"Tüm dünya bir sahnedir. Yalnızca birer oyuncu olan kadınlarla erkeklerin sahneye girip çıktığı ve tek bir insanın ömrü boyunca pek çok rol oynadığı."
William Shakespeare
Bireyselliğin giderek daha fazla hakim olduğu kötü bir dünyada yaşıyoruz. Dünyayı saran çürümüşlük farkında olmadan bedenimize, ruhumuza işliyor. Kötülüğe esir olma yolunda hızla ilerliyoruz. İyi ve güzel olan değil, kötülükler belirliyor geleceğimizi ve yarınlarımızı. Bu kötülükler üzerinden nasıl bir aydınlık gelecek kuracağız orası meçhul. Denizin ortasındaki karanlıkta karayı bulmaya çalışan bir kayığa binmiş yolcularız, pusulamız ise kötülük…
Çarşamba gecesi büyük bir felaket yaşadı İstanbul ve Türkiye… Tek amaçları ölmek ve öldürmek olan katiller İstanbul’un kalbine sapladılar bedenlerine sardıkları canlı bombaları. Hedef olarak seçilen yer sıradan bir yer değildi. Türkiye’ye ulaşmanın en belirgin yerlerinden biri olan Atatürk Havalimanıydı. Oradan yayacaklardı insanlığa yaptıkları kötülükle birlikte korkuyu. Orada ölenlerin kim olduğu önemli değildi. Tıpkı Ankara Gar, Kızılay ve İstanbul Vezneciler’de patlatılan bombalar gibi. Amaç ülkeye ve insanlığa kötülüğü yayabilmek.
İnsanlık düşmanlarının yaptığı bu alçakça saldırılar, her olay sonrasında karşılığını buldu. Bütün yaşama amacı ‘memlekete bir kötülük olsun da bunu bir domino taşı gibi yayalım’ olan insanlar çıktı anında ortaya. İçten bir haz duyarak, olayın sıcaklığında ne olduğunu anlamadan bilmeden bombanın şarapnel parçalarının ülkeye ve dünyaya daha çok yayılması için bir yarış içine girdiler. Ben bunlara ‘Kötülük yayıcıları’ diyorum kısaca… Katillerin, yapılan alçakça saldırıların yapana göre iyi ya da kötü katil diye ayrıma tabi tutulduğu, ölümler ve saldırıların duruma göre siyaset sahnesine sokulduğu bir kötülük bu…
Atatürk Havalimanı’na yapılan saldırıyı çok uzakta sakin köyümde öğrendim. Bir gazeteci olarak sağa sola telefon edip olayın boyutunu öğrenmeye çalıştım. Böyle olaylarda pek itibar etmesem de sosyal medya ve özellikle hızı sebebiyle Twitter’a baktım. İşte o an, kötülük yayıcılarının işbaşında olduğunu gördüm. Kasıtlı ya da kasıtsız yalan yanlış bilgilerle patlatılan bombanın şarapnel parçalarını daha uzaklara taşıma, yayma görevini üstlenmişti bazı insanlık yoksunları. Suçlu, bir an önce yıkılması gereken devletti ve katiller de onlar adına bu görevin öldürme kısmını üstlenmişlerdi. İşte o bombadan sonra görev paylaşımı yapılmış, kaosun büyümesi için elden ne geliyorsa yapılıyordu. Bazılarının elinde, parlak gazetecilik CV’si vardı, onu sürmüşlerdi dolaşıma inandırıcılıkları artsın diye… Gerçeğe ulaşmak o gerçeği öğrenene kadar susmayı bilme ilkesi çoktan yok olup gitmişti. Önemli olan yaratılmak istenen algı ve o algının yerleşmesiydi. Ölen 44 insan da umurlarında değildi, yaralanan yüzlerce insan da…
Kötülüğün sıradanlaştığı, giderek arttığı zamanlardan geçiyoruz. Öyle ki, Kızılay’da insanları katleden katil, ‘Nilüfer çiçeğine’ benzetiliyor, Vezneciler bombacısının tabutu bir kahraman gibi omuzlarda taşınıyordu. Katilleri iyi ya da kötü diye ayırdığımız dönemde kötülükte bu kadar sıradanlaşıyordu işte… Başka birileri de Atatürk Havalimanı’na yapılan alçakça saldırıyı kutsayabiliyordu haliyle. İnsanlık düşmanlarının duruma göre muteber sayıldığı memleket. Bir de buna her durumda kendine fayda sağlayan insanların olduğunu ve varlıklarını dökülen kana borçlu olan vampirleri eklersek, kötülüğün ne kadar sıradanlaştığını daha iyi görürüz… Dünyanın başka bir yerinde yaşanan acıları içinde hisseden insanların kendi ülkesinde yaşanan acılardan beslenerek hayat bulduklarını da görüyoruz.
Köprüler yaptırdım gelip geçmeye…
Atatürk Havalimanı’na yapılan alçakça saldırıyı en çok hissetmesi gereken, istihbarat zaaflarını yeniden gözden geçirmesi gereken ve bu konuda sorumluluk hissetmesi gereken iktidar. İnsanların yaşama güvenliğini sağlamadıktan sonra köprü yapsan, havalimanı yapsan ne fayda. Bu konuda yapılan eleştirilerin büyük bir bölümü kötülük içeriyor olabilir, iktidar olmak da böyle bir şey. Ben sorumsuzum deyip, bir kenara çekilemezsin. Haklı haksız gelen eleştirilere kulak kabartacak, yeni ölümlerin olmaması için elinden gelen çabayı göstermesini bu memleketin insanları bekliyor iktidardan.
İstanbul- İzmir yolunu kısaltan saatler süren feribot eziyetine son veren Osman Gazi Köprüsü, saldırıdan iki gün sonra açıldı. Büyük bir eser, çok önceden yapılması gereken bir köprü. Yapanların bundan övünç duyması ön plana çıkarması siyaseten de anlaşılabilir bir durum. Fakat, saldırıda ölen insanların cenazelerinin, insanın içini acıtan hikayelerinin dinlenildiği bir gün görkemli açılış töreni yapmak kimin aklı bilemedim. Her fırsatta ‘İnsan odaklı’ iktidar sürdürdüklerini söyleyen iktidarın böyle bir günde yine ülkemiz insanlarına hizmet için yapılan köprüyü acının gökyüzüne çıktığı bir günde daha mütevazı bir şekilde açmasını beklerdik. Hatta sessiz sedasız bayram için hizmete sokulur, açılış sonraya bırakılırdı. Bu görkeme, şatafata hiç mi hiç gerek yoktu. Böyle bir açılışı yapmak, en hafifinden hiç de şık olmadı. Memleket olabilmek acıyı ortak paylaşmaktan geçer. Köprü hayırlı olsun ne diyeyim…