İşler çoğumuzun umduğundan daha zor bir sürece doğru gitmeye başladı. Rusya, başından beri taraf olduğu Suriye denkleminde, havadan müdahalede bulunup karadan da işe dahil olacağı işaretini verince, taşlar hepten yerinden oynamaya başladı. Yeni durumun kimleri nasıl etkileyeceği, özellikle de sahada çatışma halinde olan hangi güçlere nasıl avantaj veya dezavantajlar sağlayacağını önümüzdeki günlerde biraz daha net görebileceğiz.
Önce cihatçılar işi bozdu
Suriye krizinde, cihadi unsurların alanda boy göstermeye başlamasıyla ben basit bir soru sormuş ve kendimce cevaplamaya çalışmıştım. Sorum şu idi: “ABD, Beşar Esat ile cihatçı örgütler arasında bir tercih yapmak durumunda kalınca, sizce hangisini seçer?” Benim cevabım “tabii ki Esat” idi. Şimdi Kürtleri çok yakından ilgilendirecek basit bir soru daha soruyorum: “Rusya, Kürtler ve Beşar Esat arasında bir tercih yapmak durumunda kaldığında hangi tarafı seçer?” Sizi bilmem, ancak benim bu konudaki düşüncem ve cevabım çok nettir. Rusya da böyle bir durumda tereddütsüz olarak tercihini Esat’tan yana kullanacaktır. Unutmayalım ki daha Sovyetler Birliği döneminden beri Ruslar Irak ve Suriye’deki Baas rejimlerini desteklemiş ve bu soykırımcı, “Enfalcı” iktidarları Kürtlerden daha yakın görmüşlerdir. Sovyetlerin dağılmasından sonra Gürcistan Devlet Başkanlığı’nı da yapacak olan dönemin Dışişleri Bakanı Eduard Şevardnardze, “Halepçe soykırımının yalan ve emperyalistlerin bir oyunu” olduğunu söylemişti. SSCB’nin, daha 1946’da Mahabat Kürt Cumhuriyeti’ni nasıl ortadan bıraktığını da anlatmaya gerek yok. Sosyalist literatürde buna “parçanın bütüne kurban edilmesi” denir; yani küçük olanın büyüğe feda edilmesi.
Rusya her zaman küçük milletleri feda edebilir
Rusya’nın bu yılki BM toplantısında Kürtlere gülümsemesi, Salih Müslim ve Rojavalı kimi Kürtleri sevindirmiş görünüyor. Ancak durum sanıldığı gibi değil. Bir kere Rusya, her şeyden önce kendi çıkarlarına bakar ve ulvi çıkarı söz konusu olduğu durumlarda, hemen herkesin yaptığı gibi sırtını döner. Buna en somut örnek Ermeni meselesidir. Eğer Rusya Ermeni meselesinde samimi davranmış olsaydı, sanırım Ermeni halkı 1915 felaketini yaşamazdı. Oysa Rusya, daha Ayastefanos Antlaşmasıyla, kendisine dolaylı olarak bağlı olacak özerk veya bağımsız bir Ermenistan üzerinden Karadeniz’de yerini sağlamlaştırıp Basra Körfezi yolunu denetim altına almak niyetindeydi. Ancak Rusya denetiminde kurulacak böyle bir Ermenistan, İngiltere’nin Basra Körfezi ve Hindistan yolu güvenliğini de tehlikeye atardı. Bunu gören İngiltere, Osmanlı’dan Kıbrıs’ı koparma karşılığında Ayastefanos Antlaşmasını hükümsüz kılacak; Berlin Konferansı’nda Rusya’nın, 93 Harbinde Batum, Kars ve Ardahan dışında işgal ettiği yerlerden (Doğu Beyazıt, Eleşkirt) geri çekilmesini sağlayacaktır. Berlin Antlaşması Ermenilerin oturdukları yerlerde ıslahat yapılmasını karar altına alırken, Ermenilerle ilgi olarak yapılacak reformların beş Büyük Devletin denetiminde gerçekleşmesini de kabul ediyordu. Fakat ne Rusya ne de İngiltere Ermeniler konusunda samimi değillerdi. Eğer büyük devletler biraz namuslu davransalardı, daha 1890’larda Sultan Abdülhamit’e engel olurlar ve İttihatçılar da soykırım suçu işleme cesaretini bulamazdı.
Kürtler bir tercih yapmak durumunda
Kürtlerin işi çok daha zordur. Henüz BM’de temsilden yoksun bir halk olarak birdenbire, dünyanın iki süper gücünün çekiştiği Suriye gibi dar bir alanda, tam anlamıyla arada kaldılar. Evet, her iki güç de Kürtlere şu an sempatiyle bakıyor; ancak Kürtler bir tarafı karşısına almadan, mutlaka bir yerden, ya Rusya ya ABD’den yana tavır geliştirmek durumunda. Çünkü bu egemenlik sahası, iki büyük takımın dünya kupası maçı yapacağı kadar geniş ve elverişli değil. Şüphesiz Kürtler bu iki güçten herhangi birini de asla karşılarına almamalı. Böyle bir durum hepten yıkım olur. Ancak hem camiden, hem de kiliseden olma misali, hepten ortada da kalmamalılar.
BM toplantısında Başkan Obama, “Rusya ile Suriye’de bir vekâlet savaşına girmeyeceklerini” söyledi. Hattâ her iki ülkenin dışişleri bakanları, ortak basın toplantısında,“detaylar hariç, Suriye meselesinde anlaştıklarını” söyledi. Ancak son bir iki haftada yaşananlar durumun hiç de anlatıldığı gibi olmadığını gösterdi. Örneğin Eylül ayı başlarında ABD, Irak devletinden kendi hava sahasını Rusya’nın Suriye’ye askeri araç-gereç ve personel taşıyan uçaklarına kapatmasını istedi, ancak Irak bu talebi dikkate almadı. Bütün bunlar bir yana, daha iki hafta önce, Rusya, İran ve Irak kendi aralarında bir güvenlik ve istihbarat işbirliği paktı imzaladılar (New York Times, 13.10.2015). Yani Irak, tercihini Rusya’dan yana kullandı. Üstelik ABD, 2007’de aşırı şiddet yanlılarını ciddi anlamda gerilettikten sonra, Irak’a yılda 2.1 milyar dolar yardım ediyor.
Peki, Kürtler tercihini ABD’den yana mı kullansın? Bir tercih durumunda, bugünkü şartlar dikkate alındığında, ABD’nin daha “güvenli” olduğunu söyleyebilirim. Ha, ABD de Kürtleri aldatmadı mı? Aldattı, 1975’te Cezayir Antlaşmasıyla sırt üstü yere vurdu; yine de aldatabilir. Ama Soğuk Savaş sonrasında, daha namuslu davrandı. 1991 ve 2003 Irak Savaşları bir yana, en azında geçen yıl, IŞİD’in Kobani ve Kerkük saldırıları sırasında bir Kürt soykırımına izin vermeyeceğini gösterdi.
Muhatabı itibarsızlaştırma
Kürtler ABD ile ilişkilerini geliştirirken her zaman Türkiye faktörünü de dikkate almalı. Özellikle barış sürecinde ilk defa bir muhatap bulmuşken, henüz ortada bu ateşten topu eline alacak hiçbir muhatap ve ümit yokken, kimi dış unsurların, Paralelcilerin, Kemalist ve İttihatçıların peşine takılarak muhatabı itibarsızlaştırmaya girişmemeliydiler. Tabii Türkiye de, eski devlet reflekslerini bir yana bırakıp, kaderde ortak olduğu Kürtlerin kazanımlarını kendi kazanımı olarak görmeye başlasaydı, Suriye’de işler çok daha kolay olurdu.