Kürt vatandaşların isteyeceği en son şey herhalde PKK ve HDP’nin başında olduğu bir ülkede, “Kürdistan”da yaşamak olur. Elbette bütün Kürt vatandaşlar adına böyle bir genelleme yapılması isabetli değil lâkin PKK'nın şehir savaşına, hendekler kazarak yarattığı teröre ve bölgeyi maddi-manevi kasıp kavurmasına bölge halkının destek vermemesi, umudunu ve yüzünü Türkiye devletine çevirmesi, Kürt vatandaşların PKK ve HDP'nin yarattığı ve yaratacağı oluşumlara (bu bir devlet de olabilir) artık daha da mesafeli ve çekinceli durduklarını gösteriyor. Bu nedenle Selahattin Demirtaş’ın “devlet” talebi, öncelikle Kürtleri yok sayma anlamına gelir.
Kürtlerin bir “PKK devleti”ni makul bulmadığını, PKK'nın başlattığı iç savaşa halkın destek vermemesinden de anlamak mümkün. “Kürdistan” talebi, olsa olsa Amerikan ve İngiliz ihtiyacı olabilir. “Kürdistan” bir gerekliliğin veya bir ihtiyacın uzantısında ortaya çıkan siyasi bir talep olmaktan öte; uluslararası güçlerin ajandasında yer alan ve adım adım, olgunlaştırılarak hayata geçirilmeye çalışılan Türkiye’yi bölme projesinin bir parçasıdır. PKK ve HDP ise “Kürdistan hayalini” canlı tutan, bu hayali temsil eden örgütler değil, aksine Türkiye’yi bölme projesinin uzantısında vücut bulmuş yapılardır. Batı’nın PKK gibi terör kuruluşlarına verdiği desteğin, HDP gibi terör uzantısı partilere gösterdiği ilginin altında bu yatıyor.
Selahattin Demirtaş’ın, ağzındaki baklayı ABD dönüşü çıkarması da tesadüf olmasa gerek; PKK ve HDP’ye verilen yeni istikamet “Kürdistan”dır.
“Kürdistan” Kürtlerin hayali değil, bir Amerikan rüyasıdır; PKK ve HDP ise bu rüyanın sadece taşeronları. PKK’nın çözüm sürecine, HDP’nin ise siyasete yüz çevirmesi, bu nedenledir. PKK ve HDP’nin istikameti, Türkiye’yi iç savaşa sürükleyerek enerjisini tüketmek, siyasi kutuplaşma ve ayrılıkçılığı körükleyerek ülkeyi bölünmeye biraz daha yakınlaştırmak. Elbette bir ya da birkaç büyük gücün çıkar ve hesaplarına uygun düştüğü için onların desteğini alarak devlet kurmak mümkün fakat böyle bir Kürdistan'ın Kürtlerden gayrı herkesin yönettiği bir devlet olacağı bilinmelidir.
Uluslararası güçlerin “güçlü” bir Türkiye ve “güçlü” bir “müttefik” görmek istemedikleri tarihi tecrübeyle sabit. Batı güçlü bir Türkiye yerine, Irak ve Suriye gibi çökmüş bir devlet görmeyi elbette yeğler. Ankara’da hükümetler millileştikçe dünyanın PKK’ya olan desteği ve Türkiye’yi bölme iştahı artıyor. İşin aslına bakılacak olursa Batı, Ankara’yı biraz daha köşeye sıkıştırmak için PKK terörüne yeşil ışık yakmış durumda. PKK’nın iç savaş çıkarma girişimi, aldığı bu işaretle alakalı. Bir yandan PKK terörüyle, diğer yandan diplomatik kuşatmayla Türkiye’yi baskı altına almaya çalışıyorlar. Ankara’nın kendi sınırlarını korumaya dönük her hamlesine, karşı bir hamleyle cevap veriyorlar. Türkiye’yi kendi sınırlarını bile koruyamaz hale getirmeye çalışıyorlar.
PKK, Paralel örgüt, HDP ve CHP, bu dış dayatmanın içerideki uzantıları konumunda. Mesele ne içerideki iktidar kavgası, ne de AK Parti düşmanlığı; mesele, Türkiye’yi zayıflatma, güçten düşürme, teslim alma ve gerektiğinde de bölme meselesi. Bu dış dayatma bazen paralel yapı, bazen PKK terörü, bazen 'özyönetim' ve hendek siyaseti, bazen de 'iç muhalefet' biçiminde tezahür ediyor; ama Türkiye’ye dönük tehdidin dozu hiç azalmıyor, aksine bugün hiç olmadığı kadar artmış durumda.