Kudüs’te ziyaret edilmesi gereken önemli yerleri gördükten sonra, Batı Şeria’da kalan Beytlehem ve El- Halil’i ziyaret etmek üzere yola koyulduk. Beytlehem’e giden araçlar Arap nüfusun yoğun olduğu Doğu Kudüs’ten kalkıyordu. Minibüse binince, yolcuların tamamının Arap olduğunu gördüm. Tam iş çıkışına denk geldiğimiz için, yoğun bir trafik vardı ve araba çok ağır ilerliyordu. Derken yanımızdaki bir iki Arap ile sohbet etmeye başladık. Kendisinin Filistinli bir iş adamı olduğunu öğrendiğimiz Şeyhmus adındaki bir yolcu, Türkiye’den geldiğimizi öğrenince bize çok yakın davrandı. İngilizce de biliyordu ve kimi zaman İngilizce kimi zaman Arapça olarak gelişen sohbette, sözünü esirgemeden İsrail devletini oldukça ağır bir dille eleştirmeye koyuldu. Herkesin konuşmalarımızı işittiği bir ortamda, İsrail’i bu kadar ağır eleştiriyor olması beni bile tedirgin ederken, o hiç umursamıyordu.
Belki hem özgürlük, hem kanıksama
Şeyhmus konuşurken sağımda ve solumda oturan yolcuları gözlemledim. Görebildiğim kadarıyla konuşulanlar ya kimsenin umurunda değildi, ya da artık kanıksanmış beyanlar olarak görülüyordu. Öyle ya da böyle; Kudüs’te ve bir toplu taşıma aracında İsrail’in yerden yere vurulması beni şaşırttı. Böyle bir durum normalde iki noktaya işaret edebilir: (1) İsrail’de konuşma ve düşünce özgürlüğü var; eylem ve şiddet boyutlu değilse, herkes düşüncesini ifade etmekte serbest. (2) Ülkedeki bütün Araplar İsrail’i düşman olarak gördüğünden, herkes açıkça İsrail aleyhine konuşur, konuşuyor.
Beytlehem’deki perde betonların önüne geldiğimizde, Şeyhmus’a demir kapıdan giriş yapmak üzere yığılmış olan kalabalığı sordum. Şeyhmus “bu insanların tamamı İsrail’de çalışır ve akşam iş saatlerinde Beytlehem’e ve diğer yerlere döner” dedi. “Peki, Filistin’de çalışacak iş yok mu?” diye sorduğumda Şeyhmus şu karşılığı verdi: “Aslında Filistin’de de iş var. Ancak İsrail’de ücretler oldukça yüksek. Bir inşaat işçisinin yevmiyesi Filistin’de 20 dolarsa, İsrail’de 100 dolar. Durum böyle olunca çoğu gençlerimiz İsrail’de çalışmayı tercih ediyor.” Şeyhmus’a vatandaşlıkla ilgili birkaç soru da sordum. Örneğin, her Filistinli İsrail vatandaşı mıdır? Şu karşılığı verdi: “Her Filistinli İsrail vatandaşı değil; ancak İsrail vatandaşı olan Filistinliler ciddi ayrıcalıklara sahip. Onlar rahatça dünyanın her tarafını dolaşabilir. İsrail vatandaşı olmayan çoğu Filistinlinin ise Ürdün pasaportu var. Ben kendim Türkiye’ye veya başka bir yere gitmek istediğimde, Ürdün üzerinden gidiyorum.”
Şeyhmus ile dost olduk. Derken Şeyhmus bize şöyle bir teklifte bulundu: “Siz Beytlehem’deki kiliseyi ziyaret edin; ben yarım saat sonra sizi özel aracımla alayım ve oradan El-Halil’e geçelim.” Teklif güzeldi. Tabii Beytlehem denince Hz. İsa’nın doğduğu yer akla geliyor. Beytlehem’in diğer bir özelliği de, burada ciddi anlamda (tahminen yüzde 20 oranında) bir Hıristiyan Arap nüfusun olması. Beytlehem’de Hz. İsa’nın doğduğu yerin üzerine kurulmuş olan kilise, başta Hıristiyan âlemi olmak üzere dünyada pek çok insanın ilgisini çekiyor. Nitekim kilisenin kapısında ağır ağır ilerleyen bir kalabalık vardı. İçeride de, özellikle bir kısımda yığılmış, ancak çok yavaş hareket eden bir kuyrukla karşılaştık. Birazdan buranın, Hz. İsa’nın tam doğduğu (doğduğuna inanılan) yere çıkan bir kapı olduğunu öğrendik. İçeri girmeye kalkışmamız halinde, bayağı gecikeceğimizi anladık. Kilisenin diğer kısımlarını gezdikten sonra, Şeyhmus ile randevulaştığımız ve bizden önce gelip beklediği noktaya geldik.
Arabasına bindik ve Beytlehem’den El-Halil’e doğru yola çıktık. Yol boyunca, oldukça yeşil, hattâ küçük ormanlıkları andıran alanların içinde cep şeklinde yerleşim yerleri göze çarpıyordu. Ana yoldan bu yerlere giden bağlantı yollarının kenarında ise İsrail askerleri vardı. Şeyhmus bize buraların “İsrailli yerleşimciler için açılmış alanlar” olduğunu söyledi. Sonra hınçla devam etti: “İsrail adım adım topraklarımızı elimizden alıyor. Ama bizim siyasilerde iş yok. Çoğu zaten İsrail’e çalışıyor.” Ben Muhammed Abbas’tan söz edince, onun için de ağıza alınmayacak bir küfür etti.
Divan el-Kurdi’yi ziyaret
Giderek sohbet koyulaştı. Osmanlı’dan, Haçlı seferlerinden ve Selâhaddin-i Eyyubi’den söz ettikten sonra, ben Kürt olduğumu söyleyince, Şeyhmus şöyle devam etti: “Bizim burada, geçmişleri ta Selaheddin-i Eyyubi dönemine varan çok ciddi bir Kürt nüfusu bulunmakta. Gerçi şimdi çoğu dillerini unuttu; ancak El- Halil’deki Divan el-Kurdi halen duruyor ve kentte görülmesi gereken mekânların başında geliyor. El-Halil’e vardık sayılır. Benim iş yerinde bir kahve içeriz, sonra size tanıdık bir taksi çağırırım. O önce sizi Divan el-Kurdi’ye, ardından Mescid-i İbrahim’e götürür. Ziyaretinizi tamamladıktan sonra oradan Kudüs’e geçersiniz.”
Şeyhmus’un dediği şekilde yaptık. Onun iş yerinde kahvelerimizi içerken taksici geldi. “Önce Divan el-Kurdi, sonra Mescid” dediğimizde anladı ve gülerek “Vallahi benim hanım da Kürt” dedi. Divan el-Kurdi’nin önünde birkaç resim çektikten sonra, fazla zaman kaybetmeden Mescid-i İbrahim’in yolunu tuttuk.
Hz. İbrahim Camii girişi
Dünyada parayla satın alınmış ilk mezar yeri
Günümüzde Mescid-i İbrahim, Haremü’l Halîl (el Haremü’l İbrahim) veya Meşhed-i İbrahim denilen mekân, her üç semavi dinin atası Hz. İbrahim’in kabrinin üzerine kurulmuş bulunan ibadet yeri. Halk arasında, Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın da burada gömülü olduğu yönünde bir inanç mevcut. Burası, tâ Hz. İbrahim zamanında beri halk arasında Makpela (Çift) diye anılan bir mağara. Hz. İbrahim’in eşi Sara, Kenan diyarında, “Hevron denilen Kirrtay-Arba’da” ölünce, İbrahim “Hititler” diye anlatılan ülke halkına gidip şöyle der: “Eğer ölümü gömmemi istiyorsanız, benim için Sohar oğlu Efron'a ricada bulunun. Tarlasının dibindeki Makpela mağarasını bana satsın. Fiyatı neyse huzurunuzda eksiksiz ödeyip orayı mezarlık yapacağım” (Tekvin, 23:8-9). Sonuçta Hz. İbrahim, Hititli Efron’a ait olan Makpela mağarası ile dibindeki tarlayı 400 gümüş şekele satın alır. Muhtemelen burası, dünyada parayla satın alınıp kayıtlara geçmiş ilk mezar yeridir. Hz. İbrahim vefat edince oğulları İshak ve İsmail onu da eşi Sara’nın yanına, Makpela mağarasına gömer (Tekvin, 25:9). Hz. İshak ile hanımı Rebeka da burada gömülüdür. Hattâ Hz. Yakup ile hanımı Lea, yine Hz. Yakup’un oğlu Hz. Yusuf da burada yatar. Hz. Yusuf’un Mısır diyarında öldükten sonra vasiyeti üzerine kemiklerinin getirilip getirilip buraya gömüldüğüne inanılır.
Hz. İbrahim’in mezarı
Makpela’nın çevresi ilk defa Roma döneminde, Roma adına Filistin’i yöneten Kral Herod (İÖ 40-4, Büyük Herod olarak bilinir ve adı İncil’de beş kez geçer) tarafından çevrilerek bir meşhede (şehitlerin gömülü olduğu yere) dönüştürülmüş. Herod’un çevrelediği meşhed, sonradan Bizans döneminde bir ibadet ve ziyaret yeri şeklinde inşa edilmiş. Emeviler bu ziyaret yeri ve mağaradaki mezarlara bir biçim verirken, ilk defa Abbasiler döneminde burası bir camiye çevrilmiştir. 1099’da Haçlılar Kudüs ve civarını ele geçirince, buradaki camiyi kiliseye dönüştürtürler. Selâhaddin Eyyubi 1187’de Kudüs’ü fethedince, burasını tekrar camiye dönüştürür. Selâhaddin, Fatımi halifesi el-Mustansır-Billah’ın Askalan veya Aşkelon’daki Hz. Hüseyin meşhedi için yaptırdığı ahşap minberi de buraya getirtir. Bu minber bugün halen camide duruyor.
El-Halil’deki Mescid-i İbrahim’de bulunan Selahaddin-i Eyyubi minberi
Osmanlı yönetimi döneminde, diğer harem-i şerifler gibi Haremü’l Halîl de özenle korunmuş. 1612’de I. Ahmet, 1896’da II. Abdülhamit haremin bakım ve onarımını yaptırmış. Küçük bir kale görünümünde olan haremin etrafı, bugün 2.5 kalınlığında ve 12 metre yüksekliğinde bir duvar ile örülü (İslam Ansiklopedisi, cilt 15:308). Günümüzde haremin güvenliği İsrail askeri tarafından sağlanıyor.