Sol, Markar ve Etyen’de neyi hazmedemiyor? yazımın sonunda acayip bir atlama yapmışım, kendi kendime de izah edemediğim. Elyazısı notlarımda var, ama bilgisayar metninde yok. Olabilecek en aşikâr fikir, ama yok işte; yazdım sanıyordum, ama yazmamış ve kontrol da etmeden internetten yollamışım, herhalde yorgunluk ve aceleden. Markar Esayan ve Etyen Mahcupyan’ın sadece ideolojik veya programatik bakımdan değil; üstelik Türkiye’nin gayrimüslim “azınlık”larının içinden çıkıp, inançsal açıdan da asla ve kat’a gitmemeleri gereken yere – dindar-Müslüman kesimin yanına gitmeleriyle ilgili. Öyle ya; Hıristiyan (kökenli) aydınlar olarak en fazla İslâmiyet’ten korkmaları, onun için de laikliğin çatısı altına sığınmayı yeğlemeleri gerekirdi. Sünnîlik karşısında Aleviler böyle yapmıyor mu örneğin? Yahudi cemaatinin herhalde önemli bir bölümü de bu saikle geçmedi mi AKP’nin karşısına? Dahası, dış dünyanın perspektifi genellikle bu değil mi — Batı bu İslamofobiyle bakmıyor mu ve yerli gayrimüslimlerin de böyle bakmasını beklemiyor, istemiyor mu bugünkü Türkiye’ye? Esasen Ağustos 2014’teki patırtı da tam bu yüzden çıkmadı mıydı, Etyen’in bu patronaj ilişkisine parmak basan bir yazı yazıp, hem tarih, hem bugün itibariyle gayrimüslimlerin (ve bu arada Ermenilerin) üzerinden arzulanan “yüzde yüz mağduriyet” örtüsünü çekip alıverdiğinde? “Irkına ihanet” teranelerinden kasıt, biraz da bu, yani aslında “dinine ihanet” değil miydi?
Bu düşüncelerle, önceki yazımın son paragrafının, özgün niyetime uygun ilâvelerle, aşağıdaki şekilde okunmasını tercih ederdim:
“AKP yüz yıllık İttihatçı-Kemalist gelenekten çok temel bir kopuş olduğu gibi, Etyen ve Markar’ların tavır ve duruşu da çok radikal, epistemolojik bir kopuştur. İlkin, siyasette alışılmış “negatif aydın, redçi aydın” kalıplarını kıran yeni, daha görüşmeci, daha pazarlıkçı olanak ve olasılıkların doğmasıdır. (Bunu Çin ve Peter Hessler örneğinden giderek ayrıca açacağım.) Üstelik, ikinci ve gene çok önemli bir boyutuyla, gayrimüslim kökenli iki aydının en fazla İslâmiyet’ten korkup laiklik çatısı altından burunlarını çıkartmayacak yerde, ılımlı İslâmcı bir partinin ve dayandığı dindar-Müslüman sosyolojisinin yanında durmayı göze almak suretiyle, Huntington’dan başlayarak bütün neo-con’ların özlemi haline gelen “medeniyetler çatışması” şematizmini de berhava etmesi anlamına gelmektedir. Otoriter laikler, Beyaz Türkler ve solcular, bu tavır ve duruşta kendi değersizliklerini, eskimiş ve çirkinleşmişliklerini, tercih edilmezliklerini, moral hegemonyalarının ve duygusal-düşünsel şantaj yoluyla zapt etme güçlerinin kalmayışını gördükleri için çıldırıyorlar. Diş geçiremediklerinin yadırganması, aşağılanması, “ırklarına ihanet”e varıncaya kadar en zırva hakaretlere maruz bırakılması, hep bu reaksiyondan kaynaklanıyor.”
Fakat doğrusunu isterseniz, gerekli de olsa pek hoşlanmıyorum bu tür eklentilerden. Keşke aman bir an evvel bitirip yollayayım diye o kadar telâşlanmasaydım; daha fazla özen gösterseydim de baştan bu kadar komple yazabilseydim.