yükseldi. Siz 25 ile kalacaksınız ama özel bankada ‘normal’ döviz mevduatı açan biri dövizin faizini de alıp 30 küsur kazanacaktı. Yani dövize ne olursa olsun piyasada ‘kur korumalı TL mevduattan’ daha iyi bir enstrüman var.
Ama küçük hesap yapmayalım… Amacımızın belirsizliğe karşı korunmak olduğunu düşünelim. ‘Kur korumalı TL mevduat’ bu açıdan avantaj getirebilir, ancak ince bir hesaba dayanarak… Yıllık karşılaştırmalı enflasyon rakamlarını veri alırsak 2022 sonu dolar kurunun (her şey ‘düzgün’ giderse) 17 lira civarı olması beklenir. Yeni enstrümanın verdiği faiz yüzde 17 olacağına göre dolar 14,5 liranın üstüne çıkmadan döviz hesaplarını bozmak çok cazip olmayacaktır. Öte yandan dolar 14,5 liranın altındaysa normal TL mevduatları bozup ‘kur korumalı’ mevduata geçmek akıllıca olur.
Hükümet TL mevduatların bozulup ‘kur garantili’ hale gelmesini haliyle istemez. Çünkü bu tüm sistemin dolarize olması anlamına gelir. Dolayısıyla bu enstrümanın işe yaraması isteniyorsa dolar kurunun yüksek tutulması lazım. Maharet baştan yüksek tutulan döviz kuru seviyesinin yıl boyunca az yükselerek istikrar kazanabilmesi… Eğer dövizin yıl sonu geldiği nokta enflasyon oranını karşılayacak seviyede ise sistem çalışabilir ve dövizden Türk lirasına geçiş sağlanabilir.
O halde bu yeni ‘modelin’ (her şey ‘düzgün’ giderse) seçime doğru iktidarı bugüne kıyasla daha güçlü kılacağını söyleyebilir miyiz? Muhtemelen… Üstelik bu durum iktidar lehine işleyen bir arka plana sahip. İki nedenle.
Birincisi yeni ‘model’ ile atılan adım sadece ekonomik değil. Aynı zamanda Erdoğan’ı yeniden işin başında, dizginleri elde tutan, ne yaptığını bilen, ufku geniş bir lider olarak resmediyor. Erdoğan’ın kendi anlattıklarına inanıyor olması yıpranmış olan duygusal bağları seçmeniyle karşılıklı olarak tazeliyor. Nihayette inanmış lidere inanmak kolay, inanmamış lidere inanmak zordur.
İkinci neden, bu iktidarın Bahçeli üzerinden bürokrasi ile ve halen devlet adına düşünme/davranma kapasitesini elde tutan gruplarla koalisyon halinde olması. Söz konusu ilişki bu iktidarın ‘harcında’ atıldı. Örneğin cumhurbaşkanlığı sistemi AK Parti içinde hiçbir şekilde gündemde değilken (MHP içinde de tartışılmadan) Bahçeli tarafından teklif edilebildi. Aynı şekilde Bahçeli’nin 100 maddelik anayasa teklifinin de MHP içinde ve hatta Bahçeli çevresinde bile tartışılmadığını biliyoruz. Buna verilen zaman ve emek bir yana, acaba bu işi kotaranlar kimlerdi? Bunlara Gülen cemaatinin tepesindeki bir grubun darbe girişimi öncesinde uzun süre cemaat dışı belirsiz kimselerle yakınlık içinde olduğuna dair iddiayı ve darbe günü yaşananların hâlâ bir sır olarak saklandığı gerçeğini ekleyebiliriz…
Bazılarımız devletin ‘akıllı’ olduğunu dolayısıyla Erdoğan’ın yanında yer alsa daha akıllıca bir performans izleyeceğimizi düşünüyor olabilir… O zaman bu ‘akıllı’ devletin (işler böylesine irrasyonel hale gelmişken) niye sesini yükseltmediğini, niye bu denli korkak olduğunu açıklamak gerekir. Bürokrasiye MHP’nin hâkim olduğu bir dönemde cevap bizi zorlayacaktır çünkü Bahçeli’nin Erdoğan’dan çekindiğini öne sürmek gerçekliğe aykırı olur.
Asıl mesele devlet aklını temsil edenlerin akıllı değil, sadece kurnaz olması. Bu ülkede hiçbir dönemde uzun vade toplumsal yarar açısından akıllı bir devletimiz olmadı… Kurnazlıkla gücün birleşimi altında pasifleştikçe devlete bağımlı hale geldik ve ona (bizimkinden üstün) bir akıl atfettik.
Bugün de devlet ‘adına’ düşünüp davranabilenler yüksek bir akıl taşıdıkları için değil, kendi çıkarlarını devlet aklı haline getirebildikleri için iktidarın doğal partneri ve gözlemcisi konumundalar. Bahçeli’yi takip edenler siyasetin gündelik temposunda çok sayıda ‘gerekli gereksiz’ inisiyatif almalara ya da sessiz kalmalara tanık olacaktır. Bunların Erdoğan’ın hareket alanını çizdiği ama aynı zamanda onun bu alanda yapacaklarını meşrulaştırmaya hizmet ettiği açık.
Karşımızda bir koalisyon var ve sınırları siyasi partileri aşıyor. Konumuz açısından bunun önemi şu: Eğer ekonomi ‘modeli’ başarısız olursa kaybedecek olan sadece AK Parti ve MHP değil. Böyle bir durumda iktidarın bir sonraki hamlesi artık ekonomik değil doğrudan siyasi ve ideolojik olabilir.
Halen iktidarın ekonomideki akılsızlığının bedelini ödüyor, sonuçlarını konuşuyoruz. Ama eğer iktidar benzer akılsızlıkta bir siyasi/ideolojik hamle yaparsa bunun bedeli çok daha ağır olur ve sonuçlarını konuşmak da pek mümkün olmayabilir.
Dolayısıyla önümüzde bir ‘ev ödevi’ var: İktidarın zihnini deşifre etmek, bu ekonomik ‘modelin’ siyasi/ideolojik açıdan neye hizmet ettiğini anlamaya çalışmak. Bu ise kendi rasyonalitemizi temel alarak yapılamaz… Çünkü iktidarın rasyonalitesi farklı ve sonraki hamleler ancak söz konusu rasyonaliteyi anlayabilirsek engellenebilir.
Ne var ki muhalefetin ‘kafası’ böyle çalışmıyor. Çoğunluk atılan adımı ya ‘çaresizlik’ ya da erken seçim yatırımı olarak değerlendirme kolaycılığına kapılıyor. Bunlara Erdoğan’ın ülkeyi tek başına yönettiği, ekonomi modelinin kesinlikle başarısız olacağı ve seçimin kaçınılmazlığı varsayımlarını eklediğinizde, gündelik polemiklere yaslanıp muhtemel zaferi beklemeye başlıyorsunuz.
Ancak bu varsayımlar güvenilir değil, çünkü iktidarın hareket alanını olduğundan daha dar olarak belirliyor. Bu bir siyaset/devlet iş birliği modeli… Diğer deyişle bu iktidar sıradan bir hükümetten çok daha geniş bir hareket yelpazesine sahip. Ekonomik modelin ‘çaresizlikten’ kaynaklandığı bu bağlamda ikincil. Önemli olan ekonomik modelin iktidarın genel politikası ile nasıl bütünleştiği. Nihayet erken seçim beklentisi de yapay bir zemine oturuyor. Çünkü şu ana dek bize göre irrasyonel yığınla iş yapmış bir iktidarın şimdi bir anda bize göre rasyonel davranış içinde girdiğini varsayıyor. Oysa iktidar muhtemelen kendi rasyonalitesine bağlı olmayı sürdürüyor.
Neymiş bu iktidarın kendine has rasyonalitesi? Gündemdeki ekonomi modeline iktidarın zihninin içinden bakmaya çalışalım. Acaba nasıl düşünüyor, neyi hedefliyor, ne öngörüyorlar?
(Aşağıdaki bölüm iktidarın ağzından… o nedenle tırnak içinde)
“(1) Bu modeli ciddiye alıyoruz ve başarılı olması için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacağız. Bu bir hayat memat meselesi. Gerekirse ekonomi dışı adımlar da atmaya hazırız… Ama olmamasını tercih ederiz. Oyunu kuralları ile oynayıp kapitalist dünya (Batı) sisteminin kolunu bükeceğiz.
(2) Gerçek hedefimiz kontrollü, merkezi yönetime tabi, ‘korunaklı’ bir ekonomi. Dünya sistemine tamamen açık bir ekonomi Türkiye’nin büyümesini, güçlenmesini engelliyor. Uluslararası taahhütlerine sadık, dış ticarette açık ekonominin tüm gereklerini yerine getiren, ancak yurt içi ekonomik dengeleri milli (siyasi) menfaatler çerçevesinde kuran bir model getiriyoruz.
(3) Bu bakışa uygun olarak ‘kur korumalı TL mevduat’ piyasada faize yönelen parayı cari enflasyonun altında getiriye mahkûm ederek toplumu tasarrufa zorlayacak. Böylece faizcilerden üreticilere devlet üzerinden bir sermaye aktarımı gerçekleştirilecek. Devlet bu aktarımı yöneteceği ölçüde hangi üreticinin yararlanacağına da karar verecek.
(4) Bu süreçte döviz (doğrudan müdahaleler de kullanılarak) istenilen aralıkta seyredecek. (Psikolojik açıdan da önemli olan) cari fazlayı garanti edecek ama pek üzerine çıkmayacak. Volatilite düşecek. Hazine olabildiğince az ek faiz ödeyecek. Piyasaya fahiş miktarda para çıkmayacak. Enflasyon artmayacak.
(5) Kısa süre içinde piyasada yüzde 14-17 faiz normalleşecek ve böylece piyasa faizleri iniş trendine geçecek. Dövizin de istikrar kazanmasıyla birlikte maliyet enflasyonu düşmeye başlayacak. Ancak fiyatlar düşmeyecek. Son akaryakıtta düşen maliyetin ÖTV olarak alınması gibi, döviz düşüklüğünün neden olduğu maliyet azalması devlete gelir yazacak. Öte yandan fiyatların sabitleşmesi talep enflasyonunu da aşağı çekecek.
(6) Böylece yatırım ve büyüme sıçrama yapacak. Merkez Bankası net rezervi ilk etapta daha da eksiye inse bile, cari denge kurulduğunda ve üstüne turizm gelirleri geldiğinde yeniden yükselecek. Yaz aylarıyla birlikte enflasyon net inişe, istihdam belirgin şekilde yükselişe geçecek.
(7) Sonuçta yeni bir denge kurulacak. Bu dengede orta sınıfın siyasi ağırlığı azalırken, iktidar politikalarına bağımlı alt ve orta alt sınıfların ağırlığı artacak. Türkiye sadece altı ay içinde çok farklı bir gelişme potansiyelinin eşiğine gelecek.
(8) Modelin başarılı olması iktidara seçim için süre kazandırmanın ötesinde yapısal dönüşüm imkânı verecek. Seçmen teveccühünü artıracak bu durum seçimlerin zamanında yapılmasını sağlayacak. Öngörülmeyen bir olumsuzluk halinde ise (Covid nedeniyle turizm gelirinin düşük kalması gibi) seçim sonbahara çekilebilir. Ancak bu değerlendirme için henüz çok erken…“
Takip ettiğim ve anlayabildiğim kadarıyla iktidarın kafası bu minvalde çalışıyor. Onlar bu modeli ideolojik bir kaldıraç olarak sahipleniyorlar. O nedenle herhangi bir ekonomik modele kıyasla bu hamleyi çok daha iştiyakle sahiplenip sürdürmeye çalışmaları, başarısızlık ihtimali karşısında sertleşip siyasi alanı kısıtlamaya kalkışmaları şaşırtıcı olmaz.
Bu sadece bir ekonomik model değil… Siyasi/ideolojik hedefe ulaşma şansı veren bir yol haritası. Ve görünen o ki önümüzdeki sürede iktidarın eline geçirebileceği son imkân… Başarı için iktidarın güven inşa ederek, hatasız bir süreç geliştirmesi gerekiyor. Ancak ne insan malzemesi ne akli beceriler ne de zihniyet buna pek uygun değil.
Ne var ki iktidar kendi modeline inanıyor, inanmak istiyor. Kendisini ikna etmesi kolay, çünkü model tutarsa gelinecek nokta çok cazip: Türkiye kendine yeterli, ekonomik bağımsızlığını kazanmış, dış politikada ağırlığı artan, milliyetçi bir dalgayı normalleştirerek Kürt meselesinde çözümü gündemden düşüren, ABD ile Rusya arasında denge oluşturan, kendi iradesiyle oyun kuran, çevresinde ve küresel planda nüfuz hegemonyası üreten, tam bağımsız bir ülke…
Bu hayal o kadar cazip ki kendi kifayetsizliklerini ve ekonomideki kırılganlığın muhtemel sonuçlarını idrak edecek durumda değiller. Öte yandan bunu bir psikolojik tercih olarak da yaşamıyorlar. (Öylesi zayıflık olurdu!) Bu tercihi bir ideolojiye oturtuyorlar… O zaman gidilen yolun doğru olduğuna güven artıyor. Atılan adımlara alternatif bir bilimsellik atfedilmiş oluyor.
Kimlik sorunları, özgüven eksikliği, kültürel hoyratlık, özümsenmiş cehalet… Hepsinin neden olduğu sığlık ve düzeysizlik arka plana gidiyor. Devlet ‘siyasi iktidarıyla birlikte’ nurlu ufuklara ulaşmak üzere metaforik olarak Orta Asya steplerine dönüş yapıyor.
Erdoğan ekonomik modeli açıklarken mealen şöyle demişti: “Risk alıyoruz. Biliyoruz. Ama şimdi bu riski almazsak bu tarihsel fırsat bir daha önümüze gelmez”.
Peki, muhalefet ne diyor?