Ana SayfaYazarlarSeçimler gelir gider, kalıcı olan barıştır!

Seçimler gelir gider, kalıcı olan barıştır!

Bertie Ahern, 1997-2008 yılları arasında İrlanda’da Başbakan olarak görev yapmış deneyimli bir siyasetçi. Democratic Progress Institute’nin (DPI) düzenlediği çalışma ziyaretinde Ahern ile de görüşme ve onun Kuzey İrlanda çözüm sürecindeki tecrübelerini dinleme fırsatı bulduk.

Mütevazı bir insan Ahern, ilk görüştüğü insanlarla da hemen sıcak bir ilişki kuruyor. Gayet de esprili. Bir keresinde Kuzey İrlanda’da katıldığı bir toplantıdan bahsetti. Görüşme masasının etrafında 12 kişi varmış. Hepsi de silahlı örgütlerin liderleri konumundaki kişilermiş. Tartışmaların hararet kazandığı bir anda onlardan biri Ahern’e dönüp “Bayım, bu odada kimseyi öldürmemiş tek kişi sizsiniz” demiş.

Kısa bir şaşkınlık geçirmiş Ahern “Acaba burada olmak iyi bir fikir mi?” diye kendini sorgulamış. Ancak daha sonra bunun barış için yapılması gereken zorunlu bir davranış olduğuna hükmetmiş. “Hükümetler ve siyasetçiler halkın refahı ve huzur için herkesle konuşabilir ve herkesle müzakere edebilir. Barış sürecinin en zorlu tarafı, şiddete dâhil olmuş tarafları sürece katmaktır. Sadece şiddet karşıtları ile barışı inşa edemezsiniz.”

“Çatışma çözümü uzmanı yoktur”

Ahern, dünyada “çatışma uzmanı” veya “çatışma çözümü uzmanı” diye bir uzmanlık alanının olmadığını düşünüyor. George Mitchell’in İrlanda’da barış için iyi bir mimari inşa ettiğini ama aynısını Ortadoğu’da başaramadığını, Belfast’ta silahları susturan prensiplerin Ortadoğu’da iş görmediğini hatırlatıyor. Ona göre tüm çatışmaların bir tek ortak teması var, o da insan. Bütün çatışmalar insana dairdir ve insanlar hakkındadır. Dolayısıyla bir çözüm sürecinde aslında takınılması gereken temel tavır basittir: Kendinizi diğer insanların yerine koymak; şiddete başvuran ve şiddete maruz kalan insanların insanlar gibi düşünmeye ve onları anlamaya çalışmak.

Ahern’e göre Theatcher’in İrlanda’da bir çözüme varamamasının sebebi bu haslete sahip olmamasıydı. Demir Leydi, bir sorunu ele aldığında muhataplarına “Benim bu konuda yapacaklarım şunlardır. Eğer bunları kabul ederseniz anlaşabiliriz. Ama eğer kabul etmezseniz konuşmamızı gerektiren bir husus yoktur” der ve kestirir atardı. Böylesine üstenci ve dayatmacı bir dille herhangi bir mesele sulha bağlanamazdı, nitekim bağlanamadı da.

Eğer ortada şiddet içeren bir sorun varsa öncelikle dikkatinizi bu şiddeti var eden koşulları öğrenmeye, anlamaya vermeniz gerekir. Bazı soruların peşine düşmelisiniz? Bir insan kendisini ve başkalarını neden öldürür? Onu kendi varlığından, canından dahi vazgeçtirecek kadar ağır ve derin sorun nedir? Neden bir insan kendini havaya uçurur? Neden bir bombayı kendine bağlar? Herhalde hepsinin deli veya şiddete eğilimli olduğu söylenemez. Zevk için dağlara çıktıkları, ölme ve öldürmeyi hobi edindikleri de iddia edilemez. O halde onları bu yola sev eden bir dertleri, birtakım itirazları olmalı. Çözüm için onları motive eden davalarını öğrenmeli, itirazlarının temellerini ortadan kaldırmaya çalışmalısınız. Ancak şiddetin nedenlerini bertaraf eder veya asgariye indirirseniz, şiddetin bir çıkış yolu olarak görülmesini engelleyebilir, insanların zihniyetlerini şiddetten arındırabilirsiniz. 

“Final sonuç”

Ahern’e gör, tarafların çözümü görüşme masasında aramamaları için öncelikle silahtan yarar ummaktan vazgeçmiş olmaları lazımdır. Taraflar çatışmanın kendilerine zarar verdiğini kabullenmeli ve görüşerek bir çözüm aramanın vaktinin geldiğine karar vermiş olmalı. Eğer taraflardan biri çatışmanın kendisine bir yarar sağlayacağını aklından geçiriyorsa,  halen silahla “kesin bir sonuç” alacağını hesap ediyorsa, kendini karşısındakini ezecek kadar güçlü hissediyorsa o zaman bir çözüm masası kurmak ve tarafları anlaşmaya oturtmak güçleşir.  

Silahlı örgütler için olsun, devletler için olsun “final sonuç”, “mutlak netice” fikri daima bir cazibeye sahiptir. Ama bu fikir çoğu kez de aldatıcıdır. Tarihsel bir derinliğe sahip, çeşitli boyutlar ihtiva eden ve belli bir toplumsal tabana oturmuş bir mesele ancak diyalog ve müzakere ile bir hal yoluna koyulabilir. İleri gitmenin tek yolu diyalogdur. Sürekli ve devam eden bir diyalog, en iyi yöntemdir. İletişim olmadan bu işler yürümez. “Hayatı boyunca konuşmamış iki insanı evlendirmek zordur.”   

Çözüm Süreci ve Seçim

Ahern, çok deneyimli bir siyasetçi. 34 yıldır Drumcondra bölgesinin temsilcisi olarak parlamentoda bulunuyor. Girdiği seçimlerin sayısını kendisi de zor hatırlıyor. Seçimlerin çözüm süreçlerine etkisi üzerinde sohbet ederken çok önemli bir noktaya dikkat çekti: “Seçimlerin en güzel tarafı şudur: Seçimler gelirler ve giderler. Dolayısıyla seçimler gelirken hazırlıklı olmalı ama seçimler giderken de onları arkada bırakmayı bilmeliyiz.”   

Ahern’in bu tespitinin işaret etiği iki husus var: İlki, seçim atmosferinin yakıcılığıdır. Seçim dönemlerinde meydan ısınır, siyasetçilerin dilleri çatallaşır, eleştiriler en üst perdeden dile getirilir. Seçmenini korumak ve yeni seçmen kazanmak için övgüler de yergiler de abartılır. Dışardakiler bunu doğru bulmayabilir, tasvip etmeyebilirler, sert bir şekilde eleştirebilir. Yine de bu tür tavır ve söylemler- bir dereceye kadar- normal karşılanmalı, bunlara hazırlıklı olunmalıdır.

İkincisi ise, seçim bittikten sonra siyasetçilerin bu ruh halinden mümkün olduğunca erken kurtulmalarının gerekliliğidir. Seçimler biter, hayat devam eder. Yapılması icap eden işler, çözülmesi gereken problemler vardır. Siyasetçiler seçimdeki tavır ve söylemlerine takılıp kalamazlar. Onlardan kollarını sıvamaları, bir an önce işe girişmeleri, gerektiğinde birlikte çalışmaları beklenir. Hele bir de akan kanın durdurulması gibi büyük bir hedefin peşinde koşan bir süreç varsa ortada, bu takdirde sürecin taraflarına düşen, seçim psikolojisini bir an önce geride bırakmaları ve sürecin gereklerine uygun davranmalarıdır.

7 Haziran imtihanı

Seçim ile süreç arasındaki etkileşim, bilhassa bu dönemde Türkiye için çok büyük bir önem taşıyor. Çünkü 7 Haziran’da hemen herkesin çok büyük bir önem atfettiği bir genel seçim yapılacak. Çözüm süreci birçok badireden geçti. Şimdi de önünde 7 Haziran imtihanı var.

28 Şubat’ta hükümet ile HDP’nin Dolmabahçe Sarayı’nda yaptıkları toplantı her iki taraf da bazı yükümlüler getirmişti. İlk adımlar olarak Hükümet’ten bir İzleme Heyeti kurması, PKK’den de silahsızlanma kongresini toplayıp Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleden vazgeçtiklerini deklere etmesi bekleniyordu. Tarafların bu konuda anlaştıkları yazılıyor çiziliyordu.

Sürecin bu hat üzerinden ilerlemesi beklenirken Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi. Erdoğan, Dolmabahçe’de ortaya çıkan görüntüye de, burada ilan edilen mutabakata da, izleme heyetinin kurulmasına da karşı olduğunu belirtti. Ona göre, PKK’nin meşruiyet sahasını büyüten bu adımlar çok tehlikeliydi ve bunlardan imtina edilmeliydi. Arkasından Erdoğan, 2011 seçimlerinden önce olduğu gibi, oldukça milliyetçi bir dil kullanmaya başladı. Meydanlarda “Kürt sorunu yoktur” dedi. Gazetecilere “Taraflar yoktur, masa da yoktur. Bunları kabul etmek devletin sonu olur” şeklinde açıklama yaptı. PKK ile Gülen Cemaati’ni hükümete ve Türkiye’ye karşı işbirliği yapmakla suçladı. Onun ifadeleriyle “terör örgütü ve paralel örgüt birlikte hareket ediyordu.”

PKK ve HDP’nin Erdoğan’ın bu siyasetine cevapları sert oldu. PKK, silahsızlanma kongresini toplamaktan vazgeçtiğini duyurdu. HDP, Erdoğan’ı süreci sabote etmekle suçladı ve “Çözüm sürecinin hükmünü yitirdiğini” ifade etti. Meydanlardan AKP’den HDP’ye, HDP’den AKP’ye ve Erdoğan’a yönelik çok sert sözler söylenmeye başladı.

Görüntü ve gerçek

Mevcut görüntü, çözüm süreci için umutlu olmayı zorlaştırıyor. Ancak görüntü, gerçeği tama manasıyla yansıtmıyor. Seçim hesapları, sürecin taraflarını birbirlerine karşı haşin kılıyor. Erdoğan, AKP’den MHP’ye kayması muhtemel oyları korumak için milliyetçi çıkışlarının dozunu artırıyor, bunu da HDP’ye ve PKK’ye vurarak yapıyor. Keza HDP de, seçim barajını aşmak için hedef kitle olarak belirlediği kesimlerdeki Erdoğan karşıtlığına sesleniyor. Öyle ki Erdoğan’ın başkanlığını engellemek ve AKP’yi iktidardan uzaklaştırmak HDP’nin bu seçimlerdeki en büyük vaadini oluşturuyor. Dolayısıyla süreç aşırı şekilde araçsallaştırılıyor.

Tarafların şimdiki hareket ve pozisyonlarına bakarak yapılacak analizler birtakım yanılgılara sebebiyet verebilir. Bu nedenle değerlendirmeyi genel tablo üzerinden yapmak daha sağlıklı olacaktır. Süreç bu çerçevede ele alındığında altı çizilmesi gereken iki parametre var:

Birincisi, halkın büyük bir çoğunluğu silahların ortadan kalkmasını ve barışın olmasını istiyor. Hiç şüphesiz Kürt meselesinde el atılmayı bekleyen daha bir sürü sorun alanı var. Ama insanlar bunların çözümü için kafa göz yarmaya gerek olmadığını, sorunların demokratik siyaset içerisinde hallolabileceğini düşünüyor.

İkincisi, halkın büyük bir kesimi çözümün Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde gerçekleşebileceğine inanıyor. Türkiye sosyolojisinin bunu zorunlu kıldığını, farklı bir tercihin toplumun bütün üyelerine çok büyük bir maliyet çıkaracağını biliyor. Hamasetin, ucuz kahramanlığın yaraya merhem olmadığını görüyor, süreci de bunun için destekliyor.

Barıştan önemlisi yok

Elbette seçimlerde elde edilecek neticelere bağlı olarak siyaset arenasında yeni dengeler kurulacaktır. Anacak yine de bu iki temel parametre süreci şekillendirecek ve partiler de siyasetlerini buna göre belirleyecektir. Nitekim bütün sorunlara ve birbirlerine karşı atıp tutmalarına karşın her iki taraf da, sürece her hal ve şart altında sahip çıkacaklarının ve süreci devam ettireceklerinin sözünü veriyorlar. Bu itibarla, sürecin geleceğine dair iyimserliği muhafaza etmekte fayda var. Tüm sıkıntılarına rağmen süreç seçimden sonra da sürecektir. 

Son söz Ahern’in olsun: “Barış üzerine çalışmayı bırakırsanız, o gün işlerin zora girdiği gündür. Zira çatışmayı gelecek kuşaklara aktarmış olursunuz. Herkes şunu iyi bilmeli ki,   barış için çalışmaktan daha önemli bir şey yoktur.”

- Advertisment -